Peyami Safa, Peyami Safa’yı Anlatıyor

119

İstanbul Vefa Lisesi’nde okurken Fen Fakültesi’nin de giriş kapısının bulunduğu Vezneciler Caddesi’nden geçmediğim gün yok gibiydi. Bu cadde üzerinde bir Yaprak Kitapevi vardı, bir de çok modern olarak dizayn edilmiş Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Kitap Evi. Edebiyat kitaplarımızda şiirleri olduğu için Fazıl Hüsnü’yü burada ya sohbet ederken, ya yalnız görürdük.

Kırtasiyede bulunduran Yaprak Kitapevi’ne ise üç-beş merdivenle inilirdi. Birkaç defa Necip Fazıl’ın Kısakürek’i burada gördüğümü hatırlıyorum. Necip Fazıl’ın Reis Bey, Sultan İkinci Abdülhamit Han ve Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Vecdi Bürün’ün Nasıl Öldüler, Milovan Cilas’ın Stalinle Konuşmalar adlı eserlerini daha sonra ismi değişen Ötüken Yayınevi neşretmişti.

27 Mayıs Askeri Darbesi’nin izleri, sancısı ve eziyeti, siyasi iktidarın zulmü, tacizi devam ettiğinden milliyetçi yayınlar mağdur ve mazlum halka ilaç gibi geliyordu. Yaprak Kitapevi’nin daha sonra milliyetçi üniversite öğrencileri tarafından harçlıklarını bir araya getirerek kurduklarını öğrendim. Ahmet Nuri Yüksel, Mehmet Niyazi Özdemir, Nevzat Kösoğlu, Dursun Ali Çemberci, Ahmet İyioldu, Özer Revanoğlu, Rasim Cinisli, Fehim Üçışık, Nurhan Alpay, Mustafa Yıldırım’ı çok daha sonra tanıma fırsatı buldum. Ahmet İyioldu ve Nurhan Alpay ile beraber Babıali’de Sabah Gazetesinde çalıştım.

YAZAR VE MÜTEFEKKİR MEHMET NİYAZİ ÖZDEMİR

Her çıkan yayını alıyor ve okuyordum. Peyami Safa nerede yazıyorsa o gazeteye abone oluyorum. Önce Milliyet, sonra Son Havadis. Rahmetli ağabeyler Ergun Göze ve İrfan Atagün’ün Babıali Yayınevi Peyami Safa’nın “Mistisizm”i neşretmişti. Sarı küçük boydaki ciltli eserin arkasına bir not dikkatimi çekmişti; “Mistisizm, Peyami Safa’nın son telif eseridir. Neşrinden evvel 15-6-1961 Cuma gecesi öldü. Allah Rahmet Eylesin.”

Bütün bu hatıraları Basın İlan Kurumu ve ESKADER’in Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde ortak düzenlediği “Matbuat Dünyası’ndan Sanatkar Çehreler” konulu toplantıda yaşadım. Bu toplantıda Peyami Safa’yı Mehmet Niyazi Özdemir anlattı. Peyami Safa ancak bu kadar gerçek anlatılırdı. Mehmet Niyazi Özdemir’in ismini 1960’lı yıllardan bu yana biliyorum, eserlerini okuyorum.  Kitaplarında, neredeyse aynı zaman dilimini yaşadığımızdan kendi dönemimi de buluyordum. Hikayelerinden maada mesela Varolmak Kavgası, Daha Dün Yaşadılar, Dahiler ve Deliler vs.

Mehmet Niyazi Özdemir (Akyazı-1942) Haydarpaşa Lisesi’nden sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Felsefeden sertifika aldı. Doktora çalışmasını bitirdi. Almanya’ya gitti, “devlet felsefesi” eğitimi gördü. Tezli romanları kadar Medeniyet Ülkesini Arıyor ve Türkiye’nin Meseleleri çalışmaları önemli görüş içerir. 1998’de Türkiye’ye döndü. Cep telefonu kullanmayan Mehmet Niyazi’yi kim isterse İSAM’ın İstanbul Bağlarbaşı Kütüphanesinde Can Alpgüvenç, Erdinç Beylem gibi çalışırken bulabilir. Mehmet Niyazi bölgemiz ve insanlarımız için gerçek bir “akil adam” sözün özeti.

