Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç‘ın gündeme damgasını vuran konuşması üzerine yapılan yorumlar ibret verici. Özellikle daha düne kadar O’nu yere göğe koyamayan AKP’liler ve yandaşların tavrı ürpertici.
Siyaset adına kişilikler yerle bir edilebiliyor. Bir kişiyi savunmak uğruna değerlerin böylesine çiğnenebildiğini görmek üzücü.
Haşim Kılıç hepimizin bildiği gibi muhafazakâr yapıda bir insan ve eşi başörtülü. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu. 1990 yılında Turgut Özal tarafından Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeliği görevine getirildi.
Refah ve Fazilet Partilerinin kapatılması davaları, Üniversitelerde başörtüsü yasağı ile AKP’nin kapatılması davası kararlarında ret oyu kullanmıştı. Yazdığı muhalefet şerhleri, “askeri vesayete karşı dik duruşunu” yansıtan kararları, “kişi hak ve özgürlüklerine vurgu yapan tavırları” ile AKP tarafından her zaman takdir edilmiş bir hukukçu idi.
Ne var ki son dönemde AYM‘nin HSYK Kanunu’nun bazı maddelerini iptali ile Twitter yasağını kaldıran kararları sonrası Başbakan Tayyip Erdoğan’ın hışmına uğradı.
Erdoğan “AYM kararına saygı duymadığını, kararın milli olmadığını” sert bir üslupla ifade etti.
AYM Başkanı Haşim Kılıç Mahkemenin yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşmasının içinde, Başbakanın itham ettiği konuları açıkladığı ve “gömlek değiştirme” metaforunu kullandığı için Başbakan’a cevap niteliğinde ve siyasi olmakla itham edildi.
*****
Konuşmanın Muhtevası
Taha Akyol‘un aynen katıldığım değerlendirmesiyle, Haşim Kılıç’ın konuşması “temel hak ve hürriyetler konusunda bir hukuk manifestosu niteliğinde” idi.
“Bireylerin her türlü endişe ve korkudan arındırılmış güvenli bir alanda hayat sürmelerinin en temel insan hakkı olarak” tanımlandığı evrensel insan hakları ile “her türlü eylem ve işlemin yargı denetimine tabi olduğu, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu” hukuk devletine vurgu yapılmıştı.
“Kamu gücüne sahip olanların topluma sunduğu hak ve özgürlükleri lütuf ya da bağış olarak değerlendirilmesi düşünülemez” denilmişti.
Esasen Türkiye’nin taraf olduğu “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” gibi uluslararası sözleşmeler ile Anayasamızın evrensel hukukun üstünlüğünü benimsediği 90. Maddesi gereğince evrensel standartları” uygulamak AYM’nin görevidir.
Evrensel ilkeleri uyguladı diye milli menfaatlere aykırı karar vermekle suçlanan AYM Başkanı, anlayana bir hukuk dersi niteliğindeki konuşmasını yaptı.
Yandaş Star Gazetesi yazarı Fehmi Koru bile, “Haşim Kılıç’ın konuşmasının içeriğinin yüzde 99 doğru olduğunu ama üslubunun sert olduğunu” söyledi. Koru, “bu üslubu siyasetçiler kullanabilir ama yargıçlar kullanmamalı” dedi.
Hükümet mensupları, yandaş medya ve yorumcular “siyasi aktör/ muhalefet yapıyor/ yakışıksız ve sığ/ mehdiliğe soyundu/ paralel/ O artık tarihin çöplüğünde/ iktisatçıdan hukukçu bu kadar olur” gibi sözlerle Kılıç’ı eleştirdiler.
*****
DOST SATMA PSİKOLOJİSİ
AKP cenahı bu eski dostun konuşmasının içeriği, hukuki değeri hakkında tek kelam etmiyor. Cemaat olayında olduğu gibi, daha düne kadar Haşim Kılıç hakkında ettikleri övücü sözleri unutup, “ustayı” kızdırmasına duydukları öfkeyle, O’nu itibarsızlaştırmak için seviyesiz bir saldırı başlatıyorlar.
Olayın diğer yönlerini bir yana bırakalım. Ben özellikle kendisini dindar- muhafazakâr olarak tanımlayan kesimlerde yaşanan bu “dost satma” psikolojisini anlamakta güçlük çekiyorum. Anlayamıyorum çünkü bu kesimin değerlerinin “post alırım/ dost satarım” anlayışına izin vermediğini biliyorum.
Hükümet- Cemaat savaşında gördüğümüz, tarafların karalama ve alçaltma maksatlı, ağır ve hatta iğrenç üslubunun bir benzerini Haşim Kılıç olayında da görmek benim açımdan çok üzücü.
Başbakan’ın istediği hâkim ve savcıyı “kahraman“, istemediklerini “hain, haşhaşi” diye etiketlemesini mazur göreceksiniz… Siyasetçi olarak en üst yargı organlarından birine karşı en sert ifadelerle saldırmasına ses çıkarmayacaksınız.
Fakat kendi kurumunu ve hukukun üstünlüğü ilkesini savunmak zorunda bırakılan AYM Başkanının, içeriği itibariyle tamamen doğru olan, konuşmasını acımasızca eleştireceksiniz.
“Hâkimler siyaset konuşmaz, cübbesini çıkarsın da konuşsun” diyeceksiniz.
“Hangi demokratik ülkede hangi Başbakan yüksek yargı organlarına bu üslupla saldırmıştır? Bunun örneği yok. Demokratik ülkelerde siyasetçilerin de yargıya karşı böyle sert bir üslup kullanma hakları olamaz” diyemeyeceksiniz.
Diyanet İşleri Başkanı işinize gelen siyasi açıklamalar yapınca “sarığını çıkar da gel” demeyeceksiniz…
28 Şubat sürecinde yere göğe sığdıramadığınız AYM Başkanının Hukuk Fakültesi mezunu olmadığını 24 sene sonra keşfedeceksiniz ve bugüne kadar verdiği hukuki mütalaaları ve kararları yok farz edeceksiniz…
Yazık… Siyasetin (özellikle dindar- muhafazakâr kesimlerde) vicdanları kör ediyor olması benim içimi yakıyor.
*****
ARKADAŞLIK, DOSTLUK, VEFA
Eski Türklerde askerler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek (arka-taş) ok atarlarmış. Sırt dayayacak başka nesne olmadığında iki kişi sırt sırta verir ve saldırılara cevap verirlermiş. Arkadaş, işte böyle çeşitli cephelerden tehlikelere maruz kalındığında, sırtını dayayabildiğin, güvenilir insanlara denir.
Dost ise arkadaş kavramından da derin bir yakınlığı, sadakati ve bağlılığı ifade eder.
Arkadaş ve dost, arkadaşı veya dostunun arkasından konuşmaz. Hile, desise veya kulis yaparak aleyhine çalışmaz. Hele hele itibarsızlaştırma gayretine hiç girmez. Kusurları varsa örtmeye, hatalarını düzeltmeye çalışır. Bu aynı zamanda yılların ortak duygularına ve hizmetlerine bir vefanın gereğidir.
“Vefa“, bizim toplumumuz için çok önemli addedilmiş bir değerdir. “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” ifadesine başka bir kültürde rastladınız mı? (Banu Gürer’in “Vefa da Neymiş?” başlıklı yazısından)
Dost satma eylemcilerinin Türk-İslam kültüründen, arkadaşlıktan, dostluktan ve vefa duygusundan ne kadar uzak olduğu anlaşılıyor.
Bu tür insanları arkadaş ve hele dost edinmekten Allah muhafaza etsin.