Ötüken Neşriyat’tan, Hüseyin Nihal Atsız’ın Yazdığı Muhteşem İki Eser

11

1- Bozkurtlar Diriliyor

(Dördüncü (Son) Bölüm)

Bozkurtlar Diriliyor adı ile yayınlanan ikinci cilt, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 191 sayfadır. ‘İhtilalden Sonra Çin’ başlıklı bölümle başlıyor.  

Çin hükümdârı ihtilâlin 41 kişiyle yapıldığına inanmıyordu. Göktürk askerlerinin acemiliği sebebiyle kaçıp kurtulanların yeni bir ihtilâle teşebbüs edeceğine inanmıştı. Belki de onlara, kendi ülkesinin yönetiminde bulunan üst seviyedeki yöneticiler ve ordu komutanları yardım etmişti. Onlar tarafından kurulan pusuya düşmemek için ne yapacağını bilemiyor, şaşkınlık ve tedirginlik içerisinde yaşıyordu. Şehit 41 kişi, ihtilâlde en fazla 500 Çinli askeri öte dünyaya göndermişti. İhtilâlden sonra kurulan mahkeme 2000 kişiyi suçlu bularak idam etmişti. Herkes suçlu olabilirdi. Fakat herkesi suçlu bulup öldürmek olmazdı ki… İmparator Tay-tsung çok düşünceli idi. Korktuğunu ancak kendi kendine itiraf ettiğini zannetse de herkes onun korktuğunu biliyordu. Onlar da bir adâletsizliğe mâruz kalacağından korkuyordu.

Herkes rüyâsında, birçoğu da kâbus sebebiyle silahlı ihtilâlcileri görüyordu. Ne kadar da kalabalıktı… 

Siganfu sarayının büyük bir odasında toplantı heyecanlı bir hava içinde açıldı. Nazırlar, Çin kağanının karşısında sinirlerine hâkim olabilmek için kendilerini sıkıyorlardı. Kağan, Kür Şad ihtilalinden sonraki durumunu anlatarak başkentteki rahatsızlığın önüne nasıl geçilebileceğini, bunun için yapılması gereken işlerin neler olduğunu sordu. İşin aslına bakılırsa kendisi de onlardan daha az heyecanlı değildi. İlk sözü Vey-çing aldı. Koyu bir Tîirk düşmanı olan bu adamın Türklere karşı duyduğu kin Kür Şad ihtilalinden sonra büsbütün artmış, Türklerin yok edilmesini kendisine vazife edinmişti. Düşüncelerini büyük bir konuşkanlıkla anlatarak Türklerin tehlikeli ejderler olduğunu, günün birinde Çinin batmasına zemin hazırlamaktansa şimdiden bir çare düşünmek lâzım geldiğini söyledi. Çareyi de soğukkanlılıkla bildirdi: Çindeki bütün Türkleri öldürmek…

İşi gücü Vey-çinge karşı gelmek, onunla tartışmak olan Ven-yen-po bu düşünceye hemen itiraz etti. O, Türkleri, Çinlileştirmenin devlet için daha faydalı olacağını ileri sürüyor, bu milletin kabiliyetlerinden faydalanmanın Çine getireceği menfaatleri sayıp döküyordu.

Li-pe-lo ikisi arasında bir tez müdafaa ediyor, Yen-se-ku da onu destekliyordu.

Çin kağanı bugün çok irâdesizdi. Hangi nazır konuşursa onun tesirinde kalıyor, böylelikle durmaksızın fikir değiştiriyordu.

Nihâyet, uzun tartışmalardan sonra bir sonuca varılabildi: Atılganlıkları ve korkusuzlukları dolayısıyla Çinin içinde kalmaları tehlikeli görülen Türkler yeniden eski yurtlarına gönderilecekti. Gök Türklerin yurduna, Türk soylu Sırtarduşlar yerleşmişti. Ülkelerine dönen Göktürklerle çatışacaklar ve birbirlerini yiyeceklerdi. Böylece Türklerden ebediyen kurtulacaklardı.

