‘Bir ülkenin iki bayrağı olamayacağı gibi, iki resmî dili de olamaz!’
GİRİŞ: Toplumda lider olmuş insanlara bir bakınız: Onlar; kelime hazinesi zengin, düzgün ve güzel konuşan kişilerdir. İnsanın düşünme derinliği ve düşüncelerini karşısındakine anlatabilme yeteneği, kelime hazinesi ile genişler. Kelimeler yalnızca isteklerimizi ileten araçlar değil, aynı zamanda duygularımızı-düşüncelerimizi geniş ufuklara ulaştıran kanatlarımızdır. Kullanmadığımız her kelime, güzel Türkçemizden atılmış, kaybedilmiş hazinelerimizdir. ‘Allahaısmarladık’, ‘hoşça kal’, veya ‘güle-güle’ ve benzeri güzel, kulağa hoş gelen, insanın içini ısıtan kelime ve deyimler yerine; ‘bay-bay’ ve hattâ onu da uzun bularak ‘bay’ demekle, ne çok kelimeyi ve deyimi sözlükten attığımızı, Türkçemizi fakirleştirdiğimizi ve aynı zamanda yabancılaştırdığımızı bilmeliyiz. Bu kötülüğün, bu dil cinâyetinin sorumluluğunu üstlenmemeliyiz. Olabildiğince hürriyet ve ulaşılabildiğince zenginlik isteyenlerin, kelimeleri lügatlere hapsedip kilit altına almaları, kelime hazinemizi fakirleştirmeleri anlaşılması güç bir çelişkidir. Sevindiricidir: Ülkemizde okuma yazma bilenlerin oranı yükselmiştir. Üzücüdür: Okuyanlarımızın sayısında azalma var. Konuşmayı tercih eden ve seven bir millet olduğumuz söylenir. Bu konuda da üzülmeyi gerektiren olumsuzluklar yaşıyoruz: Çok ve fakat az kelime ile ve de yanlış kullanılan, söylenen kelimelerle konuşuyoruz. Dilimizin zenginliğini; yalnızca yazılı eserlere, hikâye, şiir ve roman gibi edebî metinlere hapsederek koruyamayız. Günlük konuşmalarımıza aktarmalıyız. Olabildiğince çok kelime ile güzel ve doğru konuşarak… Argodan, yabancı ve uydurma kelimelerden arındırılmış temiz ve yaşayan bir Türkçe ile konuşmanın zor olmadığını, üstelik çok da zevkli ve üstünlük kazandıran bir özellik olduğunu bilirsek ve bildiklerimizi uygularsak; hayatımız ve çevremizdeki insanlarla ilişkilerimiz daha da güzelleşecektir. OĞUZ ÇETİNOĞLU |
Oğuz Çetinoğlu: Türkçemize musallat edilen kaidesizlikler, karmaşalar önlenemez ise, meydana çıkacak olumsuzluklar hakkındaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?
Prof. Dr. Mustafa Argunşah:Türkçe konusunda karamsar değilim. Bugün ilköğretim okullarına kadar Türkçe kulüpleri, Türkçe toplulukları yayılmış durumda. Bir taraftan dili hor kullanan diğer taraftan gittikçe hassaslaşan bir gençlikle karşı karşıyayız. Konuya başka bir açıdan daha bakmalıyız. Türkçe çok köklü ve zengin bir dil. Bin beş yüz yıldır yazı dili olarak kullanılıyor. Bazı karanlık dönemler de yaşadı. Mesela 17-18. yüzyıllarda bazı şâirlerimiz, yazarlarımız oluşturdukları metinlerde ancak %35-40 Türkçe kökenli kelimeye yer veriyorlardı. Arapça ve Farsça kelimeler hattâ yapılar dilimizi sarmıştı. O badireleri atlattı Türkçemiz. Bugün, bütün olumsuzluklarına rağmen geçmiş yüzyıllardan daha iyi durumda. Bana sorarsanız, bin beş yüz yıllık yazı dilimiz târihte hiç bugünkü kadar parlak bir dönem yaşamamıştı. Şaşırmayınız, bunu bilim insanı unvanımla söylüyorum. Türkçe için karamsar olmaya gerek yok. Dilimiz olumsuzluklarla birlikte gelişiyor, zenginleşiyor. Dikkat edin, yazı diliyle konuşma dilimiz birbirine yaklaşıyor. Bunda tenkit ettiğimiz radyoların, televizyonların, gazetelerin büyük katkısı var. Milyonlarca çocuğumuz, gencimiz ana dilleriyle eğitim-öğretim yapıyorlar. Eskiden yazı yazmamaktan şikâyet ederdik, şimdi insanlarımız her gün birkaç saatini bilgisayar başında geçiriyor. Ben geçmiştekinden daha çok yazıyorum. Kalem kullanmayı unuttuk neredeyse. Bir dil yazıldıkça işlenir, güçlenir ve yaygınlaşır. Meseleye bir de bu açıdan bakmak gerekir.
