(ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)
OğuzÇetinoğlu: Hangi türden metinler tercih ediliyor?
Prof. Dr. Sâdık K. Tural: Geçmişte olmuş olayların bir kısmı, mit veya epos özellikleri taşıyan destanlar ile daha farklı bir düzeni bulunan masallardır. Din kavramına bağlı kişileri merkeze alan anlatma ihtiyacını karşılayan kıssalar ve menkıbeler ise muhatap edindiği kültür tabakasına göre farklı bir yapı ve dil kullanımı göstermektedir. Değer ve davranış aktarımını, insanlaştırıcı süreçleri semboller ve kavramlar üzerinden hayvanların dünyâsı üzerinden anlatan hayvan hikâyeleri (fabl) de ayrı bir gruptur.
Çetinoğlu: Anlatma işini meslek hâline getiren meddahlar vardı.
Prof. Tural: Bunların bir kısmı meddah veya kıssahan unvanlı kişiler tarafından başkalarına sunulmuştur; bir kısmı da içine manzum ve nağmeli parçalar konularak sunulan ‘âşık tasnifli hikâyeler’ hâlini alarak yaşayagelmiştir.
Yazarının şâhit olmadığı kişi, olay, durum, zaman ve mekânların anlatılması ihtiyacıyla var edilen Târih konulu tahkiyeli eserler (piyes, opera; roman, hikâye, senaryo; sinema, TV dizisi) vak’aya dayalı anlatımlardır. Târih konulu modern tahkiyeli eserlerde, târihin gerçeğinden ayrılmak ihtimali çok fazladır; konusunu Târihten alan (?) roman, hikâye, piyes ve senaryolarda, romanesk veya novelette denilen, basite, bayağıya, ölme ve öldürmelere, bazı kişi ve grupları aklama inadına ve/veya cinselliğe teslim olan yapılar edebiyat bilimcinin değerlendirme alanı dışındadır.
Anlatmak ihtiyacının karşılanması anlatanın tespit ve tahlilleriyle öne çıkmasını sağlamakta; görülmesi, gösterilmesi, altının çizilmesi gereken değer ve davranışların iletilmesini gerçekleştirmektedir. Tahkiyeli eserlerdeki kişi, olay, durum ve çatışmalara bağlı unsurlar, yetersizlik, çaresizlik veya gizli olanı, bilinmeyenleri açıklama (itiraf), kendi olma kendi kalmada örnek alınacakları tercih et(tir)me özelliği, niteliği taşımaktadır.
İnsan anlatma ihtiyacına bağlı olarak niyetini veya gayretini planlamaya esas olan bir soru ve/veya bildirme cümlesiyle ortaya koymaktadır. Neyi/kimi, niçin ve nasıl anlatmalıyım? Bu anlatma niyeti ve gayreti bediî (estetikleştirme) işlemlerinden geçirilmeye bağlı gerçekleş(tir)meler, dil adlı malzeme alanını hem genişletir, hem zenginleştirir. NE anlat(mış)tı NİÇİN anlattı, NASIL anlattı sorularına ve cevaplarına bağlı işlemler, edebiyat yoluyla iletişim alanını oluşturuyor.
Hangi toplum tabakasında, ne zaman yaratılmış olursa olsun edebiyattan sayılan metinlerin dilin imkânlarıyla yansıtılan insanlaştırıcı, iletişim kurucu değer ve davranışlar olduğu açıktır. Malzemesi edebî dil olan anlatma ihtiyacını karşılayan sanat eserleri sapma ve sapıtmaları önleyen, marjinalliği durduran, insanlaştıran birer uyarıcıdır. Bu gerçekliğin diğer sanat dalları için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Edebiyattan sayılan metinler, zihniyet farklarına bağlı sürtüşme ve çatışmaların gösterilerek anlamlandırılıp anlamlandırılmasını isteyen bekleyen dilin özenle kullanıldığı ifade bütünlükleridir.
Çetinoğlu: Anlatma ihtiyacının kökeninde neler var?
