1- Bozkurtların Ölümü
(Üçüncü Bölüm)
Bozkurtların Ölümü
Beklenmedik türlü belâlarla boğuşmaktan bitkin bir hâle gelen Göktürkler, bir miktar gıda maddesi temin edebilmek için Çin’e akın etmekten başka bir çâre bulunamayacağı konusunda hemfikirdir. Fakat Kağanlığın ileri gelenlerinden Bögü Alp, Işbara Han ve Kür Şad ile Tulu Han, Çin’e akın düzenlenmesinin yanlış olduğuna inanıyorlardı. Bu nasıl akın ise, Kara Han’ın komutasındaki tümen ile uğursuz Çinli Şenking tümeninden oluşan 2000 kişilik ordu zorlukla oluşturulabilmişti.
Gerçekleştirilen akında Gök Türklerin 1000 askeri kırıldı, tam bir hezimet yaşandı. Çinlilerden yiyecek elde etme hayâli gerçekleşmedi. Kürşâd’ın atlıları hazin neticeyi önleyememişti. Kara Kağan’a yeni bir teklifte bulundu:
-Buyruk verin, ulak gönderin, İşbara Han ne kadar atlı toplayabilirse, toplayıp gelsin, Çin’e tekrar saldıralım.
-Göktürk Kağanlığı’nın geleceğini bir tâlih denemesine mi bırakacağız?
-Tâlih denemek, barış yapmaktan yeğdir. Çünkü barışla geleceğimizin kararmasını önceden kabul ediyoruz demektir. Tâlih denersek kazanma ihtimali vardır.
-Ben barış için Çine elçi yolladım.
-Barış için elçi göndermekle kötü ettin Kağan, Şimdi Çinliler bizden çok şeyler isteyeceklerdir. Onların isteğini kabul etmek, Çin’e tutsak olmakla denktir.
Kağan ümitsizce Kür Şad’a teslim oldu:
-Sen dilediğin gibi yap.
Kür Şad, gerekli gördüğü buyrukları verdi. 11.700 kişilik ordu, Kür Şad’ın emrindeydi. Şen King’e, Kara Kağan’a danışmaklık görevi verdi, askerlerini de kendi emri altına aldı.
Çarpışmalar durduktan, ortalık biraz yatıştıktan sonra barış görüşmeleri için hazırlıklar yapılırken, Çin ordusunun güneyden gelmekte olduğu öğrenildi. Az sonra göğüs göğüse savaş başladı. Başlangıçta Türkler az da olsa canla-başla çarpışıyorlardı. Akşama doğru, açlıktan ve yorgunluktan takatsiz kaldılar. Hapsi yorgun ve yaralı 2-3 bin kişi kalmıştı. Son hedef sâdece Kağanı savaş alanınan kurtarmaktı. Çünkü Kağan’ın varlığı ile Kağanlığın varlığı aynı şeydi. Hiç değilse bunu başardılar. Fakat kaç bin yıldır doğup batan güneş, hiçbir zaman ışıklarını böyle acıklı bir görünüşün üzerine serpmemişti.
Fâciadan 1 yıl sonra, hayatta kalan Gök Türkler başta Kara Kağan ve Kür şad olmak üzere Çin’in başşehri Siganfu’da tutsak olarak yaşıyorlardı. Bozkırda sonsuz yaylada at koşturmaya, açık havada yaşamaya alışmış olan Kağan’a, Çin başşehri zindan gibiydi. Oturduğu konağın büyük bahçelerine, havuzlarına bakamıyordu bile. Yalnız derin derin acı acı düşünüyordu.
