Salgın Döneminin En Mağdurları…

100

Korona salgınının başlamasıyla birlikte,
bu ölümcül hastalığın etkileyeceği en riskli grup sizlersiniz dendi, onları
evin dışına bile çıkarmadılar!

    
Aylarca gün yüzü görmediler!

    
Güneşe hasret kaldılar!

    
Öylesine mağdur oldular ki, adeta yürümeyi dahi unuttular!

    
Ne evlat, ne de torun yüzü gördüler!

    
Kimisi yalnızdı, kimileri ise konu komşunun eline muhtaçtı!

    
Ama onlar yılmadılar.

    
Nasıl olsa bu günlerde geçecek dediler bezmediler, yetkililer ne dediyse
ona harfiyen uydular.

Sonrasında birkaç
saatliğine de olsa sokağa çıkabildiler, yürümeyi unutan bacaklarına yön
verdiler. Onlara ayrılan yerlere doluştular, eski dostlarla selamlaştılar,
hayata yeniden gülümsemenin hazzını tattılar…

     Ama salgın hızını bir türlü kesmedi, yeni
tedbirler ardı ardına sıralandı…

     Kısıtlamalı hayatın
hedefinde öncelikle yine onlar vardı!

     Artık onlar için hayatın
tadı, yaşamlarını sınırlayan tedbirler dizisine uymak kadardı!

     Onlar; kafa kâğıdına
baktığınızda ya 65, ya da 65 yaşın üstünde olanlardı…

     Pekiyi, Korona denen bu illet sadece bizim
ülkenin yaşlılarına mı bulaşıyor, en çok ölümcül sonu bizimkilere mi
yaşatıyordu?

     Dünyanın tamamını etkileyen bu salgın,
diğer ülkelerin yaşlılarına da aynı riski yaşatmıyor muydu?      

     Salgından en çok etkilenecek en riskli
grup sizsiniz denerek yaşamlarına sınır konulan yaşlılar başka hangi ülkede
vardı?

    Nedendir ki, bizim ülkemizden başka hiçbir ülkede
yoktu!

    Yetkililerimizin yaz mevsiminin gelmesiyle
birlikte başlattıkları normalleşme, ülkemizdeki yaşamın yeniden canlanmasını
sağladı. Hemen hemen her sektörde hayata yeniden renk verdi, hareket serbestisi
başlattı ama ne yazık ki, 65 yaş ve üstü olanlara bu serbestlik yeterince tanınmadı!

    Caddelerimiz, sokaklarımız, camilerimiz, avm
lerimiz, pazarlarımız, turizm merkezlerimiz, ulaşım araçlarımızda ki hayat
cıvıl, cıvıl adeta salgın yokmuşçasına kalabalık, hareketli olmuştu.

    Artık ülkemizin özellikle gözde turizm
merkezlerine de uçaklar dolusu turist de gelmeye başlamış, korona salgını
unutulmuşçasına hayat yeniden renklenmişti…

    21 Eylülde okullarımızın bazı sınıfları da
bu hareketlenmeye katılacak, öğrencilerimiz öğretim hayatıyla yeniden
buluşacaktı

  Ama ne acı ki, yaşlılarımız yine onlara
konulan aşağıdaki kısıtlamalarla yaşamaya devam edecekti!

 ‘’Sokağa çıkmaları saatlerle kısıtlı,

 
Seyahat etmeleri izne tabi,

 
Yalnızken araç kullanmaları kısıtlı,

 
Seyahate çıktıkları yerden bir aydan önce dönmeleri kısıtlı,

 
Hatta bazı marketlerin kapısında 65 yaş ve üstü giremez diye yazılı…’’

   Ülkemizin normalleşme sürecinde
yaşananlarla, böylesine kısıtlı bir hayatı mukayese ettiğinizde akla gelen ilk
soru:

‘’Bu salgın, sadece 65 yaş ve üstüne uygulanacak kısıtlamalarla mı
önlenecek?’’
Olmaz mı sizce?

  Herkese, her şey serbest bırakılırken; sadece
65 yaş ve üstüne sınırlı bir yaşamın layık görülmesi neden?

  Anayasamız hiçbir yaş sınırlaması yapmadan
herkes eşit haklara sahiptir derken, 65 yaş ve üstüne yapılan bu ayrımcılık
neden?

  Dünyanın hiçbir medeni ülkesinde böylesine
bir uygulama yokken, ‘’bu uygulamalar, yaşlılarımızı sevdiğimiz için korumak
adına yapılıyor’’ demek neden? O ülkeler yaşlılarını korumuyor, sevmiyorlar mı?

  Unutulmasın ki, ülkemiz de dâhil dünya
ülkelerinin büyük bir bölümü 65 yaş ve üstü liderlerce yönetiliyor!

    65 yaş ve üstü insanlarımızın çoğunluğunun
akıl sağlığı da, beden sağlığı da ama en önemlisi ruh sağlığı da sapasağlam
hepsi yerli yerindedir.

    Çünkü bu gruba girenler hayatın her yönünü
görmüş, tanımış, tedbirini almış, ona göre tecrübe sahibi olmuş
insanlardır.  Korona salgını sürecine
bakıldığında, istenen önlem tedbirlerine de en çok uyan yaş grubu da bu
insanlarımızdır.

    Artık 65 yaş ve üstü yaş grubuna uygulanan
kısıtlamaların tamamının kaldırılması zamanı çoktan gelmiş, hatta geçmiştir.