Türkçe konusunda karamsar olmamalıyız. Bugün dünyânın en çok konuşulan, en yaygın birkaç dilinden birine sâhibiz. Türk lehçeleri arasında yakınlaşma var, kelime alışverişi var. Ortak bir dil yaratılmasını isteyen, Türk dünyâsını ortak bir alfâbede buluşturmak isteyen aydınlar, bilim insanları var. Bütün dünyâda Türkçeye bir ilgi var, Japonya’dan Kanada’ya kadar birçok ülkede insanlar Osmanlıyı merak ediyor, Türk’ü ve Türkiye’yi merak ediyor. Yurt dışında birçok merkezler açılıyor, buralarda binlerce insan Türkçe öğreniyor. Bunları da bilirsek moralimizi düzeltmiş oluruz. Yalnız sorunlara bakarak, yanlış kullanımları büyüterek moralimizi bozmayalım. Bugün moralimizi en yüksek tutmamız gereken varlığımız dilimizdir. Bugün komşu ülkelerde insanlar bizim televizyonları izleyerek Türkçe öğreniyorlar. Dilimizi öğrenenler Türk dostu, Türkiye dostu oluyor. Bunları da göz önünde bulundurmalıyız. Şunu unutmayalım. Türkçe bin yıl sonra da dünyânın en büyük yazı dillerinden birisi olarak kullanılıyor olacak. Bu seviyedeki bir dilin ölmesini düşünmek ilmî bir yaklaşım olmaz.
Çetinoğlu: Fransızların ‘aksansirkonfleks’ dedikleri, bizde ise ‘şapka’ olarak anılan (^) işâreti; coğrafya ile ilgili bir kelime olan ‘kar’ı ticaretle ilgili ‘kâr’ kelimesinden ayırt etmek için genelde inceltme maksadıyla veya babanın kız kardeşi için kullanılan hala ile, daha, henüz mânâsındaki hâlâ kelimesini ayırt etmek için uzatma işâreti olarak kullanılıyor.
‘İnsan öldüren’ ‘câni’ anlamındaki ‘katil’ ile ‘insan öldürme olayı’ anlamındaki ‘katil’ kelimelerinin yazımında zorluklar var. Bu ve benzeri zorlukları aşabilmek için alfâbemizin yeniden düzenlenmesi düşünülebilir mi?
Prof. Argunşah: Hayır. Alfâbenin yeniden düzenlenmesi mümkün değil. İnsanlar yazım kılavuzu kullanmayı alışkanlık hâline getirseler hiçbir mesele kalmaz aslında. Yukarıda verdiğiniz örneklerde haklısınız. Yazım kılavuzumuz bunları halletmiş durumda. Türkçede inceltme ve uzatma için aynı işâretin kullanılması bir şanssızlık doğrusu. Keşke Latin alfâbesine geçerken iki ayrı işâret kabul edilseymiş. Artık çok geç. Alfâbede değişiklik söz konusu olursa başka teklifler de gelir. Birileri de x, q, w gibi harflerin konulmasını teklif ederler. Zaman zaman basında gündeme getiriliyor.
