1- Bozkurtların Ölümü,
(İkinci Bölüm)
Bozkurtların Ölümü
Türk milliyetçiliği fikriyatının çilekeş, yılmaz yorulmaz müdâfii Hüseyin Nihal Atsız, Bozkurtların Ölümü isimli eserinde, Çin Hânedânlığı’nın çeşitli hilelerle Birinci Göktürk Kağanlığı’nı zayıflattığı, ülkede kıtlık başladığını anlatıyor.
552 yılında Bumin ve İstemi Kağan tarafından kurulan Göktürk Kağanlığı devamlı olarak komşu ülke Çin ile savaş hâlinde yaşadı. Çok miktarda toprak fethedip ülkeyi büyütüp güçlendirdi. Bu gidişe son vermek isteyen Çin yönetimi entrikalarla savunma yolunu tercih etti. Casuslar ve bozguncular gönderip Göktürk halkının ahlâkını bozmaya çalıştı. Göktürk töresinde, evli bir kadınla ilişkisi olan Göktürk insanının idam edileceği hükmü olmasına rağmen, az da olsa bu tür olaylar yaşanıyordu. Romanda yazıldığına göre sonraki kağanlardan biri, İçing Hatun adında Çinli bir kadınla evlenmişti. Kadın kağanı zehirleyip öldürdü. Göktürk töresine göre, yeni kağan, dul kadınla evlendi. Bu kadın, Göktürkleri Çin’e saldırtıp, Çin imparatorunu devirmek ve erkek kardeşi Şen-King’i imparator yapmak istiyordu. Göktürk halkı, bütün bunları bilmesine rağmen töre gereği, saygısızlık etmemek için harekete geçemiyordu. Fakat Göktürk Ozanlarının kinâyeli hattâ alaycı ve aşağılayıcı şiirleri ile bütün hakîkatler, çak net ve açık sözlerle suratlarına çarpılıyordu:
Ötüken erlerinin Acunda çıkmaz eşi.
Ötükenin kızları Gökte ayın on beşi.
Yürekleri kan eder Gözlerinin ateşi.
O şaşkınlık dediğin Çinli konuğun* işi…
*Şen-King’i kastediyor.
Türkçe bildiği için Kara Ozanın sözlerini anlayan Şen-king iğnelenmiş gibi irkildi. Ablası Içing Hâtun’a Çince naklettiğinde o da öfkelendi. Feveran edecekti ki, Kara Kağan’ın ve bütün Türklerin taş gibi sessizliğini görünce durdu. İşte bir ozan yüce bir beğ olan kendi kardeşiyle açıkça alay ediyordu. Kağan a eğilerek:
–Bu bayağı kişinin yüce konuğu kınamasına göz yumacak mısın? dedi.
Kağan aynı taş hareketsizliği içinde cevap verdi:
-Ozanların sözü kutludur, kesilemez.
Kara Kağan o kadar soğuk söylüyordu ki Hâtun ileriye gitmekten çekindi. Zâten söz sırası diğer ozana gelmişti. Bakalım neler söylüyordu:
Çinli beğin attığı Boşa gittiyse n’ola?
Çinli bu… sağa atsa Ok gider, düşer sola.
Neylesin, Ulu Tanrı Güç vermeyince kola.
Kavuşsun Kara Kağan Kür Şad gibi oğula…
Kür Şad’ın adı geçince Türkler arasında bir çalkalanma oldu. Çinli beğ ise üzerine yağdırılan bu kınamaların altında kendini kaybetmiş gibiydi. Içing Katun bu deyişleri Çinceye çevirerek kendisine anlattıkça kuduruyordu. O denli köpürmüştü ki istemeyerek kılıcına el attı. Kara Ozan onun elini kılıcına attığını görmüştü. Şimdi kopuzla cevap veriyordu:
Kılıcına el atma, Şimdi deyiş çağıdır.
Ortalıkta dolaşan Ak kımız çamçağıdır.
Yad elde oturanlar Bil ki yurt kaçağıdır.
Senin kılıç dediğin Türkün oyuncağıdır.
Çinli beğe yılgınlık gelmişti. Katun intikam saçan gözlerle bakıyordu. Fakat onlara aldıran yoktu. Şimdi söz gene Ozanındı:
Ötüken kızlarının Gözleri gönül yarar.
Onları gündüz güneş, Geceleyin ay sarar.
Çinli meydan okursa Bunda şaşacak ne var?
Keçi esrik* olunca Dövüşmeye kurt arar.
