Peygamberlik ve Saltanat

87

Kureyş müşriklerinin, Allaha ortak koşanların Hudeybiye Anlaşmasını (M. 628)

Bozmaları üzerine Resulü Ekrem, sefer kararı aldı.

Mekke’ye yürüyecekti.

Çünkü Müslümanlar Medine’de bile rahat bırakılmıyorlardı.

Mekke ta oradan Medine’yi tehdit ediyordu.

Çok zaman Müslümanlar, silahlı olarak sabahlıyorlardı.

Mekke’nin baskını her an mümkündü. Bu tehlike savulmalıydı.

Fakat bunu son derece gizli tutmak istiyordu.

Böylece hem düşman hazırlık fırsatı bulamayacaktı.

Hem de fazla kan dökülmesi önlenmiş olacaktı.

On bin kişilik ordusuyla sefere çıktı.

Nihayet Merruzzahrân Vadisi’ne gelindi. Her mücahide ateş yaktırıldı.

Mekke’den görülen bu ateşler; müşrikleri, kâfirleri korku ve dehşet içinde bıraktı.

Mekke kuşatılmıştı.

Bu arada Ebu Süfyan’ın önünden İslâm ordusu geçirildi.

Ta ki, bu orduya karşı durulmayacağını anlasın. Karşı harekete geçmek isteyecekleri caydırsın.

Ebu Süfyan, önünden geçirilen ordunun haşmet ve görkemi karşısında,

Kendisini tutamaz!

Hz. Abbas’a karşı ağzından şu kelimeler dökülür:

“Kardeşinin oğluna ne kadar büyük bir saltanat verilmiş!

Hiçbir hükümdarda görmediğim bir saltanat!”

Hz. Abbas; “Bu saltanat değil, peygamberliktir!” diyerek Ebû Süfyan’ın yanlışını düzeltti.

Ebu Süfyan da, “Evet peygamberliktir!” diyerek kanaat ve düşüncesini doğrulttu.

Daha sonra Ebu Süfyan’ın Mekke’ye gitmesine izin verildi.

Geri dönüp, Mekkelilerin boş yere karşı koymalarını önlesin diye…

“Çünkü o (Peygamber yani Hz. Muhammed) her şeyden evvel insanlara ebedî saadeti kazandıracak olan hak ve hakikati tebliğe (sunmaya) memur (ve görevliydi). İnsanları imhâya (mahva) değil! Teslime mecbur bırakıldıkları takdirde içlerinden birçoklarının gönlü İslâma kayabilirdi. Böylece de iman nimetini elde etmiş olabilirlerdi. O halde düşmanı tamamen imha etmek yerine ona galebe etmek, onun ulvî (yüce) gayesine daha uygundu.” (Peygamberimizin Hayatı, Salih Suruç 3. Cilt İstanbul – 2003 s. 185,186,198)

x

Çok kısa olarak Mekke’nin fetih ve alınışını dile getirdik.

Maksadımız fethi anlatmak değil.

O ayrı bir manevî destan konusu olacak kadar derin manalar içerir.

Biz sadece Hz. Abbas’ın, Ebu Süfyana verdiği çok anlamlı cevaba dikkatleri çekmek istedik.

Ne demişti önünde resmi geçit yaptırılan İslâm ordusunun heybet ve haşmeti karşısında

Ebu Süfyan ne demişti Hz. Peygamber’e:

“Ne kadar büyük bir saltanat verilmiş! Hiçbir hükümdarda görmediğim bir saltanat!”

Demişti demesine de hemen vermişti ağzının payını Hz. Abbas.

Ve İslâmın, evrensel espri ve ruhunu yansıtan, âdeta cihana haykıran şu özlü sözü söylemişti:

“Bu (Hz. Muhammed’in davası) saltanat değil, peygamberliktir!”

Bu, çok anlamlı cevapta, ne yoktu ki değerli okur!

Çok ince düşünürsek; İslâmı yanlış yorumlamaktan kaynaklanan ve zihinleri meşgul eden

Bazı problemlerimizi çözecek iksiri, bu altın sözde fazlasıyla bulabiliriz.

Şimdilik düşündürmekle yetiniyor:

“Görenedir görene, köre ne?”

Demek istiyorum be dostlar!

 

 

Önceki İçerikŞehir Hastaneleri
Sonraki İçerikAğustos Böceği Mazereti
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.