Türk Dil Kurumunun Yazım Kılavuzu’nda halkın ‘şapka’ dediği düzeltme işâretinin nerelerde kullanılacağı açıkça belirtilmiştir. En çok karıştırılan kelimeler, yazılışları aynı fakat anlamları farklı kelimelerdir. Bu durumdaki kelimelerden birisi Türkçe diğeri Arapça veya Farsça kökenli olabiliyer. İstisnaları da var tabii. Arapça veya Farsça kelimede uzun ünlülerin üzerine uzatma veya inceltme işâreti konuluyor. Bu iki dildeki kelimelerde inceltme işâreti konulan kelimeler aynı zamanda uzun ünlü taşıyorlar. ‘Kar’ kelimesi Türkçe, ‘kâr’ kelimesi Farsça kökenli. ‘Kâr’ kelimesindeki işâretli harf hem uzun hem de ince. Bu yüzden harf hem ince hem de uzunsa bir karışma olmuyor. Karışmanın olduğu örnek kelime ‘katil’ ve ‘kâtil’dir. İkinci kelimeye dikkat edin. ‘İnsanı öldüren, câni’ anlamındaki kelimede /a/ harfinin üzerine uzatma işâreti koydum. Fakat a’nın üzerindeki bu işâret heceyi ince okutacak. Öyle olunca da farklı bir seslendirme ortaya çıkıyor. Oysa kelimenin ilk sesi kalın k, eski harflerle kaf. Bu tür durumlarda /a/ harfinin üzerine inceltme değil, uzatma işâreti gerekiyor, o da bizde yok. Türk Dil Kurumu bu kelimeye işâret koymayarak daha büyük bir yanlışlığı önlemeyi düşünmüş. Kelimenin uzun veya kısa ünlülü olduğunu metin bağlamında anlamamız ve ona göre seslendirmemiz gerekiyor.
İmla konusu alışkanlıkla ilgili bir durum. İlköğretimden itibaren çocuklarımıza doğru yazma ve doğru telaffuz etme alışkanlığı kazandırırsak mesele hallolur. Doğru telaffuz, çocuğun konuşmaya başladığı andan itibaren ailenin desteğiyle kazanılmaya başlanmalı, okulda özel eğitimle devam etmelidir.
Çetinoğlu: Nihat Sâmi Banarlı, Faruk Kadri Timurtaş gibi rahmet-i Rahman’a kavuşmuş mümtaz şahsiyetlerle, günümüzde Yavuz Bülent Bâkiler ve diğer Türkçe âşıkları yıllardır doğru Türkçe kullanılması için mücâdele ediyorlar.
Gelinen noktayı tatminkâr buluyor musunuz? Tavsiyeleriniz nelerdir?
Prof. Argunşah: Saydığınız isimler çok saygın kişiler. Sayın Timurtaş fakültede hocamdı. Yaşayan Türkçe konusunda çok mücadele etti. Nihat Sami Banarlı da öyle, Türkçenin Sırları kitabı bugün üniversitelerde en çok okutulan kitaplardan birisi. Yavuz Bülent Bakiler ise hem yazdıkları hem de hitabetiyle okuyanları ve dinleyenleri büyülüyor. Türkçenin zenginliğini ve güzelliğini onu dinleyince daha iyi hissediyor ve anlıyorsunuz. ‘İşte Türkçe bu!’ dedirtiyor insana. Rahmetli Necmettin Hacıeminoğlu hocayı da eklemek lazım bunlara. Türkçenin Karanlık Günleri kitabı bir neslin Türkçe kılavuzu idi.
Gelinen noktayı tatminkâr buluyor muyum? Nasıl bulabilirim ki! Çok değerli bilim insanları, aydınlar, yazarlar Türkçenin yaşaması, doğru kullanılması ve yabancı unsurlardan arındırılması için mücâdele ettiler. Gayretleri mutlaka karşılığını bulmuştur. Fakat bugün hâlâ dilimizin çözümlenememiş problemleri var. Bunların bir bölümünü biraz önce saydım, çözüm yollarının bazılarını da belirttim.
Biraz da iyimser bir bakış açısıyla meseleye baksak, nasıl olur acaba? 1983 yılına kadar Türk Dil Kurumu dili öyle siyasallaştırmıştı ki, o günleri hatırlayınız. Bir insan iki cümle ettiğinde siz onun sağcı mı solcu mu olduğunu anlardınız. Bir taraf tamamen yeni kelimeler kullanırken diğer taraf eski kelimeleri tercih ediyordu. Bu Kurum’un Atatürk’ün de belirttiği gibi, bir dernek statüsünden ilmî bir kurum statüsüne geçirilmesiyle dil siyasî bir kavga konusu olmaktan çıktı. Dilde orta yol bulundu. Solcular, başta rahmetli Bülent Ecevit olmak üzere yaşayan Türkçeye döndüler. Sağcılar da eski kelimelerin bir bölümünü unuttu, yeni kelimeler kullanmaya başladı. Bugün toplum dil konusunda ikiye bölünmüşlük görüntüsünden epey uzakta. Bu bile sevindirici bir gelişme. Dil asla kavga konusu olmamalıdır. Toplum doğrular üzerinde anlaşmalıdır.
