(İkinci Bölüm)
1-Sorulara Cevaplar (İkinci Cilt)
13,5 x 21 santim ölçülerinde, 350 sayfalık eserin 6. baskısı 2024 yılında, Ankara’da, Yayıncılığını ve Genel Yayın Yönetmenliğini Mehmet Nuri Parmaksız’ın üstlendiği KorKut Yayınları tarafından gerçekleştirildi. Editör Bânu Altınova.
Eserini; Ankara Cumhuriyet Lisesi’nin efsâne edebiyat öğretmeni (1964-1972) merhum kayınvâlidesi Emine Selma (İnal) Akay (1923-1972) Hanımefedi’ye fâtihalarla ithaf eden Prof. Dr. Sâdık K. Tural ‘Beşinci baskı için Sunuş’ başlıklı yazısında özetle diyor ki:
Kendi zekâsının çeşitli bölümlerini işleterek yeni sorular oluşturmak, yeni cevapların peşine düşmek… Karşılaştığı soru, problem ve sıkıntılar karşısında, ‘kazanmak’ kadar, zaman zaman ‘kaybetmek’ ve ‘çözümsüzlüklerle uğraşmak’ durumlarının olabileceğini kabullenmek… Kaybetmenin de zekâyı ve bedeni, yeni işlev ve işleyişlerle zenginleştireceğini bilmek… Sormak ve bilgi edinmek, çözümün bir parçası olma sorumluluğunu üstlenmek… Aklını, duygusunu, hayalini, zevklerini ve sezgilerini bilgi ile zenginleştirerek ruhuna özgürlük kazandırmak, en değişmez hakîkate ulaşmak. Her yaştaki insanın beş şarta uyması gerekir.
ALLAH, bilmek, öğrenmek adına soru sormamızı istiyor: ‘Bilenle bilmeyen hiç bir olur mu?’ İlahî hikmetiyle zekânın bütün fakültelerinin, bütün bölümlerinin işletilmesini emrediyor.
Toplumlar ve onları oluşturan topluluklar, değer ve davranışlar bakımından değişmekte, dönüşmektedir. Değer ve davranış değişmeleri ile modernite nitelikli öğelerin evrilerek yaygınlaşması aynı kuşak içinde yaşandığında ise zihniyete bağlı sürtüşmeler meydana geliyor. Bu olumsuzlukların derin ve kalıcı istikrarsızlıklara yol açmaması için bilge bilginler, uzmanlar ve her türden ayrışmaya karşı çıkan siyasetçi ve idâreciler ‘durum tespiti ’ nitelikli çalışmalar yapmak ve yaptırmak zorundadır.
Her kuşak, ya geçmişin veya yaşanan zamanın bir meselesine çözüm bulma niyetiyle zekâsının bir kaç bölümünü işleterek soru sormak, sorularına cevaplar aramak zorundadır. Soru sormayan, sıkıntılarına cevap aramayan veya zekâlarını bu yönde çalıştırmayan kuşaklar, oyun kurucuların verdiği rolü oynamaya mahkûm olurlar. Kültürel emperyalizm; cehâleti alkışlar, kendisine teslim olmuş zekâları oyunlarla tatmin eder.
Sorular sormak da soru, sıkıntı ve ihtiyaçlar konusunda hem durum tespiti yapmak hem çözüm nitelikli cevaplar aramak da ortak payda adına, benzeşme, bütünleşme ve istikrar için ortaya konulan arayışlar ve tekliflerdir.
Gerek tespit ve yorumlarımda, gerek kullandığım kelime çeşitlerindeki farklıklar, birikimimdeki değişmelerin sonucudur. Aynı konuya farklıca baktığım zaman olmaz mı? Neden olmasın? Bu gün okuyup dinlediğimde, bazılarını eksik, hattâ sert bulduğum ifâdeler yok mu? Var. Doktorasını yazmakta olan kızımız Merve Çan’ın 4. baskı için yazdığı editör mektubunu bu bakımdan anlamlı buluyorum.
1982 ile 2018 arasında -birinci kitapta Serap Taşdemir’le, ikinci kitapta Nesrin Kırca’yla ilgili iki metin hariç- tamamı yayınlanmış bu metinleri yayın târihini dikkate alarak okuyanlar şu üç durumu görecekler:
1-Kırk yıla yaklaşan bir zaman aralığında ifâde ve üslup ile dile bağlı fikirlerimin değişmelerini. 2-Farklı zamanlarda yapılmış olduğu hâlde, aynı kalan fikirlerimin aynı cümlelerle olmasa da tekrar edilmişliğini. 3-Yerli, millî bir duyarlılıkla Türkiye ve Türk dünyâsının meselelerine durum tespiti, çözüm teklifi nitelikli fikirler oluşturup paylaşma çabamı… Soruyu soranların, kendi meraklarının seviyesi ölçüsünde bende de açılımlara sebep olduklarını belirtmeliyim.
