1-Türklerde Arkadaşlık
İyi bir arkadaş, insanoğlu için en büyük hazinedir. Arkadaş, insan olabileceği gibi at veya köpek de olabilir. Arkadaşlık insan hayatında önemli bir yer tutar. İyi bir arkadaşlık, insanın hayatını zenginleştirir, renklendirir, maddî ve mânevî güç verir, dertleri de saadetleri de paylaşır. İyi arkadaş saadet ve huzur kaynağıdır. Arkadaşlık, birlikte gülmeyi, ağlamayı, paylaşmayı, destek olmayı ve birbirine güvenmeyi ihtiva eden derin bir bağdır. Arkadaşlar, yeri geldiğinde birbirlerini törpüler, eğitir, bilgilendirir, felâketten korur, hayatın zorluklarını aşmakta destek olur. İyi arkadaş, iyi günde de kötü günde de dostunun yanında olur.
Arkadaşlık hakkındaki özlü sözlerimiz hayli fazladır.
Birkaçı: *Dostlarımız, hayatımızı aydınlatan yıldızlardır. Onlar olmasaydı, karanlıkta yaşıyor olurduk. *Karlı, fırtınalı bir gecenin yarısında, ıssız bir dağ başında arabanız çalışamaz durumda kaldığında; yardımını talep ettiğiniz şahıs, ‘Ne oldu?’ yerine ‘Nerdesin? Hemen geliyorum!’ diyorsa sizden bahtiyar, sizden güçlü bir insan yoktur. *Arkadaşlık, insanları kan bağından öte can bağı ile bağlayan bir ilişkidir ve bu ilişki içinde kişi kendi menfaati kadar arkadaşının menfaatini, hatta bazen sâdece arkadaşını düşünür. *Siz anlatmasanız bile bakışınızdan, duruşunuzdan iyi durumda olmadığınızı anlayacak bir arkadaşınızın olması ne büyük saadettir. *Arkadaş dediğin çay gibi olmalı. Şekeri ne eksik ne fazla, aklınıza gönlünüze bir tat bırakmalı. Bâzen acı, bâzen tatlı, fakat kendisine hep ihtiyaç duyulmalı. *Yanındaymış gibi olan değil nerede, nasıl ve ne şartlarda olursa olsun yanında olduğunu hissettiren insan hakîki dostundur.
Arkadaşlık ile ilgili sözler ne kadar çok şey ifâde etse de bu duyguyu en iyi şekliyle, gerçek bir dosta sâhip kişiler anlayabilir.
Doktorasını tamamlayan Bahtiyar Murat Aras; 13,5 X 21 santim ölçülerindeki 245 sayfalık eserinde, ‘arkadaşlık’ konusuna; ‘Türklerde âile ve akrabalık ilişkileri, kan kardeşliği’ başlıklı metinlerle giriyor. (s:13-65)
‘Türk Kültüründe kan bağı dışındaki kardeşlik formülleri’ başlıklı ikinci bölümde; ‘Musahip Kardeşliği’ başlığı altında; Tasavvuf, Fütüvvet ve ahilik ve benzeri topluluklardaki kardeşlik uygulamaları mercek altına alınıyor. Kirvelik, sütkardeşliği, kıyametlik ata-ene, kuşamat, huşdaş/hoşdaşlık başlıklı bölümler dikkat çekiyor.