*esrik: sarhoş
Çinli beğ, içine baygınlık geldiğini anlıyor, fakat yerinden kıpırdamıyordu. Gece olmuştu. Artık Içing Hâtun da kendisine tercümanlık yapmadığı için söylenenleri anlamıyordu. Fakat her sözde kınandığını sanıyor, içi öç duygularıyla dolup taşıyordu. Hâlbuki şimdi Kara Ozanla Çuçu karşılıklı Kür Şad’ı övüyorlardı. Biri bir dörtlük söylüyor, öteki başka bir dörtlükle buna cevap veriyordu:
Ötüken’de arslanlar var. Kür Şad onların biridir.
Çok yiğitler vardır ama Kür Şad erlerin eridir.
Kür Şad’ı doğuran ana, Ne emzirmiş acep ona?
Erlik, ululuktan yana Çinli Kür Şaddan geridir.
Acunda var nice çeri Kimi üstün, kimi geri.
Kür Şad adlı Gök Türk eri Anadan doğma çeridir.
Kılıcı yıldırım çeler, Attığı ok demir deler,
Ölüm gelse Kür Şad güler On sekiz yıldan beridir.
Yiğitlikte en ileri, Kalacak on bin yıl diri.
Gök Türklerin gönülleri Şimdi Kür Şad’ın yeridir.
Davullar eğlencenin bittiğini bildiriyordu. Herkes yerli yerine gidiyor, çadırlarına giriyorlardı. Şen-king ve Katun öfkeyle düşünüyor gibiydiler. Çin beği ablasının yanına sokularak Çince:
– Onlara göstereceğim. Bir Çin beği ile eğlenmenin ne demek olduğunu anlayacaklar! dedi.
***
İçerisinde bulunulan kötü durumdan nasıl çıkılacağı sorusuna cevap bulmak için Göktürk Devleti’nde Kurultay toplanır. Çevredeki Batı Göktürkler, Doğuz Oğuzlar, Tatarlar, Bayırkular, Sırtarduşlarla birlik olup Çinlilere saldırmayı kararlaştırırlar. Fakat adı geçen Türk topluluklarına durum iletilmeden Dokuz Oğuzlar Gök Türk Kağanlığına karşı isyan eder. İsyan bastırılamaz, gök Türkler ciddî kayıplara mâruz kalır.
Kara Kağan, devletinin önde gelen kişilerini bu arada Kür Şad’ı sorguya çeker:
-Kür Şad! Bu bozgunun Gök Türk Kağanlığını temelinden sarsacağını düşünmedin mi?
-Gök Türk Kağanlığı Dokuz Oğuzlara yenilmekle temelinden sarsılmaz Kağan! Çünkü Dokuz Oğuzlar bizim kendi budunumuzdur. (milletimizdir) Sonunda yola geleceklerdir. Gök Türk Kağanlığını temelinden sarsan şey başka şeydir.
Kara Kağan öfkeyle bakarak sordu:
-De bakalım: Kağanlığı temelinden sarsan şey nedir?
-Ötüken’deki Çinlilerdir. Hele bu Çinlilerin iş başına geçenleridir:
– Ne demek istiyorsun? Şen-king’i mi anlatmak istiyorsun?
-Şen-king ve onun gibileri…
-Onu tümenbaşı yapan benim!
-Buyruk şenindir Kağan! Ama buyruğun senden gelmesi kağanlığın yıkılmasına engel olamaz.
Bu sert karşılık Kağan’ın yüzünü kızartmıştı. Tokatlar gibi acı sesle sordu:
-Siz savaşta üstünüze düşeni yaptınız mı?
-Yaptık! Dokuz Oğuzlar bora gibi, ateş gibi saldırıyorlardı. Güçsüz erlerimizin yay geren bilekleri titrerken onların her oku, bir Gök Türk’ü deviriyordu. Bozgunun önüne geçmeye imkân yoktu. Yüzbaşı Yamtar’la Yumru adındaki er olmasaydı çerimizin tamamı yok olacaktı. Kağan meraklanmıştı. Yüzbaşı Yamtar’ı tanıyordu. Yumruyu da hatırlamıştı. Sordu:
-Bunlar ne yaptılar da çeriyi kurtardılar?
-Sert akan bir deredeki yıkılmış köprüyü omuzları üstünde tutarak çerimizi geçirdiler.
-Bir tek köprüden çeri geçerken Dokuz Oğuzlar ne yaptılar?
-Saldırdılar. Biz onları okla karşıladık.
-Yanında kimler vardı?
-Işbara Han, Bögü Alp ve birkaç yüzbaşı!
Kara Kağan dikkatle Işbara Han’a baktı. Yüzünden ve göğsünden yaralıydı. Dimdik duruyordu. Kara
Kağan bilmediği bir sebeple İşbara Han’ı seviyordu. Ona sordu:
-Işbara Han! Ok yağmuruyla Dokuz Oğuzları geciktiren arkadaşlarınız kimlerdir?