Gök Türk Kağanlığının büyükleri, esârette sanki kendi ülkelerindeymiş gibi konuşuyor:
Koca Tarkan, kırışmış yüzünün ortasında hâlâ sert bakan gözlerini yere dikti:
-Zamanı Tanrı yaratmış, kişioğullarını onun içine pusatsız atmıştır. Kılıç, kargı, ok… Bunlar ancak kişioğullarına karşı işe yarar. Tanrı bize ölüm verdiyse, Türk budununu kutsuz kıldıysa bunu gidermek için çalışalım. Tutsak da olsan sen yine Gök Türk kağanısın. Ben de senin lalan ve Uluğ Tarkan’ım. Kağan cevap vermedi. Kendisine geçmişi hatırlatan her şey içini kedere boğuyordu. Beyni iki nokta arasında yıldırım gibi işliyor, yüreğini oyuyor, onu ölüme götürüyordu: Gök Türk Kağanlığı ve tutsaklık…
Uluğ Tarkan yeniden söze başlamıştı:
-Çin kağanı, Tulu Hana da özel çeri başbuğluğu verdi. Fakat Tulu Han bunu beğenmedi. Çünkü Işbara Hanın da özel çeri komutanı olduğunu, kendisinin ondan daha üstün bulunduğunu düşünüyordu.
Kara Kağan, Uluğ Tarkan’a bakıyordu. Bakışlarında sorgu vardı. Tarkan devam etti:
-Tulu Han kağanlık umuyordu. Çin kağanı onun bu başbuğluğa kıvanmadığını görünce kendisine ayrıca
Peking şehrinin beğliğini verdi. Yarın yola çıkacak.
Kara Kağan belli belirsiz gülümseyerek sordu:
-Lala! Bunları bana niçin anlatıyorsun?
-Çünkü Türk kağanısın! -Ordusuz, çerisiz, pusatsız, ülkesizTürk kağanı!…
-Çerin burada tutsak olmuş, seni bekliyor. Pusatların Çin depolarında. Ülkende de Sırtarduşlar oturuyor. Bir gün bunların hepsi kurt başlı sancağın gölgesinde birleşecektir.
– Biz o günü göremeyeceğiz.
-Oğullarımız görür. Oğullarımız göremezse torunlarımız görür.
Kara Kağan birdenbire ayağa kalktı. Ötüken’de olsaydı bu kalkış büyük bir öfkeyi anlatırdı. Şimdi ise yalnız dayanılmaz bir acıyı gösteriyordu. Uluğ Tarkan bunu sezdi ve yapabileceği kadar sâkin bulunmaya çalışarak şunları söyledi:
-Işbara Han la Kür Şad seni görmeye gelecek.
Kara Kağan, Işbara Hanı çok severdi. Kendisine sonuna kadar sâdık kalmış olan Işbara Han ahlâkı, yiğitliği, yakışıklılığı ile her gittiği yerde kendisini sevdiren birisiydi. Nitekim Çinliler bile onu sevmiş, Çin Kağanı kendi özel çerilerinin başbuğu yapacak kadar güven göstermişti. Işbara Han bu rütbeyi kendi budununun aleyhine çalışmadan elde etmişti. Aykırıları bağdaştırmak her kişinin başaracağı iş değildi. Kara Kağan, Kür Şad’a karşı ise dâima biraz çekingen davranırdı. Bu da galiba Tulu Han’ın kardeşi olduğu içindi. Kür Şad hiçbir zaman Tulu Hanla işbirliği yapmamış olduğu hâlde Kara Kağan nedense ona ısınamıyordu. Kür Şad, kağanlığı kurtarmak için büyük fedakârlıklar yapmıştı. Fakat Kara Kağan ona, Işbara Han’a güvendiği kadar güvenemiyordu.