Bu başlık altında verilen bilgilerden tadımlık bir bölüm:
Kan bağı dışındaki akrabalık formüllerine ilginç bir örnek de Başkurtlarda rastladığımız ‘kıyametlik ata-ene’ ve ‘kuşamat’tır. Başkurt Türklerinde bu akrabalık törenleri diğer örneklerde olduğu gibi belli maksatlara yönelik yapılmaktadır. Özellikle belirli dönemlerde yapılan bu uygulamaların tamamının târihî bir fayda sağladığı kesindir. Doğumdan sonra gerçekleşen ‘beşik toyu’ ve ‘beşik kertme’ uygulaması, aynı zamanda ‘kıyametlik ata-ene’ uygulamasını oluşturmaktadır. Beşik toyunda çocuklara ad verme yetkisi kıyametlik ata-ene’ye aittir. Çok önem atfedilen beşik toyunda yeni doğan çocuklar arasında yapılan uygulama bir tür beşik kertmesidir. Türk ant törenlerinde sık karşılaştığımız kertme sözünden de anlaşılacağı üzere beşik kertmesi olmak da bir nevi anttır. Beşik kertmesi olabilmek için yeni doğan bir erkek çocuğunun babası komşu kabileden kızı olan birini seçer ve kızın babasına sözü geçen birisini elçi olarak gönderir. Kızın babası da razı olursa beşik toyu yapılır. Beşik toyu kız babası evinde yapılır. Beşik toyu öncesi her iki çocuğun babası kabilenin varlıklı kişileri arasından çocuklar için ‘kıyametlik ata-ene (ana-baba) belirleyip, beşik toyuna dâvet ederler. Kıyametlik ata-ene olmak toplum nezdinde itibarlı bir görev olduğundan herkes bunu severek kabul eder. Bu iki çocuğa verilecek isimleri kıyametlik ata-ene bulur ve beşik toyunda bu isimler verilir. Kan bağı olmadan oluşturulan bu akrabalık bağları hayatın doğum, düğün ve ölüm gibi önemli bölümlerinde önemli roller oynamaktadır. Kireşin Tatarlarında bir kız gelin olduğunda ona Borındık İnay veya Kıyametlik Ani (Kıyametlik Anne) adı verilen toplumun saygı duyduğu bir kadın eşlik eder ve ona evlilik hayatıyla ilgili önemli bilgiler aktarır ve tecrübelerini paylaşır. Kıyametlik Ani, kıyılan bu nikâhın kıyamete kadar sorumlularından biridir.
Eserin ‘Sonuç’ başlıklı bölümü:
Türklerin târihi süreci incelendiğinde hangi dine mensup olurlarsa olsunlar kültür bütünlüklerini, önceliklerini, örf ve âdetlerini bir şekilde muhafaza etmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu yüzden onları güçlü kılan en önemli özelliklerinden birisi olan aile, oymak ve boy bağlarını sürekli korumaya çalışmış ve bu bağları güçlendirmek için çeşitli yöntemler kullanmışlardır. Mensup oldukları Gök Tanrı inancından İslamiyet’e kadar bütün dinî inanışlarda bu kültür mirasını bazı küçük değişikliklerle korumayı başarmışlardır. MÖ 8. yüzyılda İskitlerden başlayarak gördüğümüz kan kardeşliği törenlerindeki çeşitli uygulamaları hem Türklerde hem de Moğollarda görmekteyiz. Aynı uygulamaları İslâmiyet’i kabul edip Anadolu’ya ulaşan hem Sünni hem de Alevî Türkmenlerde görmemiz, bu kültürel mirasın ne derece kökleşmiş ve vazgeçilmez olduğunun delilidir. İyi günde kötü günde, hayat boyunca hatta âhiretlik adıyla âhirete yansıyacak düzeyde arkadaşlık bağları oluşturmak Türklerin sosyal bağlara verdiği önemi göstermektedir. Bu insanî ilişkilere verilen önem onların gündelik hayatına da tesir etmiştir. ‘Tanrı misâfiri’ kavramıyla misâfire verilen değer ona bir manevi özel vazife yüklemiştir. Misâfiri üzmek Allah’ın emirlerine aykırı görülmüş ziyârete gelenlere çok büyük önem verilmiştir. Onların ağırlanması, yedirilmesi, içirilmesi ve emniyetlerinin sağlanması bir görev sayılmıştır. Dinî bir yükümlülük olarak da görülen Türklerdeki dostluk ve kardeşlik ilişkileri aslında onların iki bin beş yüz yıllık kültürel kökenlerinin bugünlere yansımasının bir ürünüdür.
