Bayram; neşe ve sevinç günüdür. Ulvi duyguların coştuğu, sevgi ve saygının müslümanlar arasında zirveye ulaştığı kutlu ve mutlu günlerden biridir.
İnsanları birbirine kaynaştırarak biraraya getiren en güzel vesilelerden biri bayramdır. Bayramda hediyeleşme ve yardımlaşma o kadar ileri derecededir ki, ahirete göçen yakınlar da nasibini alır. Yakınları Bayram namazını kıldıktan sonra gidip kabirlerdeki yakınlarına yasinler ve fatihalar okuyarak onları da adeta bayram havasına sokmak ve onları da memnun etmeye ve sevindirmeye çalışırlar.
Ramazan Bayramı, sanki bir ay boyunca tutulan orucun iftar vaktindeki sevinci gibidir. .(İbni Mace, Sıyam: 32.) Özellikle uzun yaz aylarına tesadüf ettiğinde sıcak günlerde oruç tutan müslümanlar, bu zor imtihanı vermenin sevincini yaşarlar.
Ramazan ve Kurban bayramları Hicri ikinci yıldan itibaren kutlanmaya başlamıştır. Ramazan orucu da hicri ikinci yılda farz kılınmıştır. Bunun ardından Şevval ayının ilk üç günü Ramazan orucu sonrasında Ramazan Bayramı olarak kutlamışlardır.
Yüce Allah; “(Size farz kılınan oruç) sayılı günlerdedir” (Bakara,184) buyrulur. Peygamberimiz de: “Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır” (Buhârî, İydeyn: 3; ‘Müslim, edâhi: 7.) Buyurmuştur. Bu Hadis-i Şerife istinaden Ramazan ve Kurban bayram namazları kılınarak bayrama başlanır.
Hz. Peygamberimiz bayramlar için; “.. Bu günler yeme içme günleridir” (Ebu Davud, Şavm:50; Tirmizi, Savm:59; Nesai, Menasik:195.) buyurmuştur. Bayramlar; İslam kardeşliğinin pekiştiği, dostlukların zirve yaptığı, gönüllerde barış rüzgarlarının estiği günlerdir.
Ebu Said el-Hudri anlatıyor: Resulüllah (a.s.) vefatından evvel hastalanınca hutbeye çıktılar ve; Allah’ü Teala kulunu dünya ve ahiret arasında muhayyer bıraktı. O da Allah’ın katındakileri seçti, buyurdu. Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekir ağlamaya başladı. Ben bu durumda ne varki Ebu Bekir ağladı, diye düşündüm. Meğer, O dünya ile Allah katındaki nimetler arasında muhayyer bırakılan kul, Peygamberimizmiş. Bunu anlayan Ebu Bekir, ağlamıştı. Peygamberimiz Hz. Ebu Bekir’i ağlar görünce: Ya eba Bekir ağlama, bana malı ve arkadaşlığı konusunda en cömert olanı şüphesiz ki Ebu Bekir’dir. Ümmetimden birini kendime dost edinseydim, Ebu Bekiri dost edinirdim. Fakat İslam kardeşliği ve sevgisi şahsi dostluktan üstündür, buyurdu. (Buhari ,Salat, 80; Müslim, Fedail-i Sahabe,1) Bu hadis-i şerif İslam Kardeşliğinin diğer bütün kişisel dostlukların üstünde olduğunun açık delilidir.
İlk islam toplumu Medine’de oluşmuştu, bu sayede eski düşmanlıklar ve kan davaları son bulmuş, birbirinin kanını içen toplumlar birbirinin yıllarca can dostuymuş gibi bir şekle bürünmüşlerdi. Bunu, islam dininin derin kardeşlik anlayışında aramak lazımdır. Bu günde insanları bir araya getiren ve kardeş yapan en büyük ortak payda islam dinidir.
Ramazan Bayramı bir ay boyunca tutulan orucun iftarı sayıldığı için, normal iftarda tatlı veya hurma ile orucu açmak nasılki sünnet ise, Peygamber Efendimiz, Ramazan Bayramına da tatlı yiyerek, Bayram sabahında hurma vb. bir tatlı tadmadan evlerinden ayrılmazlardı. (Müslim, Sıyam: 49.)
Peygamberimiz (s.a.v.) bayram gecesinde ibadet etme konusunda şöyle buyuruyor: “Sevabını Allah’tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez.” (Müslim, Sıyam: 67.)