Göktürk ülkesindeki Türkler de boş durmuyordu. Doğu Göktürk Kağanlığı tarih sahnesinden silinmiş, Batı Göktürk Kağanı Tardu, ülkesini Çin üzerine sefer düzenleyecek kadar güçlendirmişti. Fakat Çinliler onu hile ile bertaraf etti. Batı Göktürk Hakanlığı da târih sahnesinden silindi. Aşina soyundan gelen Kutlug Beğ, 680 yılında İkinci Göktürk Devletini kurdu.  682 yılında da İlteriş adını alarak Kağan oldu. Bilge Tonyukuk’u vezir tâyin etti. Devlet eski gücüne kavuştu. Fakat Çinliler sınırları yakınında bir Türk Devleti kurulmasından korkuyorlar, bin bir desise ile yok etmeye çalışıyordu. Bilge Kağan devlet başkanı, kardeşi Kültekin ordu komutanı ve Tonyukuk vezir olarak birliği sağladılar ise de Yine Çinliler Bilge Kağan’ı zehirleyerek öldürttü.

Roman, bu gelişmelerin paralelinde, ustaca düzenlenmiş olaylarla, heyecan fırtınası hâlinde devem ediyor. Her sayfada ayrı bir civanmertlik, Türkün erişilmez ululuktaki kahramanlığı ve asâleti, okuyucuyu sayfalara kilitliyor, âdeta, sayfalar arasına esir alıyor.

İşte o sayfalardan biri:

İhtiyar kadın bütün gücünü kullanarak biraz toparlandı ve yorgun bir sesle anlatmaya çalıştı:

-Yarına çıkmayacağımı anlıyorum. Sana söyleyeceklerim var, dedi.

Urungu yavaşça anasının yanına çöküp bağdaş kurarak gözlerini ona dikti. Anasının kendisine söyleyeceği şeyleri büyük bir sabırla yıllarca beklemişti. Yazık ki sonsuz bir istekle bilmek istediği şeylere kavuşurken anasından ayrılıyordu. O, hiçbir anaya benzemeyen vefalı, çilekeş, iyi anadan… Yoksul ve kimsesiz bir aileye mensup oldukları halde en soylu kadınlardan daha üstün olan anadan…

Dirliğin sonuna ermiş olan bu iyi kadın şimdi kısık bir sesle konuşmaya başlamıştı:

-Urungu! Soğukluk yavaş yavaş yüreğime doğru yükseliyor. Yüreğime değdiği zaman benim için her şey bitecek ve ben ölmüş                olacağım. Ama bu ölüm benim ilk ölümüm değildir…

Urungu hayretle anasına baktı…

-Ben bundan çok önce ölmüş sayılabilirdim. Seni büyütüp er kişi yapmak için yaşadım. On beş yaşına girip er adını aldığın zaman yeryüzünde yapacak işim kalmamıştı. O zamandan beri yalnız bir şeyi görmek için yaşamaya çalıştım. O şey, senin yıllardır ardında koştuğun düşünce idi: Ötüken’de Türk kağanının oturduğunu, Türk türesinin yürüdüğünü görmek… Bundan otuz yıl önce, sen daha on bir yaşında bir çocukken Çıbı Tegin, Çinlilere karşı ayaklanıp Gök Türk Devleti’ni kurmaya çalıştığı zaman kurt başlı sancak Ötüken’de dalgalansın diye seni Çıbı Kağan ordusuna ben göndermiştim. Uç yıl, Çıbı Kağan tutsak edilip Çine götürülünceye kadar savaşlarda olgunlaştın; ölümcül yaralar aldın, iyi dövüştün. Babana yaraşır yiğit oğul olduğunu gösterdin,

Emeklerim boşa gitmediği için çok sevindim. Sütüm sana helâl olsun…

Kadın sustu. Yorulmuştu… Oğlunun sorarak bakan gözlerini görmeseydi daha epey susacaktı.