Türklerde târih boyunca kardeşliğin önemi ve bunun sonucu düzenlenen kardeşleşme merâsimlerini incelemeye çalıştığımız bu eserde birçok farklı dînî ve sosyolojik figürle süslenmiş kardeşleşme modellerini görmüş bulunmaktayız. Bu kardeşleşmelerin en önemli maksadı güçlü bir toplum dayanışması meydana getirmektedir. İbn Haldun özellikle göçebe toplumlar üzerinde durduğu ve onlardaki, şehirli toplumlara göre çok daha güçlü olduğunu düşündüğü ‘asabiye’ kavramının bir devletin oluşumundaki en önemli faktör olduğunu belirtmektedir. Devletler ancak güçlü ‘asabiye’ yâni âile, oba, boy, millet dayanışmasıyla güçlü olabilmektedir. Türk milletinin târihi boyunca ‘devlet ve devlet teşkilatına verdiği önem düşünüldüğünde bu kardeşleşme törenlerinin gerçek maksadı da kendini göstermektedir. Türklerde her şey devlet içindir. İster dinî motif içersin ister içermesin Türkler açısından kardeşliğin ve kardeşleşmenin en büyük anlamı ve maksadı; güçlü bir dayanışmanın tesis edildiği, birbirine gönül bağıyla bağlı, yeri geldiğinde birbirleri için maddî ve mânevî her türlü fedakârlığı yapabilecek güçlü bir toplum, güçlü bir millet ve sonucunda güçlü bir devlet inşa etmektir. Târih boyunca devam ettirilen bu gelenek bazı küçük değişiklikler ile günümüze kadar ulaşmıştır. Bugün dahi Türkler arasındaki en yaygın hâtırâlar askerlikle alâkalıdır. Asker arkadaşları arasındaki dostluklar ‘tertip’ adıyla ölünceye kadar süren bir yakınlığı tesis etmektedir. Tertipcilik adıyla aynı dönem askere alınanlar arasında kurulan dayanışmayı askerlik görevini tamamlamış herkes bilir. İşte kadim zamanlardan beri ‘arkamdaki kuvvet, dayanacağım duvar, sırtımı yaslayacağım taş’ anlamıyla kullanılan arkadaş kelimesinin Türklerdeki en temel mânâsı, güçlü bir silah arkadaşlığı tesis etmektir. Çünkü güçlü arkadaşlık bağları güçlü ordu demektir, güçlü ordu ise Türklerde güçlü bir devletin ilk ve en büyük kurumudur. Devlet-i ebed müddet anlayışının en temel özelliği de budur.
BAHTİYAR MURAT ARAS: 26 Ağustos 1969 târihinde Kahramanmaraş’ta doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini Kahramanmaraş’ta tamamladı. 1988 yılında Kahramanmaraş Anadolu Lisesi’nin ilk mezunlarından oldu. Aynı yıl İ. Ü. Eczacılık Fakültesi’ne başladı. 1994 yılından bu yana serbest eczacı olarak çalışmaktadır. Kahranmanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Târih Bölümü’nde ‘Doğu ve Güneydoğu’da Kürt Ayaklanmaları (1908-1939)’ adlı teziyle yüksek lisansını bitirdi. Ocak 2017’de Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Târih Anabilim Dalı’nda ‘Pazarcık Türkmen Alevileri’ adlı teziyle doktorasını tamamladı. Türk-İslam târihi ve Türk kültür târihi üzerine araştırmalarına devam etmektedir. ‘Selçuklu ve Osmanlı’da Din ve Devlet İlişkisi’, ‘İkinci Meşrutiyet Döneminde İttihatçı Basın’, ‘Aleviler Gözünde Sünnilik’, ‘Maraş Alevilerinde Halk İnanmaları’, ‘Selçuklu Devleti’nin Yıkılışında Maraş Bölgesinin Rolü’, ‘Türklerin İslamlaşma Süreci’, ‘İranlı Şiîlerin Safevilere Bakışı’, ‘Musahip Kardeşliğinin Doğuşunda Şah İsmail’in Rolü’ adlı makaleleri bulunmaktadır. Türk Ocağı Kahramanmaraş Şubesinde yöneticilik yapmış, Türk kültür târihiyle alakalı çeşitli seminerler vermiş ve hars heyetinde görev almıştır. Atıcılık trap branşında milli sporcudur. Kahramanmaraş Spor Kulübü’nde yöneticilik yapmıştır. Galatasaray Spor Kulübü kongre üyesidir. İ.Ü. Sosyoloji Bölümü 3. sınıf öğrencisidir. 2015, 2017, 2019 ve 2021’de dört defa Kahramanmaraş Eczacı Odası başkanı seçilmiştir. Hâlen bu görevine devam etmektedir. İyi derecede İngilizce bilmektedir. Evli ve beş çocuk babasıdır. |
2-Avrupa Mektupları
Cenap Şahabedddin’in telif ettiği, İsmâil Alper Kumsar’ın yayına hazırladığı 13,5 X 21 santim ölçülerindeki eser, 296 sayfadır.
Arka kapak yazısı:
Avrupa Mektupları, Şark katarı ile 3 Eylül 1915’te yolculuğa çıkan Cenap Şahabettin’in Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çekoslovakya, Avusturya ve Almanya güzergâhını tâkip ederek yaptığı seyahatin notlarıdır. Birinci Dünya Savaşı’nın bütün şiddeti ile devam ettiği yıllarda ittifakın en güçlü unsuru olan Almanya’yı yakından tanımak ve Osmanlı’nın içinde bulunduğu grubun gücünü göstererek yurt içindeki îtibârını yükseltmek maksadıyla yapıldığı anlaşılan bu seyahatte yolculuğun maksadına uygun olarak büyük oranda Almanya’dan söz edilir.
