Parantezler ve Maymunun Sobası

103

Kurumlar iki sebepten zayıflar ve çöker:

1. Değişmedikleri için

2. Değiştikleri için

Demek ki bilgelik nasıl değişip nasıl değişmemek gerektiğini kestirmektedir.

Değişmeme

Muhteşem yüzyılda, yani 16. asırda dünyanın tartışmasız zirvesini teşkil eden Türk Devleti iki asır sonra hasta adamdır. Geçen iki asırda Avrupa’da endüstri devrimi başlamış, Batılıların gemileri okyanusları aşıp bir taraftan Hindistan’a, diğer taraftan yeni dünyalara, Amerikalara ulaşmıştı. Bu orantısız ayrışmanın sebebi Prof. Timur Kuran’ın “Yollar Ayrılırken” kitabındaki şu ifadelerde gizli:

“Bir onaltıncı yüzyıl tüccarı iki asır sonra, reformların başlangıcından önce hayata dönse, mukavele şekillerinin, borç işlemlerinin ve yatırım araçlarının ne kadar da bildik olmasına şaşacaktı.”

“Onaltıncı asır Osmanlı mahkemelerinde kayda alınan ticarî mukaveleler 1000 yılı civarında bu bölgede yaygın şekilde kullanılan sözleşmelerle aşağı yukarı aynı idi.”

Mehmet Genç de “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” eserinde, iktisadî kurumlar ve mevzuattaki donmuşluğu Osmanlı iktisadının üç dayanağından “Gelenekçilik” ilkesi ile açıklar: Mantık şöyledir: “Bu kurallar kadimden beri sıkıntısız uygulanageldiğine göre en iyisi bunlardır.” “Niçin geri kaldık?” kitabımda Osmanlı’yı batıran illetin başarı hastalığı olduğunu anlattığım bölümde gelenekçilik ilkesini Genç’in şu ifadeleriyle özetlemiştim:

“Kadimden olagelene aykırı iş yapılmaya”. Peki, kadim nedir? “Kadim odur ki, onun öncesini kimse hatırlamaz.”

Donan Şirketler

Kurumlar deyince ille devletleri ele almamız gerekmez. Şirketler de kurumdur. Bir zamanlar Nokia adlı bir Fin şirketi cep telefonu piyasasında tekele yakın bir hâkimiyet kurmuştu. Akıllı telefon alanında gerekli değişimi yakalayamadığı için şimdi epey gerilerden geliyor.

Bilgisayar imalatında bir ve iki numaralı şirketler IBM ve DEC idi. Birincisi büyük makinelerde, ikincisi mini-bilgisayarlarda lider firmalardı. IBM, kişisel bilgisayarların ortaya çıkışından sonra kendi kişisel bilgisayarını çıkardı ve bu alanda da bir numaraya tırmandı. Ancak kişisel bilgisayarların büyük makinelerin yerini alacağını göremedi ve piyasa hâkimiyetini kaybetti. DEC de kişisel bilgisayarlara mağlup oluyordu. İnternet’te ilk arama motoru Altavista’yı çıkardı. Fakat IBM gibi o da kendi ürününün önemini kavrayamamıştı. Arama motorları, aslında İnternet’in “öldürücü uygulaması” idi ama bu sahada liderliği Google kaptı ve birkaç yıl sonra DEC bir kişisel bilgisayar firmasına satıldı.

Yazılım devi Microsoft’un, İnternet’in önemini göremeyip alanı Google-Android ve Apple-iOS’a kaptırması da bunlara eklenebilir.

Bu stratejik ihmallerin her biri, Osmanlı’nın okyanus-aşırı seferlerin önemini kavrayamayışına benzer.

Değişme

Her değişme kurtuluş ve başarıya götürseydi hayat ne kolay olurdu? İşler kötü mü gidiyor, aklına geleni değiştir, yeni oldum de, kurtul.