-Sen bahtı kara olarak doğdun. Çünkü doğduğun zaman Türkler Çine tutsak gideli beş yıl olmuştu. Urungu! Çıbı Kağanla birlikte Altaylar’a kadar vardın. Çok Türk ellerini gezdin. Fakat Ötüken’e, kutlu yere ulaşamadın. Bunun için sana ‘bahtın kara’ diyorum. Ölürken Ötüken’de bulunamayacağım hâlde benim kutum seninkinden üstündür. Çünkü orada doğdum. Uzun yıllar orada yaşadım… Kür Şad Çin sarayını bastığı ve Çıbı Kağan Altay’da pusata sarıldığı zaman gönlümde iki defa umut ışığı yandı. Şimdi bu ışık sönüktür. Ama onun külleri arasında yine bir kıvılcım yanıp duruyor. Öyle ki, öldüğüm zaman soğuyup donmuş yüreğimi yarıp açan olursa oradaki kıvılcımı görür. O kıvılcımın üstünde Ötüken’in hayâli de vardır… Urungu! Soğukluk yüreğime yaklaşıyor. Sana söyleyeceklerimi çabuk söylemeliyim. Artık kim olduğunu öğren! Senin asıl adın Urungu değidir!

Urungu bir irkildi:            

-Ya nedir? 

-Ne olduğunu ben bile unuttum.   

-Ne diyorsun ana? Her şeyi hatırlayan sen tek oğlunun adını nasıl unutursun

-Oğul! Sen gönül isteğinin ne demek olduğunu bilir misin? Senin adını unutmak istiyordum. Bunu öyle bir gönülden istiyordum ki sonunda unuttum. Bir daha da hatırlayamadım.

Urungunun kaşları çatıldı. Sesi dikleşti:

-Ana! Ben bu denli kötü bir oğul muydum ki adımı unutmaya uğraştın, sonunda da unuttun?

İhtiyar ananın gözleri şefkatle gülümsedi:

-Hayır! Sen çok iyi bir oğul olduğun için adını kendimden bile sakladım. Netekim babanın da kim olduğunu şimdiye dek senden ve herkesten sakladım.

-Onun da adını unuttun mu?

Kadın cevap vermedi. Gözleri biraz daha donuklaşmıştı!.. Urungu, babasının kim olduğunu öğrenemeyecekti. Ananın solumaları bir tuhaflaşmıştı. Oğluna çadırın kapısını göstererek:

-Şunu aç, içeri ışık girsin! dedi.

Kaldırılan keçeden içeri akşam ışığı doldu. Güneş yeni batmıştı. Gönüllere işleyen bir gariplik çadırın içini doldururken Urungunun sesi dalgalandı:

-Ana! Babamın da adını unuttun mu?

-Unutmadım! Unutmak istesem de unutamazdım. Baban unutulamazdı. Çünkü baban Kür Şaddı…

Urungu yeniden irkildi ve elini belindeki bıçağa attı:

-Bunu şimdiye kadar niçin sakladın?

-Çinliler öldürmek için seni arıyorlardı. Seni ne güçlüklerle sakladım, nelere katlandım, bilemezsin. Seni kaçırabilmem için ablan kendisini fedâ etti. Çinliler onu idam ettiler…

Kadının gözlerinden yaşlar aktı. Dışarda, dere kıyısındaki koyunlardan biri hazin hazin meledi.

-Ablanın da adını unuttum. Seni yaşatıp büyütmek için bunları unutmaya mecburdum. Ama babanın adını unutamazdım. Onu unuttuktan sonra senin ve benim yaşamamıza lüzum kalmazdı. Belindeki bıçak babanın bıçağıdır. Bumun Kağanın adı yazılı, damgası kazılıdır.

Urungu bıçağını kınından sıyırdı. Fakat yazıyı göremedi.

-O yazı her zaman görülmez. Güneş doğarken ve batarken görülür. Çadırın kapısına yaklaş. Bıçağı batıya tutarak bak.

Anasının dediği gibi yaptı. Sapın dibinde Bumun Kağan yazısını okudu. Öteki yüzünde de damgayı gördü, fakat bunlar o kadar silikti ki bilmeyen kişi göremezdi.

