Prof. Dr. SÂDIK K. TURAL ‘ANLATMAK’ Kelimesinin Engin ve Derin Mânâlarını Anlattı.

10

(DÖRDÜNCÜ BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu: Batıda 20 yüzyılın başlarında expretion diye bir kavram çıktı, etkileri yaklaşık 1960’lara kadar devam etti. Konu ile alâkadar olduğunuzu biliyorum.  Bu görüşte olanların tezi hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?

Prof. Dr. Sâdık Tural: İnsanın iç dünyâsındakilerin hepsini; müdâhale etmeden, fazla arındırmadan, çok fazla değiştirmeden anlatmak gerekir.

İki adet dünyâ savaşının yakıp yıktığı Avrupalı halkların -özellikle de Almanların- travmalı dünyâlarının anlatılması hikâye, novel, piyes ve sinema eserlerini biçimlendirdi. Bu anlayışın bir yanıyla ideolojiye, bir yanıyla da hikmete açık taraflarının olduğunu vurgulamak istiyorum.

Eserlerini dönerek okumaktan mutlu olduğum Franz Kafka’nın Milena’ya Mektuplar başta olmak üzere romanlarını okuyanlar, anlatma ihtiyacının nasıl giderilmeye çalışıldığını kolayca anlayacaklardır. Ekspresyonist anlatımın bizim edebiyatımızda da çok güzel örnekleri var: Peyami Safa’nın Yalnızız, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar, Atila İlhan’ın Dersaadette Sabah Ezanları, Tarık Buğra’nın Gençliğim Eyvah romanları…

Nazım söyleyen bunu ezgiyle sunan insanlara üç bin yıldır ırçı, yırçı, aytımçı denildiği kabul edilmektedir. Türk dilinin en eski zamanlarında âşık kelimesini karşılayan kavram adı neydi? Bunu tam bilmiyoruz; ben emreg olduğunu düşünenlerdenim. Şâir kavramını karşılayan ozan kelimesinin 14. yüzyıl ortasından sonra çıktığı düşünülüyor. Emregler ve ozanlar,  nesri az nazmı çok bir ifadelendirmeyle anlatma ihtiyaçlarını ve halkın dinleme ihtiyaçlarını gidermiş olmalılar.

İnsanların birbirine hem hoşça vakit geçir(t)mek hem de bu arada kendi bilgisini görgüsünü sezgisini ortaya koymak için olay ve merak ile bezeli anlatmalar birer yaygın eğitim aracı ve yöntemidir.  Dede Korkut hikâyelerinde görüleceği üzere, herkesin bir kısmını bildiği çok eski bir vak’ayı, merak unsurunu da gözeterek anlatım düzenine Türk kökenli topluluklarca ne ad veriliyordu? Bu türden metinleri nesirli veya nazım karışık olarak sunan kimselere hangi isim, unvan veriliyordu’ Bu soruların cevabını bilmiyoruz. Kendileriyle bunu tartıştığım Şakir İbrayev (Kazak prof.) ve Abdildacan Akmataliev (Kırgız prof) ‘akun veya akunçı olmalı’ demekte ısrar ettiler. Manas destanından parçalar anlatanlara yüzyıllardır akun/akın dendiğini de söylediler.   Arapça’dan aldığımız vak’a kelimesi, âsâyiş ve adâlet ile tıp uzman ve görevlilerince kullanılmaktadır. Gerçekleşmiş ve dikkatle ilgilenilmesi gereken, olumsuzlar da taşıyan olaylara da vak’a denilmiştir.

Türk dilinde tahkiyeli ifadenin en eski karşılığı nedir, bilmiyorum; ama, bazı insanların ölümünden sonra özellikle de ağıtçı, sığıtcı, yugıtçı denilen insanların o şahsa ait küçük anekdotları günlerce manzum sayılacak bir tarzda anlattıkları biliniyor. (Anadolu’da bu türden ağıt yakma, ağıt etme yoluyla tahkiyecikler sunma işlemleri 20. yüzyıl sonlarına kadar yaşadığının şahidiyim.) Küçük bir olaya dayalı hikâyelendirme işlemine keleçü denildiğini düşünüyorum. Keleçü sözü Yunus Emre’nin bir nazmında ve daha sonraki eserlerde de hikmetli (vak’alı) söz anlamına gelmektedir.