DÖRT ÖNEMLİ HUSUS

Peyami Safa’yı özetle şöyle anlattı:

“-Tarihçi İsmail Hami Danişmend’e göre Peyami Safa  Akşemsettin’in sülbünden geliyor. Onların torunu. Anadan doğma Şair İsmail Safa’nın oğlu. O yıllarda 2. Sultan Abdülhamit düşmanlığı modaydı. İsmail Safa Sivas’ta sürgün ve Peyami 2 yaşında iken vefat ediyor ve yetim kalıyor. Öyle ki Ayşe Osmanoğlu’ndan dinledim; Bediüzzaman Said Nursi evlerine Abdülhamit düşmanlığı özrü için kızıyla helalleşmeye gitmiş. Mehmet Akif bile o günkü basının etkisinde. Milli sermaye yoksa milli basın da olamaz. Arkasında süper güç olmayan milletler hep ezilmiştir. Çeçenler gibi, Filistinliler gibi, Mynmar’daki müslümanlar gibi. O günler böyle günler işte.

-Yetim Peyami’ye babasının arkadaşı Sosyalist Abdullah Cevdet sahip çıkıyor. Hamilik yapıyor. Kitaplar hediye ediyor. Peyami Safa daha sonra bundan sıyrılmayı başarır. “Allah’a bal gibi inanıyorum” diye bir röportaja cevap verince ipler kopar. Hastalık nedeniyle ancak ortaokul’dan mezun olabildi. Öğretmenlik yaptı. Annesinin emeğini hissetti ve kardeşi ile birlikte 18 yaşında iken gazete yayınladı. Peyami Safa’nın dört önemli yanı  vardır.

Birincisi gazetecilik. Büyük basında yazarlık yaptı. Her gittiği gazeteye 60 bin kadar okuyucusunu da birlikte götürüyordu. Zaten gazetelerin tiraji 70 bin kadardı. Yazıları dikkatle okunurdu. Peyami Safa Menderes ile de dost. Gazete bile yayınlayacaklardı. Peyami Safa ve Ali Fuat Başgil o yıllarda milletin ümidiydi. Necip Fazıl Kısakürek sürekli cezaevine girince görev Peyami Safa’ya kalıyordu. 27 Mayıs 1960’de darbecilerin sertliğine rağmen Peyami Safa’yı kutladık ve üniversite öğrencileri olarak çicek verdik. General Faruk Güventürk  önemli bu fikir adamımız Peyami Safa’yı sorguluyordu! Ahmet Er kurtardığını hatıralarında yazıyor! Sabiha Sertel de hatıralarında şöyle diyor “Türkiye’yi komünist yapardık ama Peyami Safa’yı ikna edemedik.”

YALNIZIZ ZİRVEDE

İkincisi; fikri tarafı. Cumhuriyet döneminde  Kadro dergisi, Vedat Nedim Tör, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi yazarlarla masayı temizledi ve bir yanına sosyalizmi ekledi. Peyami Safa ise  Türk İnkılabına Bakışlar koydu topluma. Bunu milliyetçilik ve medeniyetçilik diye yazarak tarif etti. Türk Düşüncesi Dergisini yayınladı. Avrupa’da bir yıl kalmış ve batıyı o kadar müthiş algılamış. Küçüklüğünden beri hep hastalığıyla mücadele etmiş, ilacını da yine kendisi bulmuş. Bir tıp profesörü kadar tıbbı bilgiye sahipti. Öyleki ölmeye yakın burnundan kan gelince “fena fena” diyerek sağlık durumunu anlayabiliyordu.