Toplumdaki her yaştan insanımızın daha çok okumasını sağlamalıyız. Bunun nasıl olacağını hep birlikte oturup düşünmeliyiz. Millî Eğitim Bakanlığı buna öncülük etmelidir. Bilindiği gibi, televizyon ve İnternet, okuma alışkanlığını öldürüyor. Dizi seyretme alışkanlığı insanları kitaptan uzaklaştırıyor. Gazetelerimizin tirajlarına dikkat edin, yıllardır belirgin bir artış görülmüyor. Kitap satışlarında biraz kıpırdanma var, ama tatmin edici değil. Televizyonlarda bazı sunucular Türkçeyi güzel kullanmıyorlar. TRT Türkçesi dediğimiz güzel Türkçe kayboldu. Bunlara karşı tedbir alınmalıdır.
Çocuklarımıza ve gençlerimize yazı yazma alışkanlığı kazandırmalıyız. Bir dil ne kadar çok yazılırsa o kadar çok işlenir ve gelişir.
Aslında öncelik öğretmenlerimizin yetiştirilmesinde. Günümüzde öğretmenler maalesef Türkçeyi güzel kullanamıyorlar. Üniversitelerimizde güzel konuşma dersleri yok. Olan yerlerde de dersi verecek uzman yok. Öğretmenlerimiz ciddi bir eğitimden geçirilmeli; dilimizin incelikleri, güzellikleri, doğru kullanımı bütün teferruatıyla öğretilmeli. Bu donanıma sâhip olan öğretmenler dili güzel kullanan nesiller yetiştirebilirler. Bugünkü öğretmen yetiştirme sistemiyle bu mümkün değildir.
Bunları daha da uzatmak mümkündür. Sanırım konu anlaşıldı.
Çetinoğlu: Türkçeyi doğru ve güzel kullanmanın, kullanana, topluma ve kültürümüze sağlayacağı faydalar nelerdir?
Prof. Argunşah: Dil kültürün taşıyıcısıdır. Dil bir milletin aynasıdır. Dil, aynı zamanda insanın da aynasıdır. Türkçeyi doğru ve güzel kullanan insanların toplumda gördükleri saygı her şeye değer. İnsanlar konuştukları dile dikkat etmelidir. Dile saygı hem kendimize hem karşımızdakine hem de milletimize saygıdır. Bizim çok güzel hitaplarımız var; atasözlerimiz, deyimlerimiz var. Dilimizi, konuşmamızı bunlarla süsleyebilirsek kendimizi daha iyi ifade etmiş oluruz. Kendini iyi ifade edebilen insanlar her yerde, her zaman başarılı, dikkat çeken, tercih edilen, sözü dinlenilen kişi olurlar. Başarının anahtarı dilimizi doğru ve güzel kullanmaktadır. Dilini güzel kullanan yazar ve şâirlerin yazdıkları bugünden geleceğe ışık tutar, yolumuzu aydınlatır. Dilimizi, kültürümüzü, medeniyetimizi geleceğe taşır. Dikkat edin, bugün en çok hangi yazarları okuyoruz? Dilini doğru ve güzel kullananları… Dilini güzel kullananlar çağları aşarak günümüze ses verdiler, geçmişi günümüze taşıdılar, Yunus Emre gibi, Karacaoğlan gibi, Mehmet Âkif Ersoy gibi, Yahya Kemal Beyatlı gibi. Bugünkü iyi şâirler ve yazarlar da gelecek yüzyıllarda günümüzü yaşatacaklar.
Çetinoğlu: 1881-1950 yılları arasında yaşayan Kürt entelektüeli Dr. Şükrü Mehmet Sekban, ‘Bir dilin, bir milleti teşkil etmeye yeteceğini sananlar vardı.’ diyor. Kendisi de vaktiyle öyle sandığı için Kürtçe diye bir dil oluşturmak ve bu dili beynelmilel bir dil olarak kabul ettirmek için çok çalışmıştı.
Nedendir bilinmez, sonra iddiasından vazgeçti. Buradan hareketle; ‘Dil mi milleti oluşturur, yoksa millet mi kendisine bir dil oluşturur?’ Şeklindeki soruyu nasıl cevaplandırmak gerekir?
Prof. Argunşah: Meseleye biraz geniş açıdan bakmak gerekir. Bugün dünyâda konuşulan dillerin sayısı binlerle ifade ediliyor. Rakamlar değişmekle birlikte altı binin üzerinde dil var. Birleşmiş Milletlere kayıtlı ülke sayısı ise 193. Demek ki her ülkede birden fazla dil konuşuluyor. Bu çok normal… Dili olan her millet bağımsız devlet kuracak, diye bir şey yoktur.