Şâirleri de kapsayan edip kavramına sığınarak söyleyelim ki, hikâye, roman, piyes, senaryo yazarları insanın iç dünyâsındaki olumsuz etkilenmelere bağlı çöküntü veya saldırganlaşmaları; ölüm karşısındaki çaresizlik ve aczi; sevilenle aynı frekansta ve ritimde olamamanın bunalımları; despotik rejimlerin yahut ayarı bozulmuş istikrarsız toplumların içinde yaşamaktan doğan sıkıntıları anlatmaya çalışıyorlar. Bu yüzden başkalarının her gün yaşayıp bir takım fikirler ve tepkiler ürettiği hâlde bütünlüklere dönüştürüp kalıcı kompozisyonlar hâlinde yazamayışını âdeta gidermek adına edipler ortaya çıkmaktadır. Bingöl Çobanları’nda, Han Duvarları’nda, Hancı’da anlatılanları hatırlayınız… O şiirlerdeki her duygu seyirmeleri ve onları var eden olaycıklar okuyucunun, dinleyicinin içinde yankılanmaktadır.

Anlatmak ihtiyacını bir basamak ileri götürerek şunu söylemeliyiz: Diğer insanlara mutlaka duyurulması gerekenlerin yaşantılar üzerinden gösterilip bilgilendirilmesi, hem de bu yolla okuyucunun, dinleyicinin, seyircinin duyulması görülmesi istenenler güzel şeylerse benimseyip yapmasını, kötü şeyler ise yapmamasını hatırlatan öğütleyen bir anlayış hâkimdir.

Destanlar, merkez kişi ve olayları bakımından bir halkın benlik ve kimlik özellikleri bu ikiliyi fert ve toplum ölçüsünde biçimlendiren acıları sevinçlerin kahramanlıkların ve korkaklık veya hâinliklerin yansıdığı metinlerdir. Destanlar, toplumun her ferdinde yankı yapıp etki etmesi övünülecekse de, dövünülecekse de ortaklaşalık oluşturma niyetli anlatma ihtiyacının, dinlettirilme beklentisinin yansımalarıdır. Bu epik karakterli vak’alı metinlerden çok fazla yoktur. Birer yarı bağımsız hikâye hâline gelmiş olan Dede Korkut parçaları 1450 yıl öncesine dayanan metinlerdir.  

Bizde vak’a anlatmaya dayalı işlev iki şekilde gerçekleşmiş: Meddahlar ve/veya kıssahanlar ile hikâye tasnif etmiş âşıklar.

Kıssahanlar, meddahlar, bir kısmı İran’a, bir kısmı Çin’e, Hindistan’a dayalı, bir kısmı Türk yurtlarının tamamında farklı varyantlarla yaşatılan hikâyeleri yeniden tasnif ve tanzim ederek, kendine göre iç içe geçirerek anlatan hafızası çok güçlü insanlardır. 

Anlattıkları, masala, epik karakterli destanlara da, yaşanan zamanın başka mekânlarda gerçekleşmiş, ilgi görmüş aşk unsurunu öne alan hikâyelere de dayanabilir. Kırk Vezir hikâyelerini veya Hz. Ali Cenklerini yahut Köroğlu’nun ile keleşlerinin alplıklarını anlatan meddahlar, çok itibar görerek yaşamışlardır.

İkinci grup hikâyeler din veya inanç uluları etrafında gelişen tahkiyeli metinlerdir. Kur’ân’na dayanan kıssalar büyük şâir veya bilgeler tarafından tekrar ele alınmıştır.

İnanma/iman adlı arınmayı heyecanla besleme niyetli bu tahkiyeli metinleri Resulullah’a ait olanlarına hilye veya siyer adı verilir. Hz. Ali’nin cenkleri ile Hz. Hüseyin ve Kerbela konusunda çok eser vardır. 