İkisi birlikte geldiler. Onu Ötüken’de kağanı selamlar gibi selamladılar. Sonra büyük bir ciddiyetle, Gök Türk Kağanlığı varmış gibi konuşmaya başladılar. Bütün bunlar Kara Kağanı yaralıyordu. Acı bir sesle, artık bu gibi şeyleri konuşamayacağını, çünkü üç aydan beri tutsak olmanın utancını hâlâ silemediğini anlattı… Işbara Han, bu sözler üzerine, Kağanın acısına saygı gösterip susmuş, Kür Şad ise yüzü kıpkırmızı olduğu hâlde ayağa kalkınıştı:
-Sen üç aydır tutsak bulunuyorsun. Bizimki bir yıl oldu. Acıya kapılıp her şeyden elimizi çekersek kağanlığı kim diriltecek?
Onun yıkılmasında hepimizin suç payımız var. Dirilmesinde de hepimizin emeği olmalıdır! Dedi.
Kağan, bozgundan önce de yeğeni ile böyle bir tartışma yaptığını hatırladı. Sonuna kadar savaş taraflısı olan Kür Şad hep aşırı söyler, aşırı iş yapardı. Kara Kağan ona söz etti:
-Kağanlığı yıkan Tulu Han olmuştur. Bu sözlerde Tulu Hanın kardeşi olan Kür Şad’a karşı da bir öfke kıvılcımı gizliydi. Kür Şad bunu anlamakta gecikmedi.
Kara Kağan! Gök Türk Kağanlığını yıkmakta sen de Tulu Handan aşağı kalmadın!
Kağan, başına bir kılıç yeseydi bu kadar sarsılmazdı. Sesini yükseltti:
-Kağanlık tahtı için Çinlilerle gizlice anlaşan senin kardeşin değil miydi?
-Çinlilerle anlaşan benim kardeşimdi. Babam kağanı ağulayan Çinli Içing Katunla evlenerek onun keyfince Türk ordusunu savaşa sürüp çıkaran da amcamdı.
Kara Kağan, Işbara Han, Kür Şad ve Uluğ Tarkan bakışarak sustular. Sonra Kür Şad, savaş günlerindeki, buyruk veren sesiyle söze devam etti:
-Şen-king serserisini tümenbaşı yapan sen değil misin? Ötüken’deki tutsak Çinliler kime güvenerek şımardılar? Tulu Han güçsüz ordusuyla yenildi diye onu neden zincire vurdun? Çin’le anlaştığı hâlde onu neden öldürmedin?
Kağan elini kaldırarak ‘Yeter!’ diye bağırdı. Sonra ayağa kalkarak:
-Içing Katun’la evlenişim Türk türesine uymak içindi. Ağa ölünce ini, yenge ile evlenir. Bilmiyor musun? diye sordu.
Kür Şad karşılık verdi:
-Biliyorum. Kağanı öldürenin öldürüldüğünü de biliyorum.
-Kür Şad! Tulu Hanın elçisi gibi konuşuyorsun.
-Hayır. Bozkurt soyundan bir Türk şadı gibi konuşuyorum.
Kara Kağanın sesinde alaylı bir titreyiş belirdi.
-Onun için mi Çin kağanının Tulu Han buyruğunda olan özel çerisinde subay oldun?
-Takındığım kılıç Çin kağanı için değil, Türk budunu için çekilecektir.
-Tulu Han’ın kardeşi olmasaydın bu sözlerine inanırdım.
Bu sözlerdeki aşağılama Kür Şad’ın yüzüne bir kılıç gibi çarptı. O anda şırak diye keskin bir ses işitildi:
Kür Şad yıldırım hızıyla kılıç çekip Kağana doğru bir adım atmıştı. Bu çabuk davranış Işbara Hanla Uluğ Tarkan’a, kılıçlarına doğru el attırmış, Kara Kağan ise taş gibi kıpırdamadan olduğu yerde durmuştu.
Uzun bir an, Kür Şad’la Kağan odlu gözlerle bakıştılar. Sonra Kür Şad bir adım daha atarak:
-Senin Türk kağanı olduğunu unutmuştum! dedi. Kınından çektiği kılıcı, bütün dirliğinde ilk defa kana bulamadan yine kınına sokuyordu. Sonra çok yavaş bir sesle sözlerini tamamladı:
-Zaman doğruyu da, eğriyi de gösterecek.