   Çünkü bu salgını önlemenin başarısı; 65 yaş
ve üstüne uygulanan türlü kısıtlamalarla gerçekleşmeyecektir.

Önceki İçerikMavi Vatan, Yavru Vatan ve Adalar Bütünleştirilmelidir
Sonraki İçerikDanışmanlarınız Kim Sizin?
Avatar photo
1967 yılında Teğmen rütbesiyle T.S.K da göreve başladığı zaman, Kıbrıs olayları adada tüm hızıyla devam ediyor, Yunanistan’ın da desteğini alan Rum’lar; adada yaşayan Kıbrıs Türk’üne her türlü mezalimi yapıyor, gerçekleştirdikleri toplu katliamlar, uyguladıkları ekonomik ambargolarla Kıbrıs Türk Halkını adadan göçe zorluyorlardı… O dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 1960 yılında imzalamış olduğu, BM’ler tarafından da onaylanmış garantörlük anlaşması gereğince, ada da bulunan ‘Şanlı Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayında’ görev almak için defalarca dilekçe veren Teğmen Çilingir; 1974 yılının 20 Temmuz Cumartesi sabahı kendisini Kıbrıs’ta savaşın içinde buldu. Bölük komutanı olarak Kıbrıs Savaşlarının her iki safhasında da bu görevini başarıyla sürdürdü, ‘Gazi‘ unvanı ile onurlandırılarak Türkiye’ye döndü. 1974–1975, 1985–1987 yıllarında Kıbrıs’ta görevli olduğu yıllardan sonra da, adada yaşanan olayları yakinen takip eden Çilingir; 2004-2011 yılları arasında Kıbrıs Türk Kültür Derneğinin İstanbul Şubesi yönetim kurulunda da görev yaptı. Bu uzun süreçte ’mili davamız’ olarak bilinen Kıbrıs konusuna sahip çıkarak, Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tarihsel ve hukuksal haklarını savunmak adına değişik platformlarda görev aldı. Sempozyumlara, panellere, televizyon programlarına konuşmacı olarak katıldı, makaleler yayınladı. Yakinen takip ettiği Kıbrıs konusu başta olmak üzere, ülke meseleleriyle ilgili güncel yazılarına, konferanslarına devam etmektedir. T.S.K.’dan 1990 yılında, kendi isteği ile emekli olduktan sonra; Kıbrıs konusuyla ilgili kaleme almış olduğu; ’’Özgürlük Nefesi (K.K.T.C Cumhurbaşkanlığı yayını 1995)’’, ‘’Girne’den Doğan Güneş (1997)‘’, ‘’Unutanlar Unutturulanlar ya da Hatırlayamadıklarımız (2004)’’, ‘’Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka (2006)’’, ‘’Andımız Olsun ki Bu Topraklar Bizim (2007)‘’,’’Tarihten Gelen Çığlık (2010)’’, Kıbrıs ‘’Yes Be Annem’’ 2002-2016 (Eylül-2016) isimli kitaplarıyla; Ülkemizin son 65 yılında öne çıkan, yaşanmış önemli olayları anlatan: ‘’10’ların İzleriyle Türkiye (2014)’’,’’Kırılmadık Ne Kaldı?-Zaman Asla Kaybolmaz (2015)’’, ‘’Önce Vatan (Eylül 2017) isimli kitapları da bulunmaktadır… Sivil iş hayatına ‘Türkiye Sigorta Sektöründe’’başlayan Atilla Çilingir Koç YKS bünyesinde uzun yıllar görev yaptıktan sonra, halen dünyanın 18 ülkesinde hizmet veren, sağlık bilişim şirketlerinden birisi olarak ülkemizde de faaliyet gösteren; ‘’CompuGroup Medical Bilgi Sistemleri A.Ş’’ bünyesinde, görevine devam etmektedir. Pek çok üniversitenin ‘Bankacılık-Sigortacılık Fakültelerinde, Yüksek Okullarında, vermiş olduğu seminerler, konferanslar ile sektöre bu yönde de hizmet vermeye devam eden Çilingir’in: Sigorta sektöründe 27 yıldan beri vermiş olduğu hizmetlerini anlatan; ‘’Sigortalı Hayatın Gerçekleri’’ (2012) isimli bir kitabı daha bulunmaktadır. Atilla Çilingir; bugüne değin kitaplarından elde etmiş olduğu telif gelirleriyle; Sosyal sorumluluk projeleri kapsamında: 2010 yılında ‘K.K.T.C Lefkoşa Şehit Aileleri ve Malul Gazileri Derneğine’ ‘Tarihten Gelen Çığlık’ isimli kitabının telif gelirini bağışlamış, 19 Şubat 2012’de Van’da yaşanan büyük depremden sonra Van’ın Muradiye İlçesi Akbulak Köyü İ.M.K.B. (İstanbul Menkul Kıymetler Borsası) Yatılı Bölge İlk Öğretim Okulunda içinde 20 adet bilgisayarı bulunan ve kendi adını taşıyan bir BT (bilgi teknolojisi) sınıfı açmış. 02 Haziran 2017 tarihinde de Samsun’un Tekkeköy ilçesi Büyüklü İlköğretim okulunda da adını taşıyan, içinde 2500 kitabı, 2 adet bilgisayarı bulunan bir kütüphanenin açılışını sağlamıştır.