Güzel şeylere sahip olduğumuzda neden sevinmesini bilemiyoruz bilemiyorum. Fakat bu güzellikler elimizden gittiğinde hüzünlenmeyi hiç de ihmal etmemekteyiz.
Acılı, göz yaşartan filmleri izleye izleye “dertleri edindik” sanki.
Demem o ki insan, sahip olduğu kıymetlerin değerini, elden çıktığında anlıyormuş. İşte Mübarek Ramazan ayı da bunlardan biri.
Bir aydır yaşadığımız huzurun ve mutluluğun, bitmeyecek sandığımız eşsiz paylaşımların, aramaların, gönülden perçinleşmenin, hatır sormaların, tatlı tebessümlerin sonu mu geldi acaba. Umudum ve temennim, bu hasletlerin bizlerde kalıcı olması yolunda elbette ki.
Güzel anlar hızlı yaşanır, çabuk bitermiş meğer. İnsan sevdiği kadar da ayrılık acısını tadarmış.
Yüreğimizi hüzün kapladı bir nebze. “Alışılan uhrevi havanın, paylaşmanın, hatırlamaların, gönül almanın, sabrın, metanetin vefanın, heyecanlı buluşmaların, sürpriz sevinmelerin, hediyeleşmelerin” vb. iyiliklerin yaşantımızdan çıkması korkusu yüreğimizi burktu doğrusu.
Vefalı, candan, özlenen ve özleten bir dostu uğurlamanın kederi var bakışlarımızda. Kimimiz güzel şeyler yaptıklarıyla teselli bularken, bazılarımız fazlasını yapamadığının “keşke” si içinde…
Fakat tekrar gelecek olması, “umut çiçeklerimiz “e can suyu. Özlemlerimize “müjde” rahatlığı.
Ne var ki o gün geldiğinde, ulu çınarlardan çok değerli yaprakların döküleceği, kimi tatlı canların, “genç ihtiyar demeden bu vefasız dünyadan” ayrılacağı, “istemesek de” acı bir gerçek.
Can dostumuz Ramazan-ı Şerif gelmeden önce, kavuşma telaşı içimizi kaplamıştı. Fakat az da olsa, kimimiz; “acaba sabredebilecek miyim?” endişesine kapılmıştık.
Fakat hiç de hiç de öyle olmadı. Vefalı bir yar gibi, sıkıntı ve üzüntü yerine, tatlı bir huzur getirdi. Munis, hoşgörülü, sevecen, samimi bir üslupla bizlere tebessüm etti. Güven ve sabır dağıttı.
Candan bir arkadaş, hakiki bir dost gibi sardı sarmaladı her birimizi. Hoşgörü ve paylaşmayı akıttı kalplerimize. Hemencecik alıştık kendisine. İkramlarını sevinçle paylaştık. Zor sandığımız “sabretme, affetme, paylaşma” mizacımız oldu. Yüreğimiz yumuşadı, duygularımız merhamete geldi. İnsan olma yolunda daha bir istekliydik.
Ramazan-ı Şerif o kadar güzel hediyeler getirmişti ki yanında bizler için; onlara kavuştuğumuzda, sahip olduğumuz halde zamanla unuttuğumuz; “parıldayan pırlantalar, aydınlık yollar, huzura açılan pencereler, eşsiz lezzetler, özlenen mutluluklar olduğunu gördük.
Bunların hepsi “insan olmamızın” mihenk taşlarıydı. Olmadığında eksik kalan parçalarımızdılar. Onlarsız “tam, bütün” olamayacağımızı bir kez daha hatırladık.
Bunlar; sevgiydi, saygıydı, değer vermeydi, ötelememekti. Gelmeyene gitmek, sormayanı aramaktı. İyilikti, hoşgörüydü, sabırdı, sebattı, paylaşmaydı, affetmekti, komşuluktu, akraba eş dost hatırıydı. Yardımlaşmaydı, nadide temennilerdi, duaydı, tebessümdü, hatırlamaydı.
Bizi “biz” yapan aile ve toplum iksirimizdi açıkçası. Bunların her biri bizlere kılavuz oldu. Onlarla, ailemizin, akrabalarımızın, komşularımızın, sevdiklerimizin, öksüz ve gariplerin, unutulanların yüreğine dokunma imkânı bulduk. Böylece insanlığımızı hatırladık.
San ki dünyamız değişti. Sıkıcı, tekdüze, tatsız tuzsuz geçen günlerimize tatlı bir heyecan, koşuşturmalı bir huzur yayıldı.
Her anımız daha bir anlamlı ve değerli geçmeye başlamıştı. İnsanlar daha iyi, çevremiz daha temiz ve yeşil, esen rüzgârlar tatlı bir meltem, yağan yağmurlar ıslatan bir mutluluktu adeta. Yaşamak daha da güzeldi bu kez.
Unuttuklarımızı hatırlamış, komşularımızla, akrabalarımızla, yoksul ve öksüzlerle soframızı paylaşmaya başlamıştık.
Söylemlerimiz pozitif, sabrımız daha fazla, hoşgörümüz candan, tebessümümüz daha bir güzeldi. Yüreğimizde küllenen değerli hazineler ortaya çıkmaya başlamıştı teker teker. Kalbimiz daha yumuşak ve şefkatli atıyor, gözlerimiz daha merhametli ve anlamlı bakıyordu.
Öfke ve kızgınlığın fay hattı oluşturduğu yüz çizgilerimiz kaybolmuş, anlımız berrak ve daha bir parlaktı adeta.
Teravilere koşuyor, kandillerde tebrikleşiyor, gariplerle iftarlarda buluşuyor, yardım kolileri hazırlayarak, paylaşmanın tadını yaşıyorduk.
İçimizdeki karamsarlıklar, küskünlük ve kırılganlıklar uçup gitmişti bir anda. Zihnimizi meşgul eden gereksiz duygu ve düşünceleri temizlemenin bir tatlı huzurunu yaşıyorduk.
İçimizdeki “ben” duygusu kaybolmuş, “biz” olmuştuk adeta. Bencilce oluşturduğumuz hayalimizdeki “sırça saray” lardan çıkarak, var olduklarından haberimizin bile olmadığı yoksul komşumuzun, akrabamızın insanlık lügatinde tanımı yapılan gönüllerdeki gerçek mekanlarına gitme fırsatı bulmuştuk.
İşte, bilimin tanımını yaptığı “aile”, millet” ve “insan” olmak buydu belki de. Bunu kendimiz başarmıştık. İsteyerek, idrak ederek ve sevinerek. Çünkü bir değerli dost canım Ramazan sayesinde.
Seni çok sevmiştik, sultanlar sultanı. Koşulsuz sınırsız ve içten. Sana doyamadık bir türlü. O yüzden hep özleyeceğiz, gelmeni ve getireceklerini.
Bizlere hediye ettiğin nadide güzellikler aklımızda ve gönlümüzde. Umarım bunları küllendirmeden, en iyi şekilde birlikte yaşarız sen gelene kadar.
“Elveda…” demeye dilimiz varmıyor, zira dönmeyenler içindir vedalaşmak. Biliyoruz ki yine geleceksin. Lakin bir nebze üzgünüz…
Umarım sevenlerin yine sana kavuşur… Güle güle git Ya Şehri Ramazan, güle güle…