“Pembe Gazete” tabirini duymuşsunuzdur. Gazete harici yayın araçlarını da dâhil edip,”pembe medya” diye kavramı ben genişlettim.
Dünyanın gelmiş geçmiş en zengin adamı olarak bilinen petrol, çelik ve banka imparatoru John Davison Rockefeller’in ölüm döşeğinde iken mutlu olması için tek nüsha olarak çıkarılan bir gazeteden bahsedilir.
Doktorların 98 yaşındaki babalarının “hiç üzülmemesini gerektiği” tavsiyesine uyarak, oğulları O’nun her sabah okuduğu ve sahibi oldukları büyük gazeteye talimat vermişler. Her gün tasarımıyla, yazarlarıyla, magazini ve haberleriyle sahici fakat bir adet basılan bir gazete çıkarmışlar.
Bu gazetenin her bölümüne Baba Rockefeller’i mutlu edecek haberler ve yorumlar serpiştirilirmiş.
Mesela ABD Başkanı’nın “Rockefeller’in ülkenin en değerli ve bilge adamı olduğuna” dair bir beyanatı yer alırmış. Rockefeller’in şirketlerinin borsadaki parlak başarıları, bankalarının yüksek karlılığı rakamlarla anlatılır, Rockefeller’in Standart Oil şirketinin petrol sondajlarında petrol fışkırırken, rakip şirketlerin kuyularından tuzlu su çıktığı bildirilirmiş. Bu gazeteye göre, siyasette Rockefeller’in tuttuğu Cumhuriyetçi Parti, beyzbolda taraftarı olduğu takım başarıdan başarıya koşarmış. Hatta yıldız falı köşesinde, burcu daima sağlık ve afiyet tahminleri ile dolarmış.
Böylece her sabah gazetesini okuyan Rockefeller ölünceye kadar mutlu olmuş.
İşte böyle gazetelere “pembe gazete” deniyor.
***************************************
Dünyanın En Kötü Sesli Şarkıcısı
Herkes Baba Rockefeller kadar şanslı olamıyor.
Böyle mutlu edilmek üzere planlanmış fakat sonu daha buruk bir başka gerçek hikâyeden bahsedeceğim.
1940’larda ABD’de yaşanmış bu hayat hikâyesinden yola çıkarak hazırlanmış bir film seyrettim. “Florence” isimli film başarılı senaryosu, yönetimi ve ünlü oyuncu Meryl Streep‘in muhteşem oyunculuğu ile birçok ödüller kazanmış.
Filme konu olan Florence Foster Jenkins New York sosyetesinin tanınmış simalarından biridir. Florence zengin, içinde müzik tutkusu olan fakat yeteneksiz bir kadındır. Kocası O’nu mutlu etmek için yeteneksizliğini kendisinden gizlemiştir. O’nun mutlu olması için, O’ndan habersiz bir sistem kurmuştur.
Kocası St. Clair Bayfield’in yüksek ücretlerle tuttuğu ünlü müzisyen hocalar Florence’e müthiş bir yetenek olduğunu söylemektedir. Kocası yıllarca kendi kiraladığı bir salonda kapalı gişe konserler düzenlemektedir. Parayla getirdiği dinleyicilerin müthiş alkışlarıyla Florence’nin özgüveni beslenmektedir. Konserlerden sonra, hep övgülerle dolu yorumlar hazırlatmakta ve gazetelerde para karşılığı yayımlanmasını sağlamaktadır.
Bütün bu övgü, alkış ve yorumlar sebebiyle yeteneksiz, sesi “kapı gıcırtısından hallice” Florence kendisinin çok iyi bir soprano olduğunu zannetmektedir.
İlerleyen yaşına ve müthiş yeteneksizliğine rağmen, büyük bir sanatçı olduğuna inanan Florence, müzik tutkusunu Carnegie Hall‘de vereceği bir konserle taçlandırmak istemektedir.
Daha sonraları “opera tarihinin en kötü sesi” olarak anılacak Florence’ın bu ünlü müzikholde de konser vermesi sağlanır.
Bütün gazetelerde parayla övgü dolu yorumlar yayımlanır. Ama bu defa bir tek gazeteci satın alınamamıştır.
Bu gazeteci sırf para gücü ile kazanılan haksız şöhrete karşı çıkmakta, kulakları tırmalayan bu sesi insanlara dinletmenin haksızlık olduğuna inanmaktadır. Kocası, O gazetecinin gerçeği haykıran yorumunun gazetede yayımlamasına mani olamasa da, Florence’ın okumaması için gazeteyi satıcılardan toplatır. Ama buna rağmen Florence’ın gazeteyi okumasına engel olamaz.
Zavallı Florence ilk defa, kocasının yarattığı ve yaşattığı fanustan çıkarak, çıplak ve korkunç gerçekle yüzleşir. Bu acı gerçek Florence’ın mevcut hastalığını tetikleyerek ölmesine sebep olur.
Florence’ın sağlığında kaydedilen konser plakları O’nun ölümünden sonra en çok satanlar arasına girmiş. Bu ses kayıtlarını veren internet siteleri de en çok tıklanma rekorları kırmakta imiş.
Tabii bu yoğun talep güzel müzik dinlemek isteyenlerden değil, gülmek için dinlemek isteyenlerden geliyormuş.
***************************************
Türkiye’nin Pembe Medyası
Türkiye’de yayımlanan gazeteleri okuduğumda, TV’leri seyrettiğimde “pembe medya” ile kuşatılmış olduğumuz hissine kapılıyorum.
Cumhuriyet tarihimizin en netameli döneminden geçerken her şey güllük gülistanlık gösterilmekte.
Şehitler, cenazeler. Onbinlere verilen belediye iftarlarında karnını doyurmak için sıraya giren kalabalıklar. Dış politikada yalnızlaşma, etrafımızı kuşatan düşman koridorlar. Ahlaktan soyutlanmış sözde dindarlık. Kendi dilinde okuduğunu anlamakta, kendini ifadede zorlanan gençler. İşlenmeyen topraklar, çöken tarım politikası, köyleşen şehirler. “Beka sorunu” yaşayan bir ülke.
Sanki bunların hiçbiri yok. Sanki ülkemiz bir huzur, refah ve medeniyet adası!
Yazarlar, yorumcular ülkeyi bu hale getirenlere övgüler düzmekte sıraya girmişler. Dış politikada, ekonomide, adalet sisteminde, terörde, eğitimde, toplumsal birlik ve dirliği sağlamakta son derece başarısız olmuş yöneticileri “asrın lideri” gibi ölçüsüz unvanlarla anmaktalar.
En çok satan gazeteler, en çok izlenen TV’ler sanki bir “Rockefeller gazetesi” gibi.
En çok satan gazeteler, en çok izlenen TV’ler sanki bir Florence’ı mutlu etmek üzere ayarlanmış gibi.
Halkımız da Florence’ın paralı dinleyicileri gibi, mutluluk içinde “Cumhuriyet tarihinin en kötü yöneticilerini” alkışlamakta.
Ramazan’ınız mübarek, mutluluğunuz daim olsun sayın seyirciler…