Biri; bu sanatlı, hikmetli / gayeli masnuatıyla / sanatlı yarattığı mahlûkatıyla; kendi hüner / bilgi, maharet ve marifetlerini; kısaca sanatkârlığının mükemmel ve tam oluşunu teşhir etmek / göstermek ve sergilemek istiyor.
Biri; bu süslü, ziynetli nihayetsiz / sayısız mahlûklarıyla / halk ettiği, yarattığı canlı cansız varlıklarla; kendini tanıttırmak ve sevdirmek istiyor.
Biri; bu lezzetli, bu kıymetli hesapsız nimetleriyle, kendine teşekkür ve hamd ettirmek istiyor.
Biri; bu şefkatli / karşılıksız merhametli ve himayetli / korumalı ve esirgemeli umumî / genel terbiye ve iaşe / besleme ve yaşatması sebebiyle, kendisine minnettarane / minnet duyarak, müteşekkirane / teşekkür ederek ve perestişkârâne / taparcasına, aşırı bir sevgi ile bizi kendisine ibadet ve kulluk ettirmek istiyor.
Biri; ağızların en ince zevklerini, iştihaların / isteklerin her nev’ini / her tür ve çeşidini tatmin edecek / doyuracak bir surette ihzar edilen / hazırlanan Rabbanî / Rabbe ait it’amlar / taam vermeler ve kullarına sunduğu ziyafetlerle; Rububiyetine / Rablığına karşı şükür ve hamd içinde olmalarını istiyor.
Biri; mevsimlerin peşpeşe gelerek tebdîli / değiştirilmesi, gece-gündüzün tahvîli / bir hâlden başka bir hâle geçirilmesi ve birbirini tâkip etmesi gibi, azametli / büyük ve haşmetli / ihtişamlı bir şekilde bunlar üzerinde tasarrufat / iş ve icraatları sebebiyle; bilinmek, bulunmak, sevilmek ve bizlerin kendisine karşı istediği gibi bir kul olmamızı istiyor.
Biri; hikmetli / amaçlı gaye ve faaliyetleri, hallâkıyeti / yaratıcılığı ile kendi ulûhiyetini / ilahlığını izhar ederek / açığa vurarak; kuldan o uluhiyetine karşı kendisine iman, kendisine teslim olmasını, inkıyat / boyun eğiş ile kendisine itaat etmesini istiyor.
Biri; her zaman iyiliği ve iyileri himayede / koruma ve esirgemede bulunuyor. Fenalığı, fenaları / kötüleri izale yani yok ediyor. Semavî / göksel tokatlarla zâlimleri, yalancıları imha ederek ortadan kaldırıyor.
İşte bütün bunlar gösteriyor ki, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen, zâhirî perdeler arkasında biri var. Yani Yüce Allah.
Öyleyse, elbette ve elbette, o gaybî / gözle görünmeyen Zât’a; yanında en sevgili mahlûku, en doğru abdi / kulu olarak; O’nun mezkûr / zikredilen, anılan maksatlarına tam hizmet edecek biri gerek.
Öyleyse, elbette ve elbette, kâinat ve evrenin hilkatini / yaratılış tılsımını / gizli sırrını ve muammasını / güç işini hâl ve keşfedip açacak biri gerek.
Öyleyse elbette ve elbette ve daima o Hâlık / o Yaratıcının namı ve adına hareket edecek, O’ndan istimdad edip / yardım isteyecek biri gerek.
Öyleyse, elbette ve elbette Allah tarafından imdadına / yardımına koşulacak. Allah’ın tevfikine / başarı vermesine mazhar ve nail olup erişecek biri gerek. İşte o Zât, Muhammed-i Kureyşî / Arapların Kureyş kabilesine bağlı ve mensup olan Hz. Muhammed Mustafa’dan başkası değildir.
Çünkü, bu zat yani Hz. Muhammed; Âdemoğullarının şeref kaynağıdır.
Çünkü, bu zat yani Hz. Muhammed; bu âlemin iftihar / fahr ve övünç kaynağıdır.
Çünkü, o “Fahr-i Âlem” / Âlemin kendisiyle övündüğü peygamberdir.
Çünkü, o “Şeref-i Benî Âlem” / İnsanlığın şerefi, insanoğlunun şeref menbaı ve kaynağıdır.
Çünkü O’nun elinde Rahman olan Allah’ın fermanı / buyruğu ve emri olan; beyanı acze düşürücü Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan var.
Çünkü O’nun manevî saltanatının haşmet ve ihtişamı; arzın nısfını / yeryüzünün yarısını tutmuş ve etkisi altına almıştır.
Çünkü O’nun şahsî / özel kemâlât / olgunluk ve mükemmelliği gösteriyor ki, bu âlemde en mühim zat ancak O’dur. Çünkü O’nun yüksek haslet / iyi ve güzel özellikleri gösteriyor ki, bu âlemde en önemli zat O’dur. Hâlık ve Yaratanımız hakkında en gerçek ve en mühim söz O’nundur.