Üçüncü grup ise bir ünlü aşığın genellikle aşk temasının kurup geliştirdiği bir vak’ayı, manzum olan kısımları saz eşliğinde ezgiyle türküleştirip, ağıtlaştırıp sunmasıdır. Âşık tasnifli, âşık düzenlemeli hikâyeler dediğimiz bir aşığın çalıp söylediği hikâyeler, Batıdaki romanslara biraz benziyorsa da bizim tahkiyemizde, hırsızlığı meşrulaştırma ve cinsellik yoktur. Romance kelimesi İspanya ile Hindistan arasında gidip gelmelerle, göçerlikle tanınan halka ait, basit maceralı anlatımlar imiş. Romanslar, Şükrü Elçin Hoca’nın taş baskılardan derleyip tahlil ettiği ‘realist mensur İstanbul hikâyeleri’nin (bunlarda cinsellik de vardır) benzerleridir. Bu anlatımlar halkın câhil tabakası arasında yaşarken, bazı unsurları temizlenip aydınlara da hitap eden vak’alı eser hâline dönüşünce, novel denilmiş. Nesirli bu yapıya novel adı verilirken, roman kelimesi de yaşamış. 150 yıldır bizler de roman kelimesini benimseyip kullanmışız. Cervantes’in Don Kişot adlı eseri roman, novel adlı modern tahkiyeli eserlerin ilk örneği sayılıyor. Bu eser traji-komik’i edebiyattan sayılan metin hâline getirme başarısının örneğidir.

1800 yılların başlarından itibaren, önce Avrupa’da sonra ağır ağır bütün dünyâda insanların iletişimleri daha kolaylaşmaya başladı; bunun üç önemli sebebi olduğunu düşünüyorum: Basım yoluyla metinlerin yayımlanması; daha çok seyahat etmek ve yer değiştirmek; görmek, göstermek, duymak, duyurmak kısaca anlatmak ihtiyacıyla var edilenlerin başkasının sadece ilgisini çekmek değil aynı zamanda onu bilgilendirip yol göstermek niyetiyle bütünleştirmesi…

Gazetenin ağır ağır kendine bir kültür alanı açması kısa hikâye ve roman adını verdiğimiz metinlerin tefrika edilmesiyle yaygınlık kazandı. Edebî dilin nesirdeki varlığı yeni bir alan kazanmış oldu.

Çetinoğlu: Anlatma ihtiyacının nesirli bir edebî dille gerçekleştiği yapılarda (kısa hikâye, hikâye, roman, piyes) hangi ögeler aslî ve hangileri yardımcıdır veya az etkilidir?

Prof. Tural: Öncelikle ileten üzerinde duralım:

İleten, bilgisi görgüsü birikimi sezgisi ve dile olan hâkimiyeti bakımdan kendisini yeterli sayanlar tahkiyeli eser var etmektedirler. Roman, hikâye, piyes veya senaryo yazarları kendilerinin gözlemlediği bizzat yaşadığı, duyduğu ama içinde başka insanların da duymasını gereken incelikler bilgiler davranışlar ve değerler bulunduğuna inandığı halleri bir vakanın üzerinden anlatmak istiyorlar. Bunu anlatan insanların mizaçları çok önemli. O mizacın yanı başında, okumaya işitmeye ve yaşamış olmaya dayalı birikimleri çok önemli.

Öncelikle çok yakın çevresinden duydukları, bizzat yaşadıkları, gözlemledikleri ve okudukları bilgilerden bir kısmını, mizacının süzgecinden geçirerek vak’aya dayanarak anlatmaya ihtiyacını duyanlar özel bir gruptur. Edebî eser yaratanların mizaçları, şahsiyet gelişimleri ve sosyal-kültürel yapıları üzerinde çok fazla ileri geri söz edilmiştir, genellemeler yapılmıştır. Her edebî şahsiyet kendine mahsustur, ayrı ve özel bir dünyâdır bağımsız olarak ele alınabilir. Eserden yazarın biyografisine gidilebileceği gibi hayat hikâyesinin inceliklerinden eserlerine de gidilebilir: Eseri var edenin, İLETEN’in benlik ve kimlik bilgileri oluşturulabilir.

Tahkiyeli eserlerdeki İLETİ’nin birincil, veya ana ögelerini öncelikle, sonra da ikincil saydığımız tamamlayıcı, zenginleştirici ögelerini aramak, bulmak değerlendirmek, metnin benzerlerine göre konumunu hükme bağlamak edebiyat biliminin görevidir. İnsana, insanı, zamanla, mekânla ve diğer insanlarla kurduğu ilişkileri olay(cık)lara bağlı olarak anlatmak ihtiyacının kalbi, ana omurgası, beyni İLETİ’dir. İletinin muhatabı olan İLETİYİ yansıtan, anlatımı oluşturan, metnin harcı olan kelimelerin tamamını bilmiyorsa anlaması mümkün olmayacak, yeteri kadar etkilenmeyecektir. Her metin, okuyan, dinleyen veya seyreden bediî tefekkür özellikli iletiye muhatap olan, kendi birikimine göre anlatılanla ilgi ve ilişki kurmaktadır.