Yazıların kronolojiye göre sıralanması yerine birbirlerine yakın kavramlar olmalarını benimseyen bir düzenleme yapıldı.
Benimle yapılmış elliyi aşkın söyleşi, mülâkat, anket metni bulunmaktadır. Bunlara ek olarak beş adet de üç veya dört kişilik sohbetler var…
Eserde yer alan 17 adet röportajın mevzuları ve soranları:
*Milletin ve Edebiyatın Sorunları: Ayşe Ulusoy-Tunçel.
*Dil ve Edebiyat: Oğuz Çetinoğlu.
*Edebiyat Araştırmacılarının Meseleleri: Hidayet Özcan.
*Edebiyat Araştırmalarının Felsefî Zemini: Ayfer Yılmaz.
*Şiir: Lütfü Parlak.
*Şiirde Zaman: Ayşegül Celepoğlu.
*Şiir ve Taşra Dergiciliği: Ahmet Otman.
*Edebiyatımızda Tenkit: Metin Kayhan Özgül.
*Roman: Hamle Dergisi
*Roman Kahramanları: Nesrin Kırca.
*Roman Kavramı: Banu Altınova.
*Kırgız Türkleri ve Cengiz Aytmatov: Zaripbek Zoltabayev.
*Toplumumuz Niçin Az Okuyor? Nezahat Arseven-Özcan.
*Çocuk ve Gençlik Edebiyatı: Hayrettin Parlakyıldız.
*Türk Dili ve Kültürü: Halide Gamze İnce
*Sinema ve Edebiyat: Bizim Külliye.
*Doğumunun 100. Yılında Yahya Kemal: Muhtar Tevfikoğlu – Taha Akyol
Kitabın sonraki sayfalarında; ‘Sâdık K. Tural’ın Özgeçmişi’, ‘Ana Kavramlar Dizini’ ve ‘Kişi Adları Dizini’ yer alıyor.
Prof. Dr. Sâdık K. Tural’ın cevaplarından seçmeler:
Bakınız, tıp târihini alalım, dünyâ tıbbının olmadığı bir devirde gerçekten öncüyüz: İbnî Sina ve Sabuncuoğlu yeter… Astronomide Uluğ Bey yeter; Cezeri’nin, hem mekanik ve bilgisayar teknolojisi hem matematik için ortaya koyduklarını dünyâ biliyor. Türkiye’de biz bilmiyoruz. Dünkülerin kırılma ve çözülme noktası, ‘Arap ve Acem’de ne varsa alalım’, yâni bir anlamda ‘üretme yerine tercüme’ idi. İki yüz yıldır aydınımızın büyük bir kısmı da, Avrupa veya Amerika düşüncesini ve zevkini benimsemiş görünüyor. Okuyun İbrahim Kafesoğlu’nun Türk Millî Kültürü’nü, okuyun Bahattin Ögel’in Türk Kültür Târihini, okuyun Tuncer Baykara’nın yeni çıkan Türk Kültürüne Bakışlar kitabını, İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ı, H. Nihal Atsız’ı, Yılmaz Öztuna’yı, Aydın Sayılı’yı, Mübahat Türkel-Küyel’i, Faruk Sümer’i, Esin Kâhya’yı okuyun, birikimimizin inkâr edilemeyeceğini görün. Ya Ekrem Hakkı Ayverdi’nin, Celal Esad Arseven’in, Oktay Aslanapa’nın, Halûk ve Beyhan Karamağaralı’nın eserleri; mûsikimiz için kaynaklar var, okuyun Yılmaz Öztuna’yı…
Edebiyat mı? Yalnızca Fuzûlî’yi veya Yunus Emre’yi yahut Karac’oğlan’ı baştan sona inceleyerek okuyanlar konuşsun…
İnceleme mi? Köprülü’yü, Tanpınar’ı, Mehmet Kaplan’ı, Kaya Bilgegil’i, Ömer Faruk Akün’ü okuyun… Hilmi Ziya Ülken’i, Osman Turan’ı, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nu, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nu, Mümtaz Turhan’ı, Sabri Ülgener’i, Muharrem Ergin’i, Osman Nedim Tuna’yı, Nuri Yüce’yi Mehmet Eröz’ü, Erol Güngör’ü, Osman F. Sertkaya’yı, Ahmet Taşağıl’ı okumadan Türk Kültür ve medeniyeti hakkında konuşmak doğru olmaz. Târihî birikimimiz özellikle 1850 öncesinde, dünyâ ile boy ölçüşecek türdendir. 16. yüzyıldan önce ise, birçok alanda öncü ve birinci… Bu gerçeklerin okutuluyor, öğretiliyor olmaması, eğitim sisteminin günahıdır.