Kurumların, yani devlet ve şirketlerin tarihî, yenileniyorum derken o yeniliğin sarsıntısından yıkılışın örnekleriyle doludur. İki kutuplu dünyanın ikinci kutbu, iki süper devletten biri Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği idi. Onu iki yenilik yıktı: Glasnost ve Prestroika. Birincisi “Açıklık” veya Azerbaycan Türkçesi’nin tatlılığıyla, “Âşkârlık” (âşikârlık); ikincisi “Yeniden Yapılanma” idi. “Yeni Türkiye”cilere arz olunur.

Pat diye değişiklikler genellikle tek adam rejimlerinde, diktatörlüklerde kolayca meydana geliyor. “Checks and balances” denilen, denetim ve denge mekanizmalarının bulunduğu kurumlarda yıkıcı değişikliklerin önünde engeller var.

Mao’nun tek adam rejiminde bir sabah diktatörün aklına “Büyük İleri Atılış” geldi. Köylere izabe fırınları kurulacak, pirinç tarlalarında fideler birkaç kat daha sık dikilecek ve Çin köşeyi dönecekti. Ham madde yokluğunda izabe fırınları kendi üretimlerini eritip kota tutturdu. Sık ekilen fideler rutubetten çürüdü. Mao’nun ziyaret ettiği köylerde çürümeyi engellemek için teftiş gününe kadar tarlaların vantilatörlerle havalandırıldığı meşhur hikâyedir.

SSCB’nin ilk günlerinde buğday tohumlarının soğuğa alıştırılarak kışın da ürün vereceğini iddia eden Lysenko adlı bir kaçık zuhur etti. Stalin’i ikna etti. Ülke tarımı Lysenko’ya teslim edildi. Neticede ülke kıtlığın kucağına düştü ve milyonlarca insan açlıktan öldü.

Bir yönetim kitabında değişimin dikkatle yapılması gerektiği anlatılırken, bir odanın eşyasının yeniden tanzimi misal olarak verilir. “Fakat” der yazar, “değiştireceğiniz şey bir kurum ise, eşyaların her biri ile diğerleri arasında görünmez bağlar vardır. Halıyı çekmeye çalıştığınızda üzerindeki masa ve sandalyeleri fark edersiniz. Sandalyeyi kaldırmaya çalıştığınızda masaya bağlı olduğunu anlarsınız.

Sosyoloji ve sosyal psikoloji, cemiyetlerdeki unsurlar arasında etkileşimin, mobilyaları birbirine iplerle bağlı odadakinden daha karmaşık olduğunu gösteriyor. Mümtaz Turhan Hoca’nın Kültür Değişmeleri’ni okuyanlar şunu farkeder:

“Kültür unsurları, modüler bloklar halinde yaşamaz. İllâ bir benzetme gerekiyorsa, vücuttaki sinir ağlarına benzetmek daha doğrudur. Kültür unsurları birbiriyle yoğun ve karmaşık ilişki içindedir ve aralarında sebep -sonuç, diğer bir deyişle illiyet (causality) bağları vardır.

Bugünün toplumu dünün toplumu değildir. Bugünün dünya şartları da dünün dünyasının şartları değildir. Bir zamanlar ‘ne’ yapıyorsanız aynını yaparak bir yere varamazsınız.

Bu yüzden, kültürler arası alışverişte bir kültürden bir unsuru alıp diğerindeki bir unsurun yerine koymak genellikle mümkün değildir. Bu gerçeğe rağmen, böyle yapmaya kalktığınızda alınan unsurun sizin kültürünüzde istenen yararı sağlamadığını, beklenen fonksiyonu yerine getirmediğini görürsünüz. Daha kötüsü, yerine yenisini koymak için tahrip ettiğiniz eski kültür unsurunun fonksiyonunu da kaybedersiniz. Bu kayıp, birbirine sıkı sıkıya bağlı kültür ağı içinde önceden hesaplanamayacak yıkımlara yol açabilir.

“Alınan kültür unsurunun, kendi kültürü içinde bir sebebi vardır. Yararını o sebep dolayısıyla göstermektedir. Sebebi kavramadan, alacaklarınızı görüntüye göre seçerseniz kökünden kopmuş şekiller size beklediğiniz yararı vermeyecektir.”