Cenap Bey’e göre Almanya dört odalı bir dâiredir: mektep, kışla, fabrika, banka. Bu dört oda birbirine açılır ve birbiri için çalışır ve hepsinin müdürü ise ilimdir. Kitabın yarıdan fazlasını oluşturan Almanya’ya dâir mektuplarda Alman halkının iş ahlâkından, dayanışma ve yardımlaşma gayretlerinden, paylaşımcılıklarından, kurallara sıkı sıkıya bağlılıklarından söz edildiği gibi Alman mîmârisi, sanatı ve felsefesine dâir de birçok ayrıntı verilir.
***
Cenap Şahabettin; Servet-i Fünûn edebiyatının önde gelen temsilcilerindendir. 1895 yılından başlayarak ölümüne kadar devam eden yazı faaliyetlerinde, özellikle Cumhuriyet dönemine kadar başta şiir olmak üzere edebiyatın çeşitli alanlarında otorite kabul edilmiş başlıca şahsiyetlerden biridir. Tanzimat’tan sonra batı edebiyatı tesirinde gelişen Türk şiirinde Abdülhak Hâmid’in ardından en büyük yenilikleri yapanlar arasındadır.
Edebiyatla yakından ilgilenen bir âilede doğup büyüyen Cenap Şahabettin, on beş, on altı yaşlarında iken Muallim Naci ile Şeyh Vasfi Efendi’nin etkisinde kalarak onların gazellerine nazireler ve ekler yazmıştır. Gazel türünde ve aruz vezniyle şiirler yazdı. Şiirin tek gayesinin güzellik olduğunu ileri sürüyor ve ona başka bir fonksiyon yüklemek istemiyordu, Fransız kültürünü benimsediğinden millî duyguları zayıftı.
1908’den sonra düz yazı ağırlıklı yazmaya başladı. Tanin, Hürriyet, Kalem ve Hak gazetelerinde makaleleri yayınlandı.
‘Avrupa Mektupları’ isimli eserinde 22 adet mektup vardır. Sofya’dan 2, Bükret’ten 4, Peşte’den 4, Viyana’dan 2, Berlin’den 10 adet mektup göndermiştir. Almanya’dan yazdığı mektuplarda; Almanya’nın her dâiresinde askerî irâdenin hissedildildiğini, kimsenin kimseyi küçümsemediğini / aksine takdir ettiğini, Berlin’in, Paris’e nazaran mükemmel bir şehir olduğunu fakat Wolter, Mozart, Schiller gibi sanatkârlar tarafından hiç sevilmediğini belirtiyor. Şehrin kenar mahallelerindeki muhteşem görünüşlü binaların; İtalyanların, İngilizlerin ve Fransızların ülkelerinde beğendikleri binalardan daha gösterişli olduğunu yazıyor. Almanları, sanayide olduğu kadar güzel sanatlarda da başarılı buluyor. En çok dikkatini çeken hususu da; ‘Almanlar kaidelere köle gibi bağlıdır’ cümlesiyle açıklamasıdır.
Cenap Şahabettin’in Türkçe’nin ihtişamını yansıtan harika bir üslûbu var. Günümüz Türkçesi’ne çevrilmeyip asıl metinden verildiği için bu husus günümüzün karartılan Türkçesine dolunay gibi yol gösterip dâvet ediyor:
Sabah treniyle Viyana’dan çıktım; sisli bir sabahtı, tulu’1 rüzgârıyla hafifçe sallanan dallar sanki etraflarındaki buğu yığınlarını yokluyorlardı.
İki saat sonra Macaristan’a girdik. Hemen şimdiden haber vereyim: İki Macaristan vardır. Biri Macarlarla meskûn hakîki Macaristan ki kendileri ‘Macar örsağ’ diyor, diğeri ‘Macar birodalom’ dedikleri siyâsî ve idârî Macaristan’dır ki üç parçadan terekküp eder: Hırvatistan ve Slavonya, Transilvanya asıl Macaristan.
Hırvatistan ve Slavonya Slavlarla meskûndur; Transilvanya’da bilhassa Romenler sâkindir; Macar unsurunun galibiyeti asıl Macaristan’da görülür. Bundan başka manzara-yı coğrafiye îtibâriyle de bu üç kıta birbirinden ayrılır: Hırvatistan ve Slavonya oldukça arızalı, Transilvanya dağlık, asıl Macaristan ise baştan başa düz bir ovadır.