Bir başka soruya cevabı:
Çok yönlü, çok özel bir yapısı bulunan dil adlı servetin ihtiyaçlarıyla ilgili bu sorunuz için teşekkür ederim. Günlük hayat, bir yandan zenginleşerek yeni ihtiyaçlara bağlı kavramlar girmesine yol açarken, bazı kelimeler hayattan çekiliyor. Bu türden yüzlerce örnek verilebilir. Yeni bilgi, araç, gereç, durum ve fikirlerin adlandırılması; dilde yozlaşmaya, zevksiz, sevimsiz kelimelere yol açabiliyor. Öncelikle Türk dili bilginleri ve konuyla ilgili kurumlar, sonra da sizler gibi Türkçenin korunarak yaşatılmasını bir millî iman ve millî beka meselesi sayanlar, bu konuda üzerine düşeni yapmalı… En önemlisi de MEB gereğini yapmalı… İyi insan, iyi vatandaş olmanın yolu, dilinin inceliklerinin ve zenginliklerinin farkında olmak, bilgilenmeyi eğilimle tamamlamak değil midir? Öncelikle karşısındakini dinlemeyen, dinliyor olsa da anlamayan insanların sayısındaki artışın sebepleri nelerdir? Bir kitabı veya en çok on beş sayfalık bir metni okumayan, okuduğunu anlamayanların halkın büyük çoğunluğunu oluşturduğunu söyleyen araştırmalar gerçekten korkutucu… Her iki durum, çok ağır bir hastalığın apaçık göstergeleri değil midir? Dil, zekânın hem tarlası hem de elde edinilen, kazanılan mahsulü olduğuna göre, toplumda bir tür zekâ hastalığı mı yaşanmaktadır? Türkiye Cumhuriyeti, Türkçe, Türk Devleti’nin bağımsızlığı kavramlarına örtülü düşmanlıklar yürütenlerin ve bunu eğitim öğretim sistemimiz üzerinden yapmaya kalkanların artmış olması… Bence bu konudaki karşı faaliyetler ısrarla ve bilinçle yürütülmelidir. Bilinçli ve bilgili olmak şartı ile Türk olmaktan, Türkçeci olmaktan gurur duyanlar, güç birliği yaparak öncelikle milletvekillerini harekete geçirmelidir. Öğretmen unvanlı görevliler ise bu dertten kurtulmamızı sağlayabilirler. Öğretmen, Türkçenin korunmasından yaşatılmasından ön sıralarda yer alan sorumlu değil mi? Fakat Millî Eğitim Bakanı unvanı ve görevi verilmiş kişiler veya Tâlim Terbiye Kurulu üyeleri Türkçe konusunda bilinçli duyarlılık ve titizliği yansıtmayan karar ve uygulamaları benimsiyorsa, öğretmen ne yapacak? Kavramları, terimleri öğretecek olan, Türkçenin konuşurken ve yazarken yapısını bozmadan kullanılmasını sağlayacak olan öğretmenler değil midir? Türk olmayı iç dünyasında kabul etmeyenler MEB için politika belirliyor, uygulamaya koydurabiliyorsa, Türklük ilkemiz ve hedefimizdir düşüncesindeki öğretmenler ne yapmalı? Eğitim, farklılıkları azaltma, kamplaşmaları yok etme, benzeşmeyi en üst seviyeye çıkarına, bütünleşmeyi sağlama faaliyeti değil midir? Millî Eğitim Bakanları, millî eğitim ilkelerini ve Millî Eğitim Temel kanununu bir kenara koyuyorlarsa, öğretmen ne yapabilir? Öğretmen unvanlı insanların çok farklı kaynaklardan ‘üretilmiş’ olması -keşke yetiştirilmiş olsa- diyebilseydim.
Sorunuzun can alıcı noktasına ilk cevabımı -şimdilik- şu cümlelerle vermiş sayın lütfen: Dinlediğini ve okuduğunu anlayan, öğrendiklerini anlatabilen, zekâsını zenginleştirip işleten bir toplum olmanın ön şartı, her vatandaşın Türkçe konusunda ısrarlı duyarlılık göstermesidir. Anlamanın ve anlaşmanın, uzlaşma ve benzeşmenin temeli dildir. Türk dilinin imkânlarından faydalanılarak yeni kavramlar ve yeni terimler türetilmesi gereklidir. Bilinçli dil bilginlerinin katkılarıyla oluşturulacak yeni kavramlar ve terimler, araştırma dünyâmızı da günlük anlaşma dilimizi de zenginleştirecektir.
(Devam Edecek)