Sanal Nefret Ya da Dijital Temenniler

80

Her dönemin getirdiği bazı
zorunluluklar olmuştur. Yani günün mecburiyetleri söz konusudur (ilcaat-ı
zaman). Onu yok saymak, dikkate almamak toplumsal yaşamda imkânsız gibi.  Çağımız, bilgi teknolojileri ve bilişim dünyasının
baş döndürücü hızıyla cebelleşmekte. 
Analog sistemden dijital sistemlere, ikili sistemden onlu sisteme,
sekizli’den (oktal),  onaltılı
(hexedecimal) sisteme kadar. Menü çoktan seçmeli. Durdurabilene aşk olsun.
Dijital elektronik dünyası mütemadiyen bilişimi fişeklemeye devam ediyor.  “Bununla yetinelim artık” diyeni gören var
mı? Daha ötesi, daha ötesine erişmek çabasında. Yetişebilmek ne mümkün. Çünkü
tüketim toplumunun yeni ürünlerle aklını çelmek de ayrı bir inovatif pazarlama stratejisi.
Bununla ilgili yığınla akademik çalışmalar yapılmakta.

Mesele; bilişim ekonomisinin
dünya pazarından ne kopardığı, ya da, kaynaklarını takasa sayıp “dijital açlık”la saldıran ülkelerden
neleri söküp aldığından söz etmek değil. O bir doğal dengedir elbette. Talep
olunca arz etmek. Kimse kimseye silah zoruyla ürün satmıyor (istisnaları
geçelim). Üretmiyorsanız buna mecbursunuz. 
Asıl mesele dijital dünyanın toplumsal
davranışa olan etkisi
. İnsanlar her şeyden önce bireysel hale getirildi.
İki ayrı dünya var; sizin dünyanız ve avuç
içi dünyası
.  Sanal dünyaya bu minik
LCD penceresinden atlıyorsunuz.  Artık
duygular da, öfke paylaşımı da, 
ikonlara, küçük sembollere emanet. Yani her şey bir minik simge
kadar.  Sevinciniz de, mutluluğunuz da.
Ya da acınız, eleminiz, kederiniz, nefretiniz. 
Her ne kadar Seyyid Nesîmi, “Mende sığar iki
cihân men bu cihâna sığmazam” dese de, bir ikona sığmak-sığınmak
zorundasınız.  Bu esrarlı dünyayı kim/ler
organize ve dizayn ediyorsa, kuralları koyma hakkına da sahip olmalıdır. Burada
sıkıntı yok.

Asıl mesele, duygu
yüklü bir milletiz.  Duygusallıkta tavan
yapan,  gelenekleri  ve kültürünü manevi değerleriyle ören bir
toplumuz. Dualarımız, temenni ve niyâzımız var. Millî duygularla yoğrulduk.
Vatanseverliğin de, şehitliğin de kutsal olduğunu biliriz. Kişiliğimizi
oluşturan bu unsurlarla bütünleştik. İman akidesinin,“Dil ile ikrar, kalben
tasdik” olduğunu da biliriz. İşte böyle bir duygu selinin tırnak ucu kadar
simgelerin içine sığması düşündürücü.

Sanal ortamda bir dua
düşünün: “Tıkla ve dua et! Tıkla şehide fatiha oku! Tıkla, ölmüşlerine yasin
oku. Tıkla (hızlandırılmış) hatim insin…”. Bu iş nereye gidiyor, anlayan var
mı? Gerçek alemdeki “üfürükçü-tükürükçü”lüğün kes-yapıştır modu mu? Ya da malûm
balonlu dua, “balona tıklayın içinden kırk yasini şerif adınıza okunsun,(ama
önce ödeme kutucuğu tıklayın)” gibi.   Ya
da, “biz toplu nefret ediyoruz, tıkla sen de nasiplen! Tıkla, ehl-i küfrü zir-ü
zeber et! Tıkla Yahudi lobileri havaya uçuralım. Tıkla koronaya ‘hadi yallah
başka kapıya’ diyelim” gibi saçma ve abuk temenniler bir şeyleri hatırlatmadı
mı. Söyleyelim, piyasası olan bir sanal duygu sömürüsü. Gerçek hayattaki ruhban
sınıfının aynısı. Bir nevi “dijital
ruhban”
. Kutsal değerlerin böyle harcanması bir tehlikedir.

Diğer bir durum da
konuşma yeteneğinin körelmesidir. Sessiz görürsünüz ama aslında o, “yüksek oktavlı” haykırmalar
yapmaktadır. İlginç değil mi? Klavyeden, hain teröristlere “hepinizi yok
edeceğiz ulan, diye haykırarak yüzlerce beğeni ile onları mahvetmek” biraz
komik değil mi? İşte dijital devrim, hissiyatı zirvede olan toplumları, önce sembol
ve şekil içine koyup, sonra da şekil verip “ayar
çekmesi
”dir. 

Sonuçta; dijital
alem, toplumun her kesimine, her bireye çok hızla ulaşan önlenemez bir küresel
akım. Getirdikleri elbette çok, ‘izahtan vareste’. Ancak dönüşümü çok keskin. Değişmeyen
tek şeyin değişim olduğunu bilmekte
fayda var. Gerçekçi olmak gerekir.  Kaf
dağının arkasında hayâl kurmak biraz lüks değil mi?  (4 Nisan,2020)