Sanal Bağımlılık, Uyanıklık, Fırsatçılık

66

Gazetelerden okumuş, haberlerden duymuşuzdur. Olay Kore’de yaşanıyor. Saatlerce internette bir oyuna dalan kadın, doğum sancılarının farkına varmaz ve bir süre sonra doğurur. Vakitsiz gelen bu münasebetsiz bebeği, anne derhal çöpe atar ve dönüp oyuna kaldığı yerden devam eder.

Geçen hafta Cuma namazına gittim. Namazlar kılındı, duaya sıra geldi. Cemaat dua yapıp işine dönmek istiyor. İmam da namazını bitirdi. Dua bir türlü başlamıyor. Niye? Görevli iki müezzin cep telefonlarındaki mesajlarla meşguller.

Cep telefonu, bilgisayar birer haberleşme, iletişim aracı, bilişim ürünü, bizim için bir nesne. Amaçlarımıza hizmet ettiği oranda değerli. Gerçekte, biz bu araçların efendisiyiz. Gel gör ki amaçla araç yer değiştirmiş. Bu da sağlıksız bir insan ve toplum üretiyor. İngiltere’de gençlerin yüzde altmışı monofobi hastasıymış. Monofobi, cep telefonsuz kalma veya yaşama korkusu. Korkunç bağımlılık, korkunç oranda bir hastalık. Gençlerin derhal tedaviye ihtiyaçları var.

Türkiye Yeşilay Cemiyeti medya araçlarına bağımlılıkla ilgili bir video sunumu hazırlamış. Sunumda farkında olmadığımız bağımlılığı fark ediyor; kendinize, çevrenize, çocuklarınıza hem gülüyor hem acıyorsunuz. Ağabi internette yetiştireceği sanal fasulyelerle, kız kardeşi de gelen mesajlara cevap vermekle meşgul. Öyle bir bağımlılık ki iki kardeş de çevrelerinde olan bitenden habersiz. Kız bir yerde şöyle diyor: “Ağabi, anne dur; bedavalarım var, onları bitirmek zorundayım!” Bu videoyu bir lisedeki gençlerle seyrettik. Sonunda gençlere sunumdaki en önemli cümlenin hangisi olduğunu sordum. Çoğu yukarıdaki cümleyi söyledi. GSM hizmeti sunan firmalar, çok uyanık. İnsanın zaafı olan bağımlılığı iyi tespit etmişler, iyi kullanıyorlar. “Bedava” diye sundukları bir lütuf değil, tam bir fırsatçılık.

Bağımlılık artsın, paralar gelsin, sermaye şişsin. Gençler asosyal, toplum duyarsız olsun bana ne? Yaşasın vahşi kapitalizm!

Yazımı sayısal verilerle dolduracak değilim. İstatistikler korkunç. Gençlerin yüzde bilmem kaçı cep telefonu taşıyor, zamanının bilmen ne kadarını internet, televizyon başında geçiriyor. Pek çoğu ne oyun ne kavga etmeyi biliyor. Arzu edilmeyen kavga bile bir iletişim değeri taşıdığı için özlenir oldu. Sanal araçlar ile bedenler çürütüldü, aşklar tüketildi, ümitler yıkıldı, değerler yıpratıldı, inançlar bitirildi, duygular eritildi… Kurduğumuz cümlelerde içtenlik, konuştuğumuz insanlarda dürüstlük, verdiğimiz sözlerde güvenilirlik kalmadı.

Mecbur muyuz böyle bir dünyada yaşamaya? Mekân olarak evet, içerik olarak hayır! Değişmeli bir şeyler, değiştirmeliyiz bir şeyleri. En azından kendimizi sonra yakınlarımızı kurtarmalıyız sanal kölelikten. Medyasız bir ortam oluşturmalıyız, bozulmamış tabiatla, insanla, yüreklerle birlikte. Medya uyanıklarına, fırsatçılarına “Dur, burası çıkmaz sokak!” demeliyiz. Onların cüretkarlığı kadar cesur olmalıyız. Bunun için klinikler değil, dernekler kurmalı, dostluklar oluşturmalıyız. Medya okuryazarlığını önemsemeliyiz, geliştirmeliyiz. Onların sanal silahlarına karşı, bizler fıtrat kalkanımızı kullanmalıyız. Kendimize dönmeli, kendimiz olmalı, kendimiz kalmalıyız. İnsanız!

Benden haykırması. Eylem herkesle birlikte. Sefer olmadan zafer olmaz. Şimdi sefer zamanı!