S i n e k l e r

9

     Elbette, sineklerin zararlarını gidermek için, onlarla mücadele tabiidir. Tıpkı, koyunların kurtların tecavüzünden korunması gibi. Bu gerçeği belirttikten sonra, gelelim konuya:

     Sinek ve karınca gibi sayılamayacak kadar çoklukta olan, küçük hayvan türlerinin; ehemmiyetli / çok önemli vazife ve görevleri, o nisbette fayda ve kıymetleri vardır. Nitekim, bir kitap; kıymeti nispetinde nüshaları teksir edilip çoğaltılır.

     Sinek cinsinin de, önemli görevi ve büyük kıymeti var ki, hikmetle yaratıcı olan Yüce Allah; o küçücük kaderî mektupları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çok teksîr etmiş, çoğaltmıştır.

     Kaldı ki sineğin hilkati / yaratılması, Rabbanî bir mûcizedir. Rabbin tekvîni / yaratışla ilgili bir âyetidir. Zira bütün sebepler toplansa, onun mislini / benzerini yapamazlar.

     Son derece temizliği seven, her vakit abdest alır gibi yüzünü, gözünü ve kanatlarını temizleyen bu tâifenin, şüphesiz önemli bir görevi vardır. İnsanın hikmetle bakışı yetersiz olduğu için, henüz o görevi anlayıp kavrayamamıştır.

     Cenab-ı Hakk nasıl ki, deniz yüzünü temizlemek ve her gün ölen milyarlarca deniz hayvanlarının cenazelerini toplamak, deniz yüzünü cenazelerle karışık, iğrenç ve tiksinilen manzaradan kurtarmak için, sıhhiye / sağlık memurları sayılan, et yiyici ve gayet düzenli hareket eden bir kısım hayvanlar yaratmış. Eğer o deniz sıhhiye memurları muntazam görevlerini yerine getirmeseydiler; deniz yüzü ayna gibi parlamayacaktı. Belki hüzünlü, elîm ve acıklı bir bulanıklık gösterecekti.

     Hem Hz. Allah, her gün milyarlarca yabanî hayvanlar ve kuşların cenazelerini toplamakla, yeryüzünü o pis kokulardan temizlemek ve canlıları o elîm / acıklı, hazîn / üzüntü verici manzara ve görünüşlerden kurtarmak için, nezafet / temizlik ve sıhhiye memurları hükmünde olan kartalların benzeri; keramet gösterircesine, gizli ve uzak, beş altı saat mesafeden İlahî bir sevk ile o cenazelerin yerini hisseden, oraya giden ve onları kaldıran et yiyici kuşları ve vahşî hayvanları yaratmış. Eğer bu karadaki sıhhiyeler; gayet mükemmel, intizamlı ve vazîfeli olmasa idiler; zemin yüzü ağlanacak bir durum alacaktı.

     Evet, et yiyici hayvanların helâl rızıkları, ölmüş hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlara haramdır. Eğer yeseler, ceza görürler. “Boynuzsuz olan hayvanın kısâsı, Kıyamette boynuzludan alınır.” diyen hadîs (Müsned, I: 72) gösteriyor ki: Gerçi cesetleri fenâ bulur; fakat ruhları bâkî kalan hayvanlar arasında bile, onlara uygun bir tarzda, bekâ âleminde ceza, mükâfât ve ödüller vardır. Bundan dolayıdır ki, canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır, denilebilir.

     Hem küçücük hayvanların cenazelerini ve nimetin küçücük parçalarını ve tanelerini toplamak göreviyle karıncalar; temizlik memurları olarak, hem İlahî nimetin küçücük parçalarını teleften ve çiğnenmekten ve aşağılanmaktan ve abesiyetten korumakla ve küçücük hayvanların cenazelerini toplamakla, sıhhiye memurları gibi görevlendirilmişler.

     Sinekler de, insanın gözüne görünmeyen hastalıkların mikroplarını ve zehirleyici maddeyi temizlemekle, vazîfeli ve görevlidirler. Değil sadece mikropların nakledicileri, aksine, zararlı mikropları emmek ve yemekle; o mikropları imhâ, o zehirli maddeyi değişikliğe uğratırlar. Çok bulaşıcı hastalıkların önünü alırlar. Hem sıhhiye neferleri, hem temizlik memurları, hem kimyager

olduklarına ve geniş bir hikmete mazhar bulunduklarına delil ise, onların gayet çok oluşlarıdır. Çünkü kıymetli, menfaatli ve yararlı şeyler çoğaltılır.

     Sinekler; lâtif durumu, abdest alması gibi yüzünü, gözünü temizlemesiyle, abdest ve namaz, hareket ve temizlik gibi, insana gereken vazife ve görevini ihtar edip hatırlatarak, ders verir.

     Acaba hararet zamanında vücudun idaresinden fazla olan kanın çoğalması ve bulaşık ve bazı zararlı maddeleri taşıyan toplardamar’da cereyan eden pis kana musallat olan, belki de memur olan sivrisinek ve pireleri; fıtrî haccâmlar / hacamat edenler / kan alıcılar olarak kabul etmemiz ihtimal dahilinde olamaz mı?

     Çok zaman, bir sineğin elimize konduğunu, Allah’ın emaneti olan gözünü, yüzünü, kanatlarını güzelce temizlemeye başladığını görürüz.

     Sinek pisliği, tıp cihetiyle zararı yok bir maddedir ki, bazen tatlı bir şuruptur.

     Fakat sinekler, yedikleri binler çeşitli zararlı madde, mikrop ve zehirlerin kaynağı olmakla;     

sinekler, küçücük başkalaştırma ve tasfiye makineleri hükmüne geçmeleri, Rabbanî hikmetten uzak değildir. Belki onlara verilen işler cümlesindendir.

     Arıdan başka sineklerin bazı taife ve gurupları var ki, çeşitli çürüyüp bozulan maddeleri yerler. Durmadan pislik yerine katre katre şurup damlatırlar. O zehirli, kokan maddeleri ağaçların yapraklarına yağan kudret helvası gibi tatlı, şifalı bir şuruba tebdil ederek / değiştirerek, bir istihale /  değiştirme makinesi olduklarını ispat ederler.

     Bu küçücük fertlerin ne kadar büyük bir milleti, bir taifesi olduğunu göze gösterirler. Hal diliyle:

     “Küçüklüğümüze bakmayın. Taifemizin azâmetine / büyüklüğüne bakınız. ‘Sübhânallah’ deyin.” derler. Nitekim, bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar hârika, Rabbanî bir san’at eseri olduğunu; lâtifâne bir deyişle, meşhûr Yûnus Emre’nin şu ifadesi ne güzel belirtir:

     “Bir sineğin kanadını kırk kağnıya yüklettim; kırkı da çekemedi…”

Önceki İçerikG r i z u
Muhsin Bozkurt
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.