Prof. Tural: İnsanlar, duyduklarını, bildiklerini, öğrendiklerini başkalarına nakletmek, bildirmek istiyor. Bu haber verme, bildirme, anlatma bir tebliğ yapısı ve üslubuyla değil, içinde vak’a bulunduran, hikâye(cik)ler aracılığıyla gerçekleştirildiği nispette ayrı bir ilgi görüyor. Hayatın sert akışı karşısında ona özel bir tat katma, bir tür güzelleştirme niyeti ve gayreti, anlatanı ve dinleyeni özel bir iklime taşıyor diyebiliriz. Bu güzelleştirerek anlatma çabası, farklı kişilere ait, fakat benzer özellikler üzerinden zihniyet çeşitlerinin yansıtılmasına aracılık ediyor. Duyguya dayanan, heyecanla beslenen, güzel ifade edilmeyle biçimlenen bu anlatma çabası hem iletişim sağlıyor, hem de toplumlaşmaya katkıda bulunuyor.
Vurgulanması gereken şudur: Özgün nitelikli, kalıcı özellikli sanat ve edebiyat eserleri, estetik hassasiyetle temellendirilip biçimlendirilen kompozisyonlardır. Edip unvanını verdiğimiz insanlara ne yapıp ne yapmayacaklarını değil, kalıcı ve yaygınlaşıcı metinlerin temel özelliklerini söylemeye çalışıyoruz. Edebiyattan sayılan eserlere faydacı bir anlayışla yaklaşmayı değil, aslî özelliğe işaret etme anlayışıyla fikir yürütmeyi benimsiyorum. Şu örneği vermeyi uygun buluyorum: Su içmek elzemdir; ancak, kirlenmemiş, hastalık yapan bulaşmalara maruz kalmamış, temiz ve PH değeri insana uygun suları içmek hayatiyet için elzemdir. Edebiyattan sayılan eserlerin birer pınar olduğunu söylemek yanlış mıdır?
Malzemesi dil olan estetik uyarımlar yapabilen anlatma ihtiyacını karşılayan eserler, iç aynamıza yansıyan sorular, cevaplar, meraklar ve heyecanlar aracılığıyla benzeşirlik iklimi var etmektedirler, etmelidirler.
Çetinoğlu: Anlatma ihtiyacı karşılanırken dikkat edilecek hususlar olmalı…
Prof Tural: Anlatma adını verdiğimiz sözlü veya yazılı iletiye bağlı kompozisyon, anlatanın ilgi çekme niyetiyle yapılandırılmaktadır. İlginilmek, beğenilmek, başkalarının dikkatini üzerinde toplayarak saygı ve îtibar görmek her insan için -dozu farklı bir -beklenti ve çabadır. Söze dayanan kompozisyon var edenler anlatımı güzel ve etkili kılmak için özen göstererek bir iklim yapılandırırlar. Bu yapılandırma hayatın gerçeğinin yaşanmış veya yaşanmakta olanın aynen anlatılması değil gerçeğimsileştirilmesidir.
Dinleyenin/okuyanın ilgisini çekip merakının giderilmesini sağlayan anlatma eylemi, şu vakitte, şu yerde, şu şahıslar’ın rol aldığı, şu hadiseler oldu veya olmuş veya olacakmış ögelerini taşımaktadır. Okutma, dinletme bekleyenler, bir olaycık, olay, olay örgüsüne dayanması gerekiyor; anlatma ihtiyacının da, dinleme ihtiyacının da temelinde olay ögesi var.
Bir vak’a etrafında anlatılan bilgilendirmeleri duygulandırmayla bezeyen tahkiyeli eserleri gelenekli tahkiyeli eserler, modern tahkiyeli eserler olmak üzere ikiye ayırmak gerektiğine inanıyorum.
Bizde hikâye etme ve öyküleme kavramları kullanılmaktaysa da -doğrusu hikâyelendirmemeyle anlatım, hikâyelendirmeli metin olabilir- ben estetik hassasiyetin biçimlendirdiği gerçeğimsilikle bezeli olay(cık) taşıyan metinlere tahkiyeli eserler denilmesini savunageldim.
Çetinoğlu: Batılı ülkelerde de aynı sanat var mı?