Her milletin bir dili olmayabilir. Bir millet, kendi dilini kaybetmiş, içinde yaşadığı hâkim milletin dilini almış da olabilir. Dilini kaybettiği için yok olan milletler olduğu gibi hâlâ millî kimliğini korumayı başaran milletler de bulunabilir. Dünyâda hepsinin örneği var. Yani sorunun bir tek cevabı yok. Dil milleti oluşturur mu? Evet, oluşturur. Kimliğini kaybedip dilini yaşatabilen milletler yeniden bu dilin etrafında toplanarak yeni bir millet oluşumunu gerçekleştirebilirler. Kendisine sonradan dil oluşturmuş millet var mıdır? Belki kaybetmiş olduğu, unuttuğu dilini yeniden canlandıran ve yazı dili, kültür dili hâline getiren milletten bahsedebiliriz. İsrail ve İbranice bunun bir örneğidir.
Kürtçeye gelince… Meseleye iki türlü yaklaşabiliriz. Bunlardan birincisi hissî, ikincisi gözlemlere ve verilere dayalı… Türk toplumunda yaşadığımız problemlere millî hassasiyeti dolayısıyla hissî yaklaşanlar var. Bazen gerçeklerle hislerimiz yahut olmasını istediklerimiz örtüşmeyebiliyor. Kürt ve Kürtçe konusu da öyle. 21. yüzyıl bambaşka bir yüzyıl. Millî kimlikler, ana diller yeniden gündeme taşınıyor. Dünyâ yeniden şekilleniyor. Sovyetler Birliği dağıldı, Yugoslavya dağıldı, Çekoslovakya ayrıldı, en son Sudan ikiye bölündü. Bölünme kaygısı yaşayan başka ülkeler de var. Irak örneğine dikkat edin. Bölünmeyi destekleyen, besleyen dış güçleri de inkâr etmemeli tabii. Bölünmenin sebebi her zaman ayrı millet olmak değildir. Bazen farklı sebepler de ülkeleri bölebiliyor. Kore ve Sudan’ın bölünmesi tamamen farklı sebebe dayalı.
Çetinoğlu: ‘Ana dili’ kavramının târifini yapar mısınız?
Prof. Argunşah: ‘Ana dili’ kavramı ilk bakışta annenin dili gibi anlaşılsa da aslında öyle değil. Bu konularda uzman bilim insanı Prof. Dr. Ahmet Buran bu konuyu şöyle açıklar: ‘Ana dili, insanın doğup büyüdüğü çevrede edindiği ilk dil yahut kendini en iyi ifade ettiği dildir.’ Buran, ana dili ile etnik dil veya etnik kökenin karıştırılmaması gerektiğini önemle vurgular. Bir insanın etnik kökeni başka, ana dili başka olabilir. Türkiye’de yaşayan Gürcüleri örnek veren Buran, onların önemli bir bölümünün ana dillerinin Türkçe olduğunu söyler.
Çetinoğlu: Ülkemizde ‘iki ayrı resmî dil’ bulunmasının sonuçlarını tahlil eder misiniz?
Prof. Argunşah: İki ayrı resmî dil mi? Allah korusun. İki ayrı resmî dil diye bir şey olmaz. Bir ülkede iki resmî dil olmaz, bir ülkenin iki bayrağının olmayacağı gibi. İkinci resmî dil yeni bir devletin dili olur ancak. Türkiye’de bunu isteyenlerin amacı çok açık. İkinci resmî dilin olmayacağını onlar da biliyorlar. Dillerinin altındaki bakla, bağımsız bir devlet talebidir. Açık söyleyeyim: Türkiye’de Kürtçenin eğitim dili olmasını isteyenlerin amacı bellidir. Bir ülkede bir eğitim dili olur. Bazı okullarımızda İngilizce öğretim yapılmasını da tehlikeli görüyoruz. Bu garabete bir an önce son verilmelidir. Türkiye’de eğitim dili tartışmasız Türkçedir. Bunun tartışılması bile abesle iştigaldir. Kürtçenin öğretim dili olması ülkenin bölünmesinin resmen kabulüdür. Bunu şiddetle reddediyorum.