Toplumları bir sabah kalktığımızda aklımıza esiveren cin fikirlerle değiştirivereceğimize inanmanın tek izahı vardır: Cahil cesareti. Toplumda ilişkiler karmaşıktır.

Parantezler ve düşüp kalkan çocuklar

Toplumun unsurlarının birbiriyle münasebeti için sinir ağı benzetmesi uygundur. Bu karmaşık etkileşimlerden dolayı bazı beyin ameliyatları hastayı uyutmadan, onunla konuşarak yapılır. Çünkü beyinde dokunduğunuz noktanın nerelere hükmettiğini belirlemek zordur. Hasta uyurken yapılan bir müdahale ertesinde hastanın konuşamadığını veya yürüyemediğini görebilirsiniz.

Toplumlar için böyle deneyerek ameliyat yapma şansınız da yoktur. Onun için iki defa, üç defa düşünmeniz, sizin düşünceniz de yetmez, bilime müracaat etmeniz gerekir.

Topluma ait unsurların coğrafya üzerinde bir yerden bir yere nakli kadar zaman içinde nakli de mümkün değildir.  Özdeyişlerle yönetilen ülkemde bugün yüz yıl önce, iki yüz yıl önce açılıp şimdi kapanacak parantezlerden bahsediliyor. “Çocuk düştüğü yerden kalkar” gibi sözler sosyoloji kanunu sanılıyor.

Türkiye ne yüz yıl öncesinde, Birinci Dünya Savaşı dönemindedir-çok şükür-ne de iki yüz yıl öncesinde, Sultan II. Mahmud çağındadır. Zaten şapkayı çıkarıp fes veya fesi çıkarıp sarık giymekle problemlerimizi çözeceğimize de kimse inanmaz. Açılan hiçbir parantez kapatılamaz. Tarih ve toplum kâğıttaki yazı kadar basit değildir. Kaldı ki o parantezler Türkiye’nin hayat öpücükleridir. Sultan II. Mahmud’un açtığı parantez, İlber Ortaylı’nın eserinin ismindeki ifadeyle,  “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı”nı  yaralanarak, büyük kayıplarla fakat ölmeden, diğer İslâm ülkeleri gibi koloni hâline gelmeden yirminci asra taşımıştır.

Ekonomide yukarıda anlatılan donukluğa karşı aynı Osmanlı silahlar, ordu, bürokrasi gibi alanlarda değişiklik üstüne değişiklik yaptı. O kadar ki bazı tarihçiler, biri klasik dönem, diğeri de reformlardan sonrası olmak üzere iki Osmanlı devletinden bahseder. Ve derler ki Osmanlı’yı altı asır yaşatan bu kendi kendini yenileme, kendinden yeni bir Osmanlı yaratma hamlesidir. Açılan o parantezlerledir ki Osmanlı, Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğdu.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının açtığı parantez de Türkiye’yi işgalsiz, esaretsiz yirmibirinci asra taşıdı, son on yıla gelinceye kadar hemen bütün göstergelerde diğer Müslüman ülkelerin önüne geçirdi. Ancak son on yılda kanun hâkimiyeti, güven ve yolsuzluk gibi uluslararası göstergelerdeki gerileme, bizi bu mevkiden aşağılara sürüklüyor.

Bugünün toplumu dünün toplumu değildir. Bugünün dünya şartları da dünün dünyasının şartları değildir. Bir zamanlar “ne” yapıyorsanız aynını yaparak bir yere varamazsınız. Bu “Nasıl?”ın taklidi olurdu. Nasılları değil “Niçin?”leri taklit etmelisiniz. Beğendiğiniz çağlarda yapılanları değil,  o yapılanları yaptıran değerleri taklit etmelisiniz. Tezahürleri değil, değerleri… Sonuçları değil, sebepleri…

Heraklit 2500 yıl önce aynı suda iki defa yıkanılmaz demiş. Çocuk da asla düştüğü yerden kalkamaz. Çocuk büyüyüp koca adam olmuş, düştüğü yerden imar geçmiş ve oraya AVM dikilmiştir. “Maymuna soba yakmayı öğretmişler, yazın da yakmış” tuhaflığına duçar olmayınız.