-Oğul! Şimdi güçlükle okuduğun yazı ile damga Türklerin kutu yükseldiği zaman bıçağın üzerinde ışıl ışıl ışıldarlar. Bu bıçağı büyük bir kam yapmıştı.

-Kıraç Ata mı?

– Hayır. Kıraç Atanın babası…

Bu sırada uzaktan dörtnala koşan atların ayak sesleri işitildi. Keskin bakışlarla ufka bakan Urungu yeni kararmaya başlayan ovanın kuzeyinden üç atlının gelmekte olduğunu görerek anasına ‘Geliyorlar’ müjdesini vermek istedi. Fakat onun sözünü kesmemek için bundan vazgeçti.

-Urungu! Bozkurt soyunun yüce bir oğlusun. Çünkü Kür Şad’ın oğlusun. Bununla övünmek hakkındır. Ben de Kür Şad’ın konçuyu olduğum için bütün ömrümce övündüm. Fakat bunu açığa vurmadım. Kağan olmak hakkı iken baban bu haktan vazgeçerek vuruştu. Sen de babana yaraşır oğul olmak istiyorsan Bozkurt soyundan olduğunu kimseye söylemeden yaşa. Kurt başlı bayrak Ötüken’e dikilinceye kadar vuruş. Bir tegin olarak değil, Urungu olarak kal!..

Urungu ömründe ilk defa olarak anasına itiraz etti.

-Niçin ana?

-Çünkü en güçlü, en iyi insan, hakkından vazgeçen insandır. En büyük kahramanlık da hiçbir karşılık beklemeden yapılandır. Kür Şad böyle yapmıştı. Ablan böyle yapmıştı. Sen de böyle yap. Senin de baban gibi olmanı istiyorum.

Urungu cevap vermedi. Nal sesleri yaklaşıyordu. Ölmek üzere olan ana, daha yavaş bir sesle şöyle dedi:

-Dediklerimi yapacağına, babana yaraşır bir oğul olacağına and içersen bahtiyar öleceğim. Kür Şad öldüğü gün ben de ölmüş saydırdım. Bu hayat yükünü sen yetişesin diye çektim.

Urungu, kendisini bildiği günden beri zavallı anasının katlandığı sıkıntıları düşündü. Kür Şad’ın konçuyu olduğu için değeri birdenbire yükselen bu ananın son isteğini yapmakta gönül açıcı bir sevinç duydu. Anasının yanına yere oturdu. Bıçağını çekerek yere bıraktı. Üzerine el bastı:

-Babama, sana yaraşır bir oğul, ablama yaraşır bir kardeş olmak için karşılıksız vuruşacağım. Andımı tutmazsam gök girsin, kızıl çıksın! dedi.

Kendisiyle birlikte bıçağa el basmış olan anası gülümsedi.

Nal sesleri çadırın kapısına kadar yaklaşmıştı. Üç atlı sıçrayarak atlarından indi. Kapıya fırlayan Urungu, elinde bir kımız çamçağı tutan Börü’yü görünce başını anasına çevirdi:

-Ana, bak! Börü sana bir çamçak kımız getirdi! diye müjde verdi.

Fakat çilekeş ana artık işitmiyordu. Bu dört çadırlık obanın üç çadırındaki herkes kadına belki şifa olur diye kımız aramaya koştukları hâlde yetiştirememişlerdi. Kür Şad’ın konçuyu, ihilalden sonra kırk yıl daha beklediği, kırk yıl daha çile çektiği hâlde Ötüken’i görmeden ölmüştü.           (BİTTİ)

Bir er ölmeyle ordu bozulmaz. Çilekeş fakat asil bir ananın ölümüyle de roman bitmez. 29. sayfadan sonrası okuyucuyu beklemektedir.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.  

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50   

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr  www.otuken.com.tr 

Önceki İçerikÜlke Nereye Evriliyor?
Sonraki İçerikErken-Türkler ve Bugünü Anlamak
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.