Üçüncüsü ise acılardan, yoksulluktan ve hastalıktan gelen Peyami Safa’nın romancılığı. 21 yaşında Şimşek’i yazıyor. Bir kadının ruh halini o kadar güzel anlatıyor. Peyami Safa Rus olsaydı, bir Tolstoy, bir Dostoyevski muamelesi görürdü. Kitapları Ötüken Yayınevi bastı, diğer yayınevleri neşretmedi. Böylece Peyami Safa’nın evine ekmek girdi. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu Nazım Hikmet’e ithaf etmişti, yayınlanırken “bunu çıkarmayınız” diye tembih etti. Öyle neşredildi. Peyami Safa’nın yeğeni Behzat Safa ise “Ben devrimciyim!”diyerek Peyami Safa’nın mirasını mirası reddetti. Matmazel Nörolyanın Koltuğu örnek bir psikolojik romandır. Reşat Nuri’nin Çalıkuşu ve Refik Halid’in Sürgün gibi Yalnızız romanı da bir zirvedir.

19 YIL TATİL YAPAMAYAN YAZAR

Necip Fazıl’a nerede oturduğu soruluyor. “Peyami’nin evinde oturuyorum.”diyor. “Peki ya Peyami nerede oturuyor?” deyince de “Cingöz Recai’nin evinde!” diye cevap veriyor. Polemik üstadı her iki yazar zaman zaman birbirini eleştirdi. Ancak her ikisi de sürekli parlayan ve büyüyen yıldızlarımızdı. Necip Fazıl’a Nazım Hikmet “Hoşgeldin Meleklerin hocası” deyince “hoş bulduk Asiyenin Hocası” diyebiliyor. Bir başka örnek ; Nazım Necip Fazıl’a “Eğer oruç tutarsan böyle ineğe dönersin” der demez Üstad “İnekler oruç tutmaz, hayvandır.” deyiveriyor.

Dördüncüsü ise  hem verem, hem elinde kemik hastalığı olan Peyami Safa’nın beşeri yanıdır. Vecdi Bürün O’na “evliya” derdi. Tek oğlu yedek subay öğretmen Merve’nin ölümünü gizlemişlerdi. Ayhan Songar hatıralarında Peyami Safa’nın “Bakın Merve’nin piyanosu kendi kendine çalıyor. Merve’nin öldüğünü hatırlatıyor!.” diye bahsediyor. Karısı Nebahat Hanımı tedavi için Hamburg’a götürüyor. Bir pansiyonda kalıyorlar. Aylar sonra ayrılırken pansiyoncu “Biz sizden çok şey öğrendik, para falan alamayız!”diyor. Pansiyoncu hanım Peyami’ye aşık olmuştur. Kendisiyle birlikte yaşayabileceğini söyleyince “Felçli eşimi üzemem” demesi aşkı daha da artırıyor ve Alman kadının intihar etmesi ile neticeleniyor.

“19 yıllık yazı hayatımda  bu insanlar bana bir hafta tatil hakkı vermedi. Hiç yeni elbise giymedim. Hep bit pazarından aldım.” diyen Peyami Safa öyle bir nimettir ki toprak altındaki bir define gibidir. Deha ABD’de binde bir, Türkiye’de onbinde bir çıkıyor. Yani bu demektir ki; 7500 dahimiz var. Hür tefekkürle olaylar değerlendirilirse iyi, ideoloji ile kirletilirse yazık olur. Avrupa muhafazakar, doğu ise yaz-boz tahtası gibi. Peyami Safa’nın eserlerinde müslümanlık portakaldaki şeker gibidir. Bunu hisseden üniversite hocaları gençleri “Sulanmış Kafa Peyami Safa” diye şartlandırır ve farklı düşüncelerin memleketimize geç gelmesine neden olmuşlardır.

MEFKÜRE ADAMI VEYA BAŞKA BİRİ OLMAK

Peyami Safa vefat ettiğinde örfi idare vardı. Mehmet Niyazi ve arkadaşlarını askerler mezara yaklaştırmıyorlar bile, süngü ile karşılıyorlar. Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu “Beni kimse Peyami’nin mezarına gitmekten men edemez” diyor. Diyor ama bu yazar da süngü ile karşılanıyor.”