 Tahkiyeli eserlerin İLETİLEN adını verdiğimiz okuyucu, dinleyici, seyirci unvanlı, nitelikli insanlar, yaşlarına, cinsiyetlerine, mensup oldukları kültür tabakalarına göre gruplandırılabilir. Okuyucu, dinleyici, seyirci ögesi yanında, eserin basım ve duyurulması, tanıtım ve eleştirilmesi, satılması da İLETİLEN’le ilgi meraklar dizisindendir. 

Edebiyatı bir bağımsız araştırma alanı sayanlar için en önemli çalışma ve incelemeler ise İLETİ ögesi üzerindendir; çünkü, bu değerlendirmeler edebiyat Târihine girecek eserlerin sicil bilgisidir. Tahkiyeli eserler birer bediî tefekkür örneğidirler. Tahkiyeli eserlerdeki bediî tefekküre aracılık eden İLETİ ögesi nelerden oluşuyor, niçin oluşturuluyor ve nasıl anlatılıyor ana soruları edebiyat bilimcilerin meselesidir.

İletilen bir karakol veya mahkeme tutanağı yahut bir hekiminin hasta hakkındaki kayıtları değildir. Anlatılmak, iletilmek istenen mizaç denilen büyük imbikten geçirilerek bediî tefekkür sayılan bir yapı oluşturulmuştur. Tefekkür, fikir yürütme dediğimiz zihin işlemleri, düşüncenin hayalin sezginin ilhamın yeni hükümlere yol açmasıdır. Edebiyat metinlerinin anlatmaya dayalı olanlarının tamamı -çok örtülü metinler olan şiirler de dahil- bediî tefekkür mahsulleridir.

Çetinoğlu: Bu röportajımızı sona erdirecek düşüncelerinizi lütfeder misiniz?

Prof. Tural: İnsan gerçek sandıkları ve saydıkları ile değişmez hakîkat, derin hikmet arasında gelgitler yaşayan bir canlı. Bu hâllerin bir kısmı hikâye etme yoluyla oluşturulmuş metinlere yansıtılmaktadır. Bu yansımaların da taşıyan özel bir yapı olan tahkiyeli metinlerin tahlilinin yöntemli olması gerektiği açıktır.

Metnin tahlili ana duygu ve duygulandırmalar, ana hayaller ve hülyalar, ana düşünceler ve fikir yürütmeler, yorum üretmeler, bu ögeleri kişi ve olay ögelerine bağlamak işlemlerine ait inceliklerin tahlilidir. 

Bediî tefekküre aracılık eden İLETİ’nin birincil ögelerinden biri ana çizgileriyle vak’a, diğeri olaydaki hareket unsurlarına doğrudan veya dolaylı olarak katılan, olumlu ve olumsuzlukları ile ilgiyi canlı tutan insanlar (tip, karakter, figüran), varlıklar, görüş açısı/bakış açısı, ana fikir, meraklar ve bunların dizilimiyle anlatanın kimliğidir.

Zaman, mekân, eşya, alıntılar, ritüeller, olağanüstülükler ile başka metinlerden alıntılar, mahallî söyleyişler başta olmak üzere bir takım ikincil unsurlar, tahkiyeyi bezeyen, ileti’ye estetik değer katmaya yardımcılık eden ögelerdir.  

Okuyucunun, dinleyicinin, seyircinin ilgi gösterip, ilişkiye geçtiği, bir vak’a etrafında oluşturulmuş bilgiler, tespitler, yorumlar çok özel bir eğitim iklimi yaratmaktadır. Hikâye, roman/novel, piyes ve senaryolar sosyolojiye, sosyal psikolojiye ve Târih araştırmalarına yardım edici kaynaklar bilgisidir. Bu eserler toplumun fotoğrafıdır, videolarıdır; sadece gerçeğimsileştirilmiştir.  Târihçi ve eğitimci bu kaynaktan yararlanmayı bilmelidir. Pek azı edebî değer sâhibi olan başarılı sayılabilen konusunu Târihten alan kısa hikâye, roman ve piyesler ise Târihçinin ihmal ettiğini varlık alanına çıkarma işlevli eserlerdir.  Modern tahkiyeli eserler, hem örgün eğitime yakın bir etki ile değişim ve dönüşümlere yol açmakta, hem de mevcuda ait kişi olay ve durumların altını çizmektedir.