Bayramlar, devri risalette bambaşka bir neş’e ile kutlanırdı. Peygamberimiz (a.v.) bayram sabahı mescide gelir ve hanımlarının ve diğer hanımlar ve kızların da mescide çıkmasını isterdi. Cemaatin arka tarafında saf tutan kadınlar da bayram namazını kılarlardı.(Müslim, Selatü’l-İydeyn: 11) Bayram namazından sonra Peygamberimiz cemaate hitaben bir hutbe okurdu.
Sa’d bin Evs el-Ensârî anlatıyor: Resulullah (a.v.) şöyle buyurmuştur: Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara iner ve şöyle seslenirler: “Ey Müslümanlar! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol mükâfat verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolunup, o emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolunup, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat ettiniz, (şimdi) mükâfatınızı alınız.
“Bayram namazı kılındıktan sonra bir münadi: “Dikkat ediniz, müjde size! Rabbiniz sizi bağışladı, doğru yola ermiş olarak evlerinize dönünüz. Bayram günü mükâfat günüdür. Bugün semâ âleminde mükâfat günü olarak ilan edilir.” (el-Terğib ve’t-Terhib Ter. 2:332.)
Bayramlar da, sevinç ve neşelerimizi meşru dairede göstermemiz, dinimizce caiz görülmüştür. Buna misal olabilecek bir hususu Hazret-i Âişe (r.a.) annemiz şöyle anlatıyor: “Bir grup Habeşli, bir bayram günü mızrak ve kalkanlarıyla gösteriler yapıp, rakseder gibi oynuyorlardı. Peygambermiz (a.v.) beni çağırdı. Başımı onun omuzuna dayadım, ta onlara bakmaktan ilk vaz geçen ben oluncaya kadar, bu vaziyette onların harp oyununa baktık…” (Müslim, Salatül-ıydeyn,20) Lakin bu sevinç ve eylencenin meşru dairenin dışına çıkmaması, bir taşkınlığa dalarak günah sayılan bir fiil olmaması gerekir.
Bayramların asıl süsü ve zineti tekbirlerdir. Getirilen her tekbir ruh ve gönüllerde manevi coşkuyu ve heyecanı canlandırır. Kulu, Rabbinin azameti karşısında yüce duygulara taşır. Resulullah (a.v.) şöyle buyurmuştur: “Bayramınızı tekbir getirmek suretiyle süsleyiniz.” (Terğib..,ter. 2:332.) Cemaatler halinde kılınan bayram namazlarında getirilen tekbirler, gafletin gitmesine, şükürümüzü eda etmemize vesile olur. İki milyara yakın müslümanın ağzından çıkan bu tekbirler, yeryüzünden semaya yükselerek, adeta muhteşem bir senfoni korosu halinde dünyamızın göklere doğru Allah’ın büyüklüğünü ve tevhidi haykırmasıdır. Böyle muhteşem bir günde küçük meseleler, kırgınlıklar ve dargınlıkların ne önemi olabilir? Onun için bayramda her mü’minin kardeşleriyle kardeşlik sözleşmesini yenilemesi, kuvvetlendirmesi, fakirlerin yardımına koşması, çocuklarını sevindirmesi lazımdır ki, o mânâlar yaşanan hayata geçsin.
Dini bayramlar, bütün islam ülkelerinde kutlanmakta. Bu cihetiylede bütün dünyada kutlanan bu bayramlar diğer milletler tarafından da izlenmektedir. Ğayri müslim komşular da bu bayramlarda müsülümanların bayramlarını tebrik etmekte ve müslümanlar da onlara ikramlarda, sevgi ve hoşgörüde bulunmaktadırlar. Bir Avrupa ülkesinde görevde iken bayramlaşma törenlerimize yabancı bürokrasinin yanında o ülkenin halkının da katıldığını gördüm. Büyükelçilerimiz ve Başkonsoloslarımız residanslarında yabancı temsilcilerinde katıldığı bayramlaşma törenleri düzenlemekteydiler, bu bayramlaşmaya yoğun yabancı katılımı oluyordu. Aynı şekilde bu dini bayramlar Diyanet Vakıf binalarında da kutlanırdı. Bu kutlamalara büyükelçilerimiz, Başkonsoloslarımız, elçilik ve Başkonsolosluk memurları, yabancılar ve onların dini temsilcileri ile gurbetçilerimiz de katılmakta coşkulu bir bayramlaşma olmaktaydı. Bu vesileyle, hem yurt içinde ve hem de yurtdışında yapılan bayram kutlamaları ve adetlerimiz basın ve medyanın da yardımıyla dünyanın gündemine oturmaktadır.
