Kutsal Ramazan Ayı “ibadet ayı” olarak anlatılır. Bu ay boyunca medyada genellikle ibadetlerle ilgili bilgiler ve yorumlara yer verilir.
Oysaki Ramazan Ayının birinci önceliği, ibadetlerin nihai hedefi insan nefsinin terbiyesi olsa gerektir. Çünkü insanlara en zor gelen ibadet türleri oruç, fitre ve zekât bu ayın olmazsa olmazlarıdır.
Doyumsuz olan insan yapısı, etkili bir şükür biçimi olan oruçla terbiye edilir. Bizden insanlığın en büyük rütbesinin “Allah’ın kulu” olmak olduğunun idrakine erişme çabası istenir.
Bu ibadetlerle açların halinden anlamak, yoksullara yardım etmenin hazzı öğrenilir.
“Kendi menfaatini maksimize etmek üzere programlandığı” söylenen bencil, homo-ekonomikus insan tipinden “sosyal bir varlık” mertebesine geçilmeye çalışılır.
Böylece diğer insanların da en az bizim kadar saygıdeğer, sadece insan olmaktan, vatandaş olmaktan kaynaklanan eşit haklara sahip olduğunun benimsendiği bir hayat tarzı geliştirmemiz gerekir.
Medyada her Ramazan Ayında ibadetlerin şekliyle ilgili “sakız çiğnemek orucu bozar mı?” türünden yüzlerce soruya cevap verilmeye çalışılıyor.
Bunların yerine veya bunların yanında güzel ahlakı anlatsak; topluma huzur, mutluluk ve güven veren sosyal insanlar olmamızı teşvik eden programlar yapsak daha İslami olmaz mı?
Son yazımda Diyanet İşleri E. Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu‘nun “bir Müslüman ülkede bir insan dindarsa ahlaklıdır” denilmesi gerekirken, “ülkemizde günümüz insanı ‘dindar, ahlaklı olmayabilir’ diye düşünebiliyor” diye yakınmasını anlatmıştım.
Yargıdaki haksızlıkları yapan, kamu malını çalan, yolsuzluklar, tecavüzler, ticari hayatta sahtecilik ve hileler yapan “dindar” etiketli insanların tuttukları namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin asıl maksada erişmede yardımcı olmadığını gösteriyor.
O halde Ramazan Ayının feyiz ve bereketli olmasının benim için ilk anlamı Müslümanların bu ay boyunca daha ahlaklı davranışları alışkanlık haline getirebildiğini görmek olacak.
Yolsuzluk, haksızlık, kin, nefret, haset, yalan dolan, kutsallara ihanet gibi davranışları alışkanlık edinmiş “dindarlardan” olmak yerine sevgi, saygı, estetik ve zarafet yansıtan dürüst, güvenilir Müslümanlar olabilme çabası…
Hem benim ve hem de hepimizin ortak kaygısı bu olmalı diye düşünüyorum.
***************************************
Sanat ve Estetikten Uzak
Türklerin İslam’la tanışmasından önce de, Müslüman olduktan sonra da zamanının çok ilerisinde sanat ve estetik değeri olan eserler verdiğini biliyoruz. Bunlarla gurur duyuyoruz.
Ancak birkaç yüz yıldır biz Türkler dâhil tüm Müslümanlar insanlık âlemine bilim, sanat ve estetik değeri olan çok az sayıda eser verebiliyoruz.
Türkiye’de de son 15 senedir “dindar” olduğu söylenen, İslami kimliği öne çıkarılan bir iktidar var. Bu kimlikteki insanlar yaklaşık 30 senedir İstanbul gibi bazı şehirlerdeki yerel yönetimlerde de iktidar.
Şehirlerimizin hali ortada. Bazı iyi uygulamalar olsa da, Dünyanın en kötü şehircilik uygulamaları bizde. Düzensiz, yamuk yumuk yapılaşma, aynı sokaktaki birbiriyle son derece uyumsuz, zevksiz beton yığını yapılar…
Bütün şehirlerde trafik çilesi, zaman israfı ve asabi insanlar yaratıyor. Adaletsiz, kuralsız, adamına göre imar uygulamaları ile haksız kazançlar artarken şehirlerimizin estetiği yok oluyor. Rant hırsı komşu hakkı, kul hakkı kavramlarını unutturuyor.
Yıllardır devletin bütün imkânlarını kullanan bu “dindar” insanların, sanat hayatımıza evrensel değerde bir eser yaratılmasına yardımcı olduğunu göremedik.
Son dönemlerde TV dizileri açısından ciddi bir atılım yaptık. Yurtdışına ihraç edilen diziler önemli bir kazanç kalemi haline geldi. Türkiye dışında yaşayan Türkler bu dizileri izleyerek Türkiye Türkçesini öğreniyor ve kültürümüze dair bilgiler ediniyor. Ancak bu alanda üretilen filmlerde milli bir kültür politikasının izlerini göremiyoruz. Bir saatlik bir film içine gizlenmiş milli kültürümüz ve değerlerimizle ilgili olumlu mesaj veren birkaç dakikalık sahneler görebilsek ne iyi olurdu. ABD film ve dizilerinde bu çok iyi yapılıyor.
Müzik alanında da “dindarların” iktidarı döneminde bir gelişme göremedik. TRT, Türk Sanat ve Türk Halk Müzikleri alanında bir okuldu. Bu dönemde sanatçı kadroları tasfiye edildi. Seviye ciddi anlamda düştü.
TRT’de Ahmet Hatipoğlu‘nun başlattığı ve çok güzel gelişim gösteren tasavvuf müziği alanında da “dindarların” iktidarında gerileme söz konusu. Ben tasavvuf müziğini çok seven biri olarak, Camilerin avlularında satılan son derece bayağı, sözde ilahi albümlerini dinlememek için yolumu değiştiriyorum.
Bu dönemde devlet konservatuvarlarının sayısı çoğaldı ama kalite düştü. Batı Müziği alanında da durum aynı.
Büyük şairler ve besteciler yetiştiremez olduk. Günlük tüketilen eserlerle oyalanıyoruz. Klasik, kalıcı, evrensel değere ulaşmış sanata bir yol açamadık.
Bazı sanat dallarında bireysel başarılar görebiliyoruz. Ancak bunlar genel seviyemizi yükseltecek miktarda değil.
Sanat ve estetik için uygun bir iklim oluşturulamadı. Özgür, bağımsız bireylere, rant/ haksız kazanç hırsı, mahalle baskısı gibi etkilerden uzak, uygun bir iklime ihtiyacımız var.
Böyle olduğu için mimarimiz zevksiz. Şiirimiz, müziğimiz kısır. Hayatımızda sanata yer yok, insanımız estetik kaygısından uzak.
Recep İvedik filmlerinin izleyici rekorları kırması tesadüf değil.
Madem durum böyle, bu Ramazan’da ibadetlerin yanında ahlak, sanat ve estetik de konuşsak iyi olur diye düşünüyorum.