Prof. Tural: Batı dillerinde vak’a unsurunun ön plana çıktığı her türden anlatmayı karşılarken zaman içinde, yalnızca modern tahkiyeli eserlere ait anlatmaları karşılayan bir kavram var: Narration. Narrasyon kavramı, ilgiyi ve beğeniyi var etme çabasının ön plana çıktığı estetik heyecanların yapılandırdığı olayların anlatılmasıdır.
Mit, masal, destan, kıssa, menkıbe gibi anlatıcının önceden edinilmiş alışkanlıklara gelenek sayılan kuralsılara dayanan vak’alı metinler, gelenekli tahkiyeli eserlerdir. Üç yüzyıla yakın bir zamandır var olan novel, romans, roman, piyes, senaryolar ise modern tahkiyeli eserlerdir. Bunların yapılarının aslî unsurları ve yapılandırma gayretindeki incelikler konusunda telif, tercüme veya tercüme kokulu çeşitli teorik kitaplar bulmak mümkündür.
Zaman ve mekân belirleyerek -çoğunlukla çok dar çevrede- gerçekleşmiş olaycıklardan en önemlisi sevdiklerimizin veya sevmediklerimizin hastalanması veya ölmesidir. Anlatma ihtiyacını var eden gerçekliklerden birincisi budur. İnsanın ezeli ve ebedi korkusu ölmektir, ölümdür. Ölüm dışındaki bütün gerçeklikler geçicidir ve ölmek dışındaki olay ve durumların tamamı bir rüyadan ibârettir. Ölmek mutlak kayıptır. Hastalık da sağlığın huzurun, mutluluğun kaybıdır. Kendisine, çok sevdiklerine ait ölüm ve ağır hastalık hâllerinin insanın iç dünyâsında ürkütücü, korkutucu, depremsi etkiler yaptığını bilmeyen yoktur. Sevdiği insandan mekândan çevreden ayrılma da bir tür kayıptır. Çok sevdiği insandan ayrılma da depremsi etkiler yapabilmektedir. Diğeri ise, herhangi bir konudaki başarı veya başarısızlıktır.
Çetinoğlu: Anlatma ihtiyacı, eğitim hâline dönüştürülebilir mi? Bir de anlatımda hikmetli sözlerin kullanılması meselesi var…
Prof Tural: Gerek olumlu gerekse olumsuz olay ve durumlar ile kişilere ait bilgi sunumu bir tür eğitimdir. Örgün eğitim öğrenme süreçlerinin içinden geçerken soru soran, sorularına cevap arayan bilinçli insan oluşturulması değil midir? Yaş guruplarını dikkate alarak kendi olma gerçekliğinin gerektirdiği hikmetleri kazanmak hem örgün eğitimin hem başta edebiyattan sayılan metinler olmak üzere yaygın eğitimin hedefi olmalıdır.
Her türden inançların ötesinde ve üstünde saydığım kavramlardan biri olan hikmet, ‘yaratılma sebebini arama’, ‘sevme adlı yönelişin ne olduğunu öğrenme’, ‘kendi olmanın sınırlarını idrak etme’ olarak sıralanacak değişim ve dönüşüm bilgisidir. Bu üç hikmete ulaştırıcı bilgi arayışı üzerinde düşünmemiş olanların yazdıklarının söylediklerinin ömrü kısadır. Hikmete ulaştırıcı bilgilerin kaynağı ve türleri konumuzun dışındadır. Hikmetli bilginin peşinde olma çabasının anlatma ihtiyacına, paylaşma arzusuna bağlı yansımaları, edebiyat metinlerini tahlil edenlerin bilmesi gerekenlerdir.
Hikmet kavramına sûfilerin yaklaşımına veya felsefecilerin süzülmüş imbiklenmiş bilgi olarak tanımlayışına yakın düşüncelerin sâhibiyim. Özlüce söylemeye çalışayım: Hikmet insana, insanla Rabbi arasındaki bağlara ait en derindeki sırlara doğru yönelmenin kazandırdığı bilgidir.