Edebiyat Târihi bir toplumun edebiyattan sayılan kaynaklarına dayanarak az tartışmalı hükümlerle var edilmiş bir büyük metindir. Edebiyat bilimi araştırıcıları ortak kavramlarla, ortaklaşmış yöntemlik sorularla metinleri tahlil ettikçe, edebiyat târihimizin aslî malzemesi olan muteber hükümler de,  az eksikli olarak gün yüzüne çıkacaktır.

Prof. Dr. SADIK KEMAL TURAL 1946 yılında Kırıkkale’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini aynı şehirde tamamlayıp fark derslerinin imtihanını vererek İlk öğretmen okulu diploması aldı. Atatürk Üni. Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.  Ocak 1972’de, Hacettepe Üniversitesi’nde Türkçe dersleri öğretim görevlisi,1978’de Edebiyat Doktoru, 1983’de Doçent, 1988’de Profesör oldu. Kadrosu Hâcettepe Üni.de kalmak kaydıyla Devlet Plânlama Müsteşarlığı’nda, ardından da, bir  proje için10 ay Almanya’da bulundu. 1989’da geçtiği Gazi Üni. Fen-Edebiyat Fak.nde Sanat Târihi ve Felsefe bölümleri ile Gazi TÖMER’in kurucu başkanlığını, TDE Bölümünün  başkanlığını yaptı. Hacettepe, Selçuk,  Gazi ve Abant İzzet Baysal Üniversitelerinde, lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi.  1989’da önce, Atatürk Kültür Merkezi üyeliğini, Eylül 1995’ten itibaren 3 Ocak 2002 târihine kadar AKM Başkanlığı’nı, 1996-2003 yıllarında UNESCO Türkiye Millî Komisyonu ‘Yönetim Kurulu Üyeliği ve Kültür Komitesi Başkanlığı’nı üstlendi.    Eylül 2000 târihinde tayin edildiği Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı unvanlı görevinden, Mayıs 2009’da alındı, 1 Mart 2011’de emekli oldu. Türkiye’de ve yurt dışında, yüzü aşkın millî ve milletlerarası paneller, sempozyumlar, kongre ve bilgi şölenleri düzenledi, bildiri verdi, tartışmacı olarak yer aldı, dergi yöneticiliği yaptı, toplantıların kitaplarını hazırladı. Ortaklaşa 4, kendi imzasıyla 12 kitap yayınladı. Eserleri ve çalışmaları sebebiyle kendisine Türkiye Millî Kültür Vakfı, Kayseri Sanatçılar Derneği, Türk Ocakları Genel Merkezi, Kazakistan Bilimler Akademisi, Motif Halk Oyunları Eğitim Derneği/Vakfı, Türk Folklor Araştırmaları Kurumu, Kazakistan Bilimler Akademisi, Kırgızistan Devleti Millî Devlet Üniversitesi, Kazakistan Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türkmenistan Bilimler Akademisi, Dağıstan Bilimler Akademisi tarafından armağanlar, Sivil Toplum Kuruluşları Platformu, Türk Edebiyatı Vakfı v.b. kuruluşlar tarafından çeşitli ödüller ve unvanlar verildi. Ayrıca Kazakistan ve Kırgızistan Devlet Ödülü’ne lâyık görüldü. İLESAM’ın ve TEKAR’ın kurucularından ve Eğitim Dostları Vakfı’nın Mütevelli heyet üyelerindendir.  Kütüphanesindeki eserlerden 15.550 kitap, 11.100 adet süreli yayını Çankırı Karatekin Üniversitesi’ne, Eski Harfli Türkçe basma ve bazıları yazma 1450 kitap ile 250’ye yakın sözlük ve ansiklopedik sözlük gibi kaynak eserleri  Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ndeki Millet Kütüphânesi’ne bağışlamıştır. . 

(BİTTİ)

Önceki İçerikKadınlar güçsüzdür ama annelerin bileğini bükemezsiniz./Victor Hügo
Sonraki İçerikMehmet Cemal Çiftçigüzeli’nin Eserleri
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.