Son on yıl içerisinde Kürtçenin önü epey açıldı. Şu anda birkaç üniversitede seçmeli ders olarak okutuluyor. Bu, gittikçe de yaygınlaşacak gibi görünüyor. İçinde bulunduğumuz şartlar, insan hakları, demokrasi ile gidebileceğimiz son nokta bu olmalıdır. İnsanların kendi dillerini öğrenmeleri insan hakkıdır, kabul. İsteyenler dillerini serbestçe öğrensinler, hattâ gerekirse devlet bu konuda yardımcı da olsun. Ama Türkiye Cumhuriyeti okullarında hayat bilgisi, matematik, müzik, fizik, kimya vb. derslerin Kürtçe olmasını düşünmek bile istemiyorum. Bu ülkenin tekliğinin, bütünlüğünün sonu demektir. Bize bunu demokrasi, insan hakları gibi kulağa hoş gelen sözlerle yutturmaya çalışıyorlar. Bu oyuna gelmeyelim. Biz Türkiye’de 85 milyon hep birlikte barış içerisinde yaşamak istiyoruz. Ay yıldızlı bayrağımızın gölgesi hepimize yeter.
Çetinoğlu: Hocam, verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.
Prof. Argunşah: Düşüncelerimi paylaşma fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.
PROF. DR. MUSTAFA PROF. ARGUNŞAH 1961’de Tokat’ta doğan Prof. Dr. Mustafa Argunşah ilk ve orta öğrenimini bu şehirde tamamladı. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne kaydoldu. 1982-1983 döneminde okulunu bitirdi. Aynı yıl Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisansa başladı. Aralık 1983’te Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinin açmış olduğu Türk Dili araştırma görevliliği imtihanını kazandı ve Ocak 1984’te bu fakültede göreve başladı. Marmara Üniversitesi’nde, merhum Prof. Dr. Mehmet Akalın’ın danışmanlığında 1986 yılında ‘Şükrî-i Bitlisî, Selimnâmesi ve Eserdeki Doğu Türkçesi Unsurları’ isimli yüksek lisans ve Muhammed b. Mahmud Şirvanî, Tuhfe-i Murâdî, (İnceleme-Metin-Dizin) isimli doktora tezini 1989 yılında tamamladı. 15 Aralık 1988’de Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne öğretim görevlisi olarak tâyin edildi. Doktorasını tamamladıktan sonra aynı bölümün Türk Dili Anabilim Dalında 1989 yardımcı doçent oldu. 20 Ekim 1995’te bilim imtihanını vererek doçent unvanını aldı. 23 Mart 2001 târihinde ise aynı bölümde profesörlük kadrosuna tâyin edildi. 15 Eylül 1998-31 Temmuz 2000 târihleri arasında yaklaşık iki yıl KKTC’de Doğu Akdeniz Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. Halen Erciyes Üniversitesindeki Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanlığı görevine devam etmektedir. Basılı kitaplarının yanında ilmî dergilerde çok sayıda makale, bildiri ve tenkit-tanıtma yazıları da bulunan Prof. Dr. Mustafa Argunşah’ın yayınlanmış eserleri: Telif kitaplar: Gagauz Türkleri, Dil-Târih-Folklor ve Halk Edebiyatı: (Harun Güngör ile birlikte) Ankara, 1991. Dünden Bugüne Gagauzlar: (Harun Güngör ile birlikte) Ankara, 1993. Şükrî-i Bitlisî, Selim-nâme: Kayseri, 1997. Gagauzlar: (Harun Güngör ile birlikte) İstanbul, 1998. Muhammed bin Mahmud Şirvanî, Tuhfe-i Murâdî: (İnceleme, Metin, Dizin) Ankara, 1999. Kirdeci Ali, Kesik Baş Kitabı: (Baskıda) The Gagauz: (Harun Güngör ile birlikte) Londra, 2001 Yayıma hazırladığı eserler (Redaktörlük): Milletlerarası Hoca Ahmet Yesevi Sempozyumu (26-29 Mayıs 1993) Bildirileri: (Abdulkadir Yuvalı ve Ali Aktan ile birlikte) Kayseri, 1993. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kuruluş ve Gelişmesine Hizmeti Geçen Türk Dünyâsı Aydınları Sempozyumu (23-26 Mayıs 1996) Bildirileri: Kayseri, 1996. Kayseri ve Yöresi Kültür, Sanat ve Edebiyat Bilgi Şöleni (12-13 Nisan 2001) Bildiriler: (İsmail Görkem, Hülya Prof. Argunşah ve Atabey Kılıç ile birlikte) 2 cilt, Kayseri, 2001 Tercüme ettiği eser: Kırım Tatarcasında Yapım Ekleri (İlhan Çeneli) Ankara, 1997. |