Şampiyonluktan cumhuriyete

295

Millî başarılarda, insanların kalpleri kucaklaşıyor. Kızlarımızın zaferi böyle bir başarıydı. Bakınız onlar Avrupa şampiyonu olunca o çat pat parazit sesler de sustu. Ne demişler: Hiçbir şey başarı kadar başarılı değildir.

Millî başarılar, zaferler “Biz!” hissini yükseltir. Millî felaketler de öyle. Biz binlerce yılda böyle birlikte sevinerek, birlikte üzülerek bir olduk, millet olduk. Başaranlarla başardık. Balkan bozgunu gibi, işgal gibi büyük millî felaketleri çektik; katledildik, memleketlerimizi kaybettik, sürüldük. Sonunda elimizde bu vatan parçası kaldı. Şimdi bize düşen ve pek de zor olmayan bir şey var: Yeni nesillere bu sevinçlerle ve üzüntülerle dolu geçmişimizi anlatmak. Babalarının, dedelerinin hikâyesini; bu zamana ve bu mekâna nasıl geldiğimizi yüreklerinde hissetmelerini sağlamak. Bunu yapabiliyor muyuz? Siz söyleyin lütfen, yapabiliyor muyuz?

Dil ve kalp

Geçen birkaç yılda Millî Mücadele’nin zaferler dizisinin ve son büyük zaferin yüzüncü yıllarını kutladık. Önümüzde hepsini taçlandıran cumhuriyetin yüzüncü yılı var. Bir ay kadar bir zaman kaldı. Bizden çok daha kısa tarihe sahip ülkelerin kutlamalarına bakın bir de bizim kutlamamamıza. Bir İngiliz kraliyet düğünü kadar olamadık. Hani yüzüncü yıl altınları? Tişörtler, kıyafetler, kalpaklar, ödüller, yarışmalar?

Hikâyesini bile anlatamıyoruz. Sosyal medyada büyük taarruz için, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.” lafları dolaşıyordu. Hâlbuki büyük taarruz sathı müdafaanın tam tersidir. Bütün kuvvetleri bir noktaya toplayıp orada kat kat üstünlük sağlayarak yapılan bir taarruzdur. Riskli fakat başarılı bir stratejidir. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.” ise mükemmel bir yıpratma savaşının hikâyesidir. Acılı fakat zaferle noktalanan bir savaşın; Yunan ordusunun ikmal hatlarının gerideki kuvvetlerimiz ve süvarilerimizce kesilmesinin hikâyesidir. Tükenen cephaneleriyle her mevziimizi ağır zayiatla alan Yunan ordusunun, tam kazandık derken karşılarında bir mevzi daha, sonra bir mevzi daha görerek tükenişinin hikâyesidir.

Zafer tatlıdır. Yahya Kemal’e göre acıların da bir tadı vardır. Duyabilenler için. “Dili olanların kalbi yok, kalbi olanların dili yok.” diyor büyük şair. Hâlâ öyle.

Med bütün gemileri yükseltir

Son yüzyılda uzun bir yol geldik. Zaferlerle ve yenilgilerle dolu, tatlı ve acı bir yol. Fakat işimiz bitmedi. Ekonomisi zayıf, eğitimi zayıf, kültürünü, edebiyatını, tarihini bilmeyen bir Türkiye ile er veya geç o felaketli başlangıç noktasına geri döneriz.

Gençlerin terk etmeyi planladıkları bir Türkiye değil, dönmeyi istedikleri bir Türkiye yaratmalıyız. İnsanımızın vatandaşı olmakla öğündüğü bir Türkiye. Pasaportuna bırakın vize vermemeyi, bütün gümrüklerde özel saygı gösterilen bir Türkiye.

Bu, en evvel ve her şeyden evvel, refah içinde, zengin bir Türkiye demektir. Refah, adalet, eğitim, katı güç, yumuşak güç, edebiyat, sanat, müzik… Ülkeler bu unsurların birinde yükselip diğerlerinde geri kalmıyor. Meddin bütün gemileri yükselttiği gibi, yükseliş bütün ögelerde birden oluyor. İsterseniz birleşik kaplar deyiniz. Birinin yükselişi, öbürlerinin de yükselişine sebep oluyor. Biri geri kalırsa diğerlerini de aşağı çekiyor.

Rahmetli felsefeci Durmuş Hocaoğlu, eğitimi itibarıyla fizikçiydi. Felsefe ve sosyoloji çözümlemelerinde fizikten kavramları kullanırdı. Mesela, kuvvetli bir mıknatıs alanının etkisine giren bir demir mineralinin içinin, dışarıdaki o güçlü alana göre yönleneceğini söylerdi. Sonra şöyle devam ederdi: Medeniyette ileri gitmiş milletler de kuvvetli mıknatıs alanı gibidir. Geri kalmış ülkeleri etkiler ve onlar da gelişmişlerin hâkim kültürünün etkisine göre kendilerini yönlendirir… Hocaoğlu’nun nefis bir benzetmesidir.