Kür Şad bunu söyleyerek çıkıp gitti. Susuyorlardı.
Kağan bir şey söylemek istediği hâlde susuyor, Işbara Han bir şey saklayarak susuyor, Uluğ Tarkan her şeyi bildiği için susuyordu.
Uzun zaman sustuktan sonra Kağan, yüzü bunlu olduğu hâlde oturup ötekilere de oturmaları için işâret etti. O zaman Işbara Han gergin sinirleri biraz gevşeten şu sözleri söyledi:
-Bu sabah da Tulu Han’la tartışıp ona bıçak fırlattı. Tanrı’ya şükür ki Tulu Han kolundan aldığı küçük bir yara ile savuşturdu. Yoksa… Türkler birbirine girdiler diye Çinliler çok sevineceklerdi…
Gök Börü’nün Çinli subayla kavgası ve yaka-paça götürülüşü, şehrin meydanındaki bir kazığa bağlanarak çıplak sırtına 100 kırbaç vuruluşu, kör olan gözüne rağmen, sağlam gözünüe kızgın demirle mil çekilişi… Bu durumda bile oğlu Sungur ile dostu Yamtar’ın oğlu Göktaş’a güreş sporunu, kılıç kullanmayı ok atmayı öğretmiş olması, Çin zulmünün ve işkencesinin ne kadar vahşi olduğunu ortaya koyan bölümden sonra, Yamtar’ın Çinli filozoftan felsefe öğrenmesi, sonra sahneye çıkıp seyircilere güreş gösterisi… Kara Kağan’ın uçmağa varışı, ardından Ulu Tarkan’ın intiharı, Çinlilerin, Türklerin ahlâkını bozmak için çevirdiği dolaplar, 9 yıllık tutsaklıktan sonra, Kür Şâd’ın tutsaklıktan kurtulma düşüncesi ve bu düşüncenin uygulama plânı ile Eserin Birinci cildinin sonuna yaklaşılıyor. (s: 310-360) …
Ve Kür Şad’ın ihtilâl teşebbüsü… Yamtar’ın duâsı ihtilâlin başarıyla neticelenmesi için:
Türk Tanrısı!.. Kuruyan gözlerime yaş verdin. Yağıyı görüyorum. Yeryüzünde bir gececik daha konuğunum. Verdiğin ışığı alma! Gözlerimin yaşını silme! Beni kendimden utandırma! Budunu yerindirme! Yağıyı sevindirme!
Işık Gök Böru’nün gözlerine değil, gönlüne inmişti. Yağıyı onunla görüyordu. Sevdiklerini, yakınlarını, kendisini hiç göremiyordu. Görseydi, on yıllık çilenin ağartıp genç yaşta akpak yaptığı saçları kendisini ürkütebilir, yüzünün acıdan kırışmış çizgilerini büsbütün çoğaltırdı.
Gök Börü sevinçle ağlayarak hâlâ yakarıyordu. Yaşlar şaşılacak bir gürlükle yanaklarından aşağı iniyordu. Fakat Tanrıya yakaran ve gözlerinden yaşlar sızan yalnız o değildi. Saf yüzü ve iri gövdesiyle Gök Borünün görmediği koca Yamtar ve biraz geride çocuk yüzünü hınçlı bakışlarıyla Yamtar’ın görmediği Sungur da elleri açık yalvarıyorlar ve sessiz sessiz ağlıyordu.
İhtilâlin hazırlığını anlatmak kolay. Tatbikanını usta kalem Atsız’dan okumak gerek: (s: 368-395)
İhtilâlin neticesini de…
Birinci cildin son sayfasında:
Okuyucular Üzülmesin Çünkü Bozkurtlar Dirilecektir
Notu dikkat çekiyor.
(Devam Edecek)