Bayramların göze çarpan en güzel ve dikkat çekici bir yönü ise; tanısın tanımasın müslümanlar her karşılaştığı müslüman kardeşiyle, tokalaşarak, birbirleriyle bayramlaşması ve tebrikleşmesidir. Saadet Asrında ise Sahabiler birbirlerine “Bârekâllâhü lenâ ve leküm” diyerek bayramlaşırlardı, yani “Allah bizden de, sizden de kabul etsin” dedikleri rivayet edilir. Biz ise; ” Bayramınız kutlu olsun, Bayramınız mübarek olsun, hayırlı bayramlar” gibi sözlerle bayramımızı kutlarız.
Peygamberimiz (a.v.) “Birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize haset etmeyiniz, birbirinize arka çevirmeyiniz; ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Bir müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz.” (Buhârî, Edeb, 57-58, Müslim,Birr,8)
Bir ayet-i kerimede: “Allah’a ve Peygamberine itaat edin, birbirinizle didişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal,46) Şu konuyu önemine binaen zikretmekte fayda var; “Birbirinizle didişmeyin..” sözü kavga gürültü vb. durumlarda birbirimize saygılı olmamızı, sıkıntı olan konularda anlaşarak, konuşarak çözmemizi ifade ediyor.
Bir arkadaşla din konusunda sohbet ederken, şöyle bir şey söyledi; çok kaba ve suçlayıcı oldukları için camiye ve cemaatlere yaklaşamıyoruz, dedi. Belki biraz abarttı, ancak bir yerde gördüğü itici, işittirici bir eda ile yapılan bir konuşma veya manzara ile karşılaşmış olabilirdi. Ben çok üzüldüm, bunu genellemesinin doğru olmadığını söyledim, ama demek ki nezaket çok önemlidir. Bazen, hislerimize kapılarak söylediğimiz kırıcı bir söz veya davranışla nicelerini dinden uzaklaştırmış olabiliriz. Gönül insanı Yunus Emre bunu ne güzel dile getiriyor:
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı.
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.
Peygamberimizin (a.s.) bu kadar sahabeyi ve ümmeti toparlamasındaki en önemli hususlardan birisi O’nun nezaketi, tebessümü ve ikramıdır. Yüce Allah’ın Peygamberimize “Katı yürekli ve sert davranışlı olsaydın etrafından dağılır giderlerdi” buyurması da buna delildir. Devrimiz ikna devridir. İnsanların gönlüne girmenin tek yolu sevgi ve muhabbetle yaklaşmaktır. Aksi taktirde dağılır giderler ve yaklaşmazlar, işte bayramlar bu birlikteliklere ve kaynaşmaya vesiledir.
Diğer bir ayette de: “Toptan Allah’ın ipine sarılınız, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.” (Âl-i İmran,103) buyurulmuştur. Bu ayetlerdeki kardeşlikleri, bayramlar biraz daha pekiştirmektedir. Bayramlar nice kavgalara, düşmanlıklara son vererek barışlara vesile olmaktadır. Çünkü; bayramdan önce kim, kim ile dargın ise, cemaatler tarafından tesbitler yapılır ve onlar barıştırılmaya çalışılmaktadır. Bu barıştırma, müslümanların görevleri arasındadır. Bundan dolayıdır ki bayramlar toplumu barıştıran bir vesiledir ve barışa çok güzel bahanedir.
Bayram Namazlarına giderken banyo etmiş, temiz ve güzel elbiseler giymiş, dişlerimizi yıkamış, güzel kokular sürünmüş, olarak camilere doğru yol alırız. Yediden yetmişe kılmış olduğumuz bayram namazından sonra kabirlerin yolunu tutarız. Sanki kabirdekilerin de bizim sevincimize katıldıklarını hissederiz. Okuduğumuz yasinler ve fatihaları da onlara adeta bayram tatlısı yerine ikram ederiz.
Fakir olanlar da bu sevince katılsın diye onlara da fıtır sadakası vererek bayram neşvesine daha içten katılmalarını sağlarız. Zaten Ramazan bayramının asıl itibariyle hadislerde geçen adı “İydü’I-fıtr”, yani (Yaratılış atiyesi) Fıtr Bayramı demektir.
Yüce Allah cümlemizi, kendi içinde barışan, ailesi ve toplumuyla barışan kullarından eylesin… Bütün okuyucuların Ramazan Bayramlarını kutluyorum. Nice bayramlara..