Vahyin muhatabı olma hakkı kazanan resuller ve nebiler o bildirimlerde yer alan hikmetli bilgilerin harfine dokunmadan nakletmek mecbûriyetindedir. O hikmetler ve onlara zemin oluşturan olaylar Rab katından gelen Ruhül-kuds da denilen Cebrail’in bildirimleridir. İlahî hüküm ve hikmetler tartışmazlık alanıdır; vahyin muhatapları iman sâhipleridir.
Çetinoğlu: Bilginlerin ve bilgelerin durumundan da söz eder misiniz?
Prof. Tural: Bilginler bilgeler ve şâirler ile tahkiyeli eser yazarları varlıklar dünyâsından kendilerine ulaşan bilgilerin uyarımların adlandırılmasını ve anlatılmasını farklıca yapmak hakkını kullanırlar. Bu onların hür irâdeleriyle gerçekleştirdiği bir adlandırma, anlamlandırma ve anlatmadır. Hürriyetlerinin kısıtlandığını söylemlerinin tehlike doğuracağını düşündüklerinde, anlatmak ihtiyaçlarını hayvanları aracı kılarak gerçekleştirmişler. İnsanların anlatmak ihtiyacının sonucu olan başkasıyla paylaşma dürtüsünü hayvan hikâyeleri üzerinden gerçekleştirerek istiare, telmih ve kinayenin hâkim olduğu metinler var etmişlerdir. En ünlüsü Kelile ve Dimne ile Tûtinâme’dir. Son devirde ise, G. Orwel’ın ‘Hayvanlar Çiftliği’ adlı yüz dile çevrilen eseridir.
Edebiyattan sayılan metinlerdeki adlandırma anlamlandırma ve anlatma ihtiyacı başka türden bir paylaşma alanıdır. Aynı olaya, duruma, varlıklara veya kişilere ait adlandırmalar anlamlandırmalar ve düşündürme inandırma nitelikli anlatımlar kişiden kişiye değişiyor. Anlatılanı ve anlatımı farklı kılan bu durum ise olay ve merak ögesine bağlı yapılandırmada heyecan ögesini öne çıkarmak niyetinden doğuyor. Dilin inceliklerinin kullanılarak var edilen estetik yapılandırmalar, vak’ayı ve onun unsurlarını bediî tefekkür adlı işlemlerin ürünleşmesine yol açıyor.
Şâirler vak’aya değil izlerine veya izlenimlerine dayanarak onlardan aldıkları çağrışımlara dayanarak duygularını düşüncelerini hayallerini kısaca tefekkürlerini ortaya koyuyorlar.
Tahkiyeli kompozisyonlar ise merak unsurunun biçimlendirdiği bir vak’aya dayanıyor. Merakı oluşturan ve geliştiren ise hikâyeyi anlatanın görüş açısıdır. Anlatan, hem dinleyenlerin kültürel birikimini dikkate alan, hem de onlara bilmedikleri, ilgilerini kesmedikleri bir hikâyelendirmenin parçası kılma işlemlerini gerçekleştiriyor. Gerek gelenekli tahkiyeli metinleri anlatanlar, gerekse modern hikâyelendirmeleri yazanlar, muhataplarının ilgi, takdir ve övgüsünü bekliyorlar.
Öncelikle şiir nitelikli bütünlükler hikmete dönük yanları ile bilgelik yansımalarıdır; tahkiyeli eser yazarları da bir bilgenin mırıldanması gibi dikkat edilmesi, duyarlılık gösterilmesi gerekenleri sezdiren tefekkür ettiren bilgelik tadı veren metinler yaratmaktadır.
Edebiyattan sayılan eserler, yazarların kendi hayatına gözlemlerine veya işittiklerine yahut okuduklarına dayanan vak’alardır. Bu vak’alar, hem metni var edenlerin yaşadıkları depremsileri, hem de başkalarını sarsan sevinç, kıvanç, mutluluk, övünç, haz, zevk ve ümit tablolarını, hüzün, elem, üzüntü, kaygı, korkuları anlatmayı üstlenirler. Edebiyattan sayılan metinlerin her birisi iç dünyânın dışa taşınabilir olanlarının söze emânet edilmesidir.
(DEVAM EDECEK)