Mehmet Niyazi böyle anlattı Peyami Safa’yı. Fikir adamlığı, gazeteciliği, romancılığı ve insani yanıyla Peyami Safa; dikkat çekici bir zekası, cevvaliyeti, iradesinin güçlülüğü, polemikçiliği, düşünce ve dilinin zerafetiyle, milliyetçilik ve medeniyetçiliği ve azmiyle önemli bir aydınımızdır. Roman ve hikayeleri, Server Bedii(annesinin ismi) imzalı eserleri, fikri kitapları, “Gün Doğuyor” piyesi, Kim Nedir Serisi’yle, biyografileriyle, ders kitabı ve tercümeleriyle eskimez bir yeni olarak devam edecektir. Ötüken Yayınevi bu konuda vefa göstermiş, mezarıyla alakadar olmuş, eserlerini neşretmeyi sürdürmüştür.

Peyami Safa “Dört İnsan Tipi”ni 1. Keyif adamı, 2.Rahat adam, 3. İşadamı ve 4. İdeal(mefküre) adamı  olarak sınıflandırıyor (Milliyet 01 Ağustos 1957). Dönüp arkama bakıyorum değişen bir şey de yok esasında. Artık idealizmini kaybeden görüşü ne olursa olsun insanlarımız da keyif adamı, rahat adam ve işadamı oluyorlar!. İskeletlerini kaybediyor, löp et oluyorlar. Aman Allahım bu bir fecaat!. Türkiye’yi ilgilendiren bir kitabı Almanya’daki kitapçı vitrinlerinde gördüğünde parası yetmediği için alamayan, sonrasında bulup buluşturunca da “Bu kitap zaten çok az basılmıştı. Hepsi satıldı. Mevcudu yok.” cevabı karşısında yıkılabilen, üzülebilen Mehmet Niyazi Özdemirler artmalı, eksilmemeli. 2023’e kamburla girilmemeli.

GAZETE YAZARLIĞI BAZI GÜZELLİKLERİ GÖTÜREBİLİYOR

Mehmet Niyazi bir hatırlatmada bulundu “Keşke Peyami Safa’nın geçim kaygusu ve hastalıkları olmasaydı, gazete yazıları değil de romanlar, fikri eserler kaleme alsa, yazabilseydi. Bir mefküre adamı olarak zaten bunun örneklerini vermişti. Ancak mecburiyetten öyle olmadı.”

Mehmet Niyazi Özdemir Basın Müzesi’nde konuşurken kendisini günümüzde Peyami Safa olarak gördüm. Peyami Safa, sanki Peyami Safa’yı anlatmıştı. İsmail Hami Danişmend’in Harbiye’deki Hava Apartımanındaki, Nurettin Topçu’nun Kadırga’daki, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in Feneryolu’ndaki , Ekrem Hakkı Ayverdi’nin Fatih’teki ev sohbetlerinde  gibiydim. Yahut  Beyazıd’da Marmara ve Küllük Kıraathanesinde, Endurun Kitapevi’nde bir dinleyiciydim. İyi ki Mehmet Niyazi Özdemir haftada bir Zaman’da gazete yazısı yazıyor. Öteki çalışmalarına bu nedenle zaman ayırıyor, sohbetler edebiliyor. Bizleri Türk ve İslam devlet felsefesinden, Yemen Ah Yemen, Çanakkale Mahşeri ve Plevne’den mahrum etmiyor. Müteşekkirim bu mütefekkirimize, tarih tezli romancımıza, hatıralarıyla vefa örneği gösteren yazarımıza, hakikatleri gün ışığına çıkaran araştırmacımıza, kütüphaneleri öksüz ve yalnız bırakmayan dostluğuna ve bir sonraki nesile yaptığı ağabeyliğine, her şeye rağmen tercih ettiği “Yanlızız”lığına.

Madalyonun öteki yanında ise keşke üçüncü kuşak genç Peyami Safalar olacak Yenişafak’ta Salih Tuna ve Star’da da Ahmet Kekeç de gazete yazıları dışında edebi türleri mefküreyle örtüştürerek toplumumuzu yeni eserlere kavuştursalar.

Ne dersiniz?