-Yanımızda Binbaşı Bögü Alp’tan başka Yüzbaşı Sançar, Yüzbaşı Üç Oğul, Yüzbaşı Yağmur, Onbaşı
Sülemiş vardı. Hepimiz, Kür Şad’ın tek başına yaptığını yapmış değiliz.
-Yaraların derin mi?
-Bu yaralar beni öldürmez Kağan! Yalnız içime işleyen başka bir yara var: Onbaşı Sülemiş savaşta can verdi!
-Işbara Han! Kişi evinde doğar, savaşta ölür. Bir Türk onbaşısının ölümü sana neden bu kadar dokunuyor?
Çünkü onun ölümü herkesin ölümüne benzemiyordu Kağan!
Işbara Han, gözlerini otağın bir ucuna dikmişti. Savaşın o anını yeniden görüyordu. Bu öyle yiğitçe bir görünüş idi ki kişi bunu ölünceye dek unutamazdı: Gök Türkler kimi atlı, kimi yayan köprüye doğru kaçıyorlar, koca Yamtar’la Yumru’nun göğüslerine kadar suya girerek insan gücü üstünde bir erlikle omuzlarında tuttukları köprüden geçerek karşı kıyıya ulaşıyorlardı. Köprüden ancak yan yana iki kişi geçebiliyor, karşı kıyıya varan ölümden kurtuluyordu. Kür Şad, Işbara Han, Bögü Alp, Sançar, Üç Oğul Yağmur, Sülemiş köprünün sağında, solunda durarak saldıran Dokuz Oğuzlara uzaktan ok yağdırıyorlardı. Kür Şad o gün bir yıldırım parçasıydı. Ona artık Ötüken’in keskin nişancısı denemezdi. O şimdi ok Tanrısı gibi bir şeydi. Biçimine getiriyor, okla iki kişiyi deviriyordu. Atsız kalmış iki üç yaralı er, Dokuz Oğuzların attığı okları yerden toplayıp bunlara getiriyordu. Fakat Dokuz Oğuzlar ölümü hiçe sayarak öyle bir saldırıyorlardı ki biraz daha durdurulmazlarsa Gök Türk ordusunu yok edebilirlerdi. O zaman Bögü Alp’in, yaklaşan Dokuz Oğuzlara at saldığı ve başına onları durdurduğu görüldü. Onun yaptığı bu şaşırtma bir oyalama idi. Fakat Gök Türklerin karşı kıyıya geçmesini sağlayacak kadar uzun sürmemişti. İşte o sırada oku biten Onbaşı Sülemiş atından atladı. Köprünün sol başındaki ince ağaca koltuklarından kemeriyle kendisini koltuklarının altından bu ağaca bağladı. İş o kadar çabuk olmuştu ki Işbara Handan başka kimse görmemişti. Bögü Alp kan içinde yağının karşısından çekilirken Sülemiş kılıcını savurarak gür sesle Dokuz Oğuzlara bağırıyor, meydan okuyordu. Dokuz Oğuzlar onu görünce ok yağmuruna tuttular. Bir anda Sülemiş delik deşik olmuştu. Fakat bağlı olduğu için düşmüyor, hâlâ kılıcını savuruyordu. Yiğit onbaşı Gök Türklere gereken en uzun zamanı kazandırmıştı. Sağ kalanların hepsi karşı kıyıya geçebilmişlerdi. Onun dirliğinde eğilmeyen yiğit sağa bükülmüş, tulgası başından düşmüş, yüzü gözü kan içinde kalmıştı. Gövdesinde kırk elli tane ok vardı. Onbaşı Sülemımiş ölmüştü. Fakat kılıcını hâlâ sımsıkı tutuyor ve bu kadar ok yediği hâlde neden düşmediğini anlamayan âsi Dokuz Oğuzların dört nala saldırışı karşısında Gök Türk Kağanlığının kanlı sancağı boynu bükük bağrı deşik duruyordu.
Köprüden geçen son Gök Türk Işbara Handı. Sülemiş’in toprağı bol bol sulayan kanları Işbara Han’a ‘Ötükende Türk yasası yürüsün diye öldüm’ diyor gibi gelmişti. Sonra Yamtar’la Yumru köprüyü bırakıp karşı kıyıya geçmişler, arkadaşları tarafından çıkarılarak ata bindirilmişlerdi.
Işbara Han bütün bu savaşı, bu yiğitliği yeniden görür gib: olmuştu. Kara Kağan’a bunları anlatırken o da ürpererek dinliyor, heyecanlanıyordu.
Konuşma bitmiş, üç başbuğ otağdan çıkmıştı. O gece bütün Ötükenlilerin içini karalar bürümüştü. Dokuz Oğuzlara yenilmek neyse ama Tulu Hanın tevkif edilerek zincire vurulup hapsedilmesi yıldırım tesiri yapmış, Ötükenliler içlerinden Kağana gücenmişlerdi. (DEVAM EDECEK)