Yok diye seslendi zifire
kimin kime hükmettiğinden habersiz.
karanlığa lutfettiğini zannederek.
külü ha düştü ha düşecek sigarasında
son bir nefes daha lezzet arayarak öksürdü.
zamanın içine batak gibi çöküşünün
kaçıncı gecesiydi..
Esaretinin ne gün,
nasıl son bulacağını düşünecek takati yoktu.
kuruntularımdan uykuya saklanmalı dedi.
Yağmurun cisildeyişi
senfoni fazlası notalar misali
camlara dökülmeye başladığında
o yine her akşam ki huzursuzluğu ile
boş bir çay bardağının
avuçlarında bıraktığı sıcaklığı
ana kucağı, yar kucağı sanarak
sızıp, büzülüp gidecekti.
Esnedi,
izmariti parmaklarının arasında buruşturup
yanmaya hasret sobaya nişanlayıp fırlattı.
vaktiyle kor alev sıcaklığında
cezvelerden taşan kahvelerin
kuru kahveci mehmet efendi mahdumlarından alınışı
arta kalan kuruşların
şeker kavanozlarında tükenişi
hey!
hey gidi hey dedi yorgun.
Dünyanın şirketi hayriye vapurları gibi
hep gitmek istediği iskelelere uğradığı
akşamların kalabalığında kayboluyordu hayalleri
ne boğaz taze gelin güzelliğinde şimdi
ne şirketi hayriye ne de o canım iskeleler
akşam simitlerinin susamları bile öyle azalmış
sonunda kaybolup gitmişlerdi
kendini susamlar gibi hissetti
yok diye seslendi
gaz lambasına doğru
yok, sana ihtiyacım yok!
Doğrulmaya çalıştı
cam önündeki nine yadigarı yastıklarla bezeli sedirden
beyaz dantel örtülü fotoğraftan kaçırdı gözlerini
kolalı hakim yaka gömleği
siyah kravatı, kaytan bıyıkları ile
babasının sesi çınladı kulağında
‘ne bu hal haylaz ‘ ürperdi
uyumalı dedi mahcup
birazdan bekçi düdükleri duyulur
çivit beyazı çarşaflar serilirdi,
konağın yüksek tavanlı odalarında
mis kokan çocuk uykularım neredesiniz
hey!
İkbal kalfa diye seslendi
ebe ikbal,
aşçı ikbal,
dadı ikbal,
halayık ikbal.
çok oldu gece sütü içmeyeli..
bu öksürük nöbeti yabancı değil
ah!
elinde sıcak havlu
yine peşimde olsan..