Milletlerin çekim gücü

Ben de Hocaoğlu’nu taklit edeyim: Mıknatıs değil de güçlü bir yer çekimi alanı, Einstein’ın Genel İzafiyet Teorisi’ne göre uzayı büker. Elastik bir yüzey düşünün. Hani şu jimnastikçilerin üstünde zıplayıp akrobasi yaptıkları tramplen gibi bir yüzey… Tramplenin ortasına ağır bir gülle koyun. Gülle yüzeyi bükecektir. Öyle ki tramplenin üstüne yerleştireceğiniz her şey, şimdi gülleye doğru kayacaktır. Yer çekimi tıpkı böyledir diyor Einstein. Yalnız bükülen iki boyutlu yüzey değil dört boyutlu uzayın kendisidir… Bildiğimiz üç boyut artı zaman.

Ekonomi, edebiyat, eğitim, sanat, askerî güç… Bunlarda dünya standartlarına göre yüksek bir düzeye ulaşırsanız, dayanılmaz bir çekim gücü oluşturursunuz. En başta kendi vatandaşlarınıza, “Ne mutlu Türküm!” dedirmenin yolu budur işte.

ABD’ye bakın. Dünyanın bütün etnisitelerinin toplandığı bu ülkede, çocuklarına her sabah ellerini kalplerinin üstüne koyarak “Tanrı’nın altında tek millet!- One nation under God!” diye and içiren yegâne güç, işte o çekim gücüdür.

Sonra o çekim, sınırlarınızın dışına taşar. Size takdirle, saygıyla, sevgiyle bakarlar. Size öykünürler. Kendilerini size en yakın hissedenler sizin çekim alanınıza doğru kayar. Benim milliyetçilikten de Turancılıktan da anladığım budur.

Önceki İçerikSosyolog Dr. ABDULKADİR SEZGİN ile TÜRKİYE’nin ALEVÎ MESELESİ’ni Konuştuk.
Sonraki İçerikYeni eğitim yılında rehber din adamları!
İskender Öksüz
İskender Öksüz 14 Eylül 1945 tarihinde İzmir'de dünyaya gelmiştir. 1966 yılında Ege Üniversitesi Kimya-Fizik Bölümü'nde lisans eğitimini tamamlamıştır. Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun yurtdışı bursuyla ABD'de Yale Üniversitesi'ne kabul edilmiş, burada, Oktay Sinanoğlu'nun danışmanlığında, 1968'de yüksek lisansını 1969'da da doktora derecesini almıştır. İskender Öksüz 1968-1979 yılları arasında; Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde bölüm başkanlığı, rektör yardımcılığı ve rektör vekilliği görevlerinde bulunmuştur. Yine aynı yıllarda senato üyeliği (ADMMA), Türkiye Atom Enerji Komisyonu 7. Dönem üyeliği, Atom enerjisi konusunda bakan danışmanlığı ve Töre-Devlet Yayınevi yöneticiliği yapmıştır. Öksüz, 1981-1987 yılları arasında, Suudi Arabistan'da bulunan University of Petroleum and Minerals'da akademik ve idari görevler, bilgisayar destekli öğretim koordinatörü, yeni öğretim üyesi seçimi ve terfi komitesi üyeliği yapmıştır. 1987 yılından itibaren sağlık, bilişim ve eğitim sektörlerinde çeşitli firmalarda üst düzey yöneticilik yapan Öksüz, çeşitli şirketlerde yönetim kurulu üyeliği, genel müdürlük ve holding genel koordinatörlüğü yaptı. İskender Öksüz 2012 yılında Gazi Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümünden emekli oldu. Otuzun üstünde bilimsel yayını yedi yüzün üzerinde atıfı bulunan Öksüz, KÜBİTEM (Kültür, Bilim ve Teknik Merkezi) kuruculuğu, Türk Ocağı Hars Heyeti ve Yönetim Kurulu üyeliği, Millî Düşünce Merkezi Yönetim Kurulu üyeliği; Töre, Devlet, Bozkurt, Türk Yurdu dergilerinde makale ve başka yazıları yayımladı. Üniversiteler de dâhil olmak üzere çeşitli platformlarda konferans, söyleşi ve röportajlarda bulundu.[5][6] Ayrıca Son Havadis, Yeni Ufuk ve Ayyıldız gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Karar gazetesinde köşe yazarlığına devam etmektedir. İskender Öksüz, 5 Mayıs 2021 tarihinde vefat eden ünlü romancı Emine Işınsu ile evliydi. Eserleri[7] Millet ve Milliyetçilik Bilim, Din ve Türkçülük Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi Türk'üm Özür Dilerim Niçin Geri Kaldık? Çin Dünyayı Ele Mi Geçiriyor? (Konuralp Ercilasun ile birlikte)