Şimdi katar bu düz ova üzerinde gidiyor. Etrafta bir dağ, bir tepe değil, şayan-ı dikkat bir kaya, bir tümsek bile yok. Eğer ötede beride koyu kahverenkli bir toprak üstünde yükselen sarı ot yığınları ve mısır kümeleri olmasa nazar ta kavs-i ufka2 kadar hiçbir haile3 tesâdüf etmeyecek. Denebilir ki medenî bir çöldeyiz. Bu ovaya Macarlar ‘Puszta’ diyor. Memleketin hazinesi bu ‘Puszta’dır. Macar bütün havaicini4 bu kara topraktan ister ve alır.
1tulu: gün doğumu
2kavs-i ufka: ufuk çizgisi
3hail: engel
4havaic: ihtiyaçlar
ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş.
İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50
Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: otuken@otuken.com.tr www.otuken.com.tr
CENAP ŞAHABETTİN: 2 Nisan 1871’de Manastır’da doğdu, babası, Binbaşı Osman Şahabettin Bey Plevne’de şehit düşünce 6 aşında ailesiyle İstanbul’a gitti. Mekteb-i Feyziye’de bir yıl okuduktan sonra Eyüp Askerî Rüştiyesine geçti. Bu okulda sıkıldığı için bir yıl sonra Gülhane Askerî Rüştiyesine nakledildi. . 1880’de rüştiyeden birincilikle mezun olup Kuleli Tıbbiye idadisine girdi. Bu okuldan 1889’da Doktor Yüzbaşı rütbesiyle meıun oldu. Cilt ve frengi hastalıklarında uzmanlık yapması için devlet tarafından Paris’e gönderildi. 1890-1893 yılları arasında Paris’te bulunan Cenap Bey, Paris’ten döndükten sonra İzmir, Konya ve Ankara’da sıhhiye müfettişliklerinde bulundu. 1897’de bir sıhhiye heyeti ile Hicaz’a görevli olarak gitti. Kamaran Tahaffuzhânesinde, Mersin, Rodos ve Cidde Karantinalarında görev yaptı. Sıhhiye Müfettişliği, Sıhhiye Meclisi İkinci Başkanlığı grevlerinde bulundu. Osmanlı Devleti’ni temsilen 1911’de Paris’te toplanan sağlık konferansına katıldı. Son olarak 1913- .914 yıllarında Sıhhiye Genel Müfettişliği görevinde bulundu ve Birinci Dünya Savaşı başladığı sırada kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 1918-1919 yıllarında Tasvir-i Efkâr tarafından iki defa Avrupa’ya gönderildi. 30 Mayıs 1919’da Osmanlı Edebiyatı Târihi müderrisliğine tâyin edildi. Derslerinde Millî Mücadele’yi Küçümseyen sözler söylediği ileri sürülerek öğrenciler tarafından aleyhinde mitingler yapıldı. Bu iddialar ve daha önce yazdığı bazı siyasi yazıları sebebiyle görevinden istifa etmek mecbûriyetinde kaldı (Eylül 1922). Cumhuriyet döneminde çeşitli gazetelerde edebiyat ve sanat konularında yazılar yazdı. Son yıllarında üzerinde çalıştığı bilinen sözlüğünü tamamlayamadan, 13 Şubat 1934’te beyin kanaması sonucu öldü. Eserleri: Şiir: Tâmâtt (1887). Gezi: Hac Yolunda (1909), Avrupa Mektupları (1919), Âfâk– Irak (2002), Beyrut, Filistin ve Nablus İzlenimleri (2015), Suriye Mektupları (2016). Tiyatro: Yalan (1912) Küçük Beyler (1910 Hüseyin Suat Yalçın’la birlikte). Makale-Fıkra: Evrak-ı Eyyam (1915), Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh (1918), İstanbul’da Bir Ramazan (1994). İnceleme: Vilyem Şekspiyer (William Shakespeare) (1931). Vecize: Tiryaki Sözleri (1918). |
İSMAİL ALPER KUMSAR: 1981 yılında Ankara’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladı. 2003 yılında Gazi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 2003-2011 yılları arasında Ankara’da özel bir öğretim kurumunda öğretmenlik yaptı. 2011 yılında Düzce Üniversitesine geçti. Hâlen Düzce Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. ‘Safahat’ta Özlü Sözler’ başlıklı yüksek lisans çalışmasını 2010’da savundu. 2016 yılında Yeni Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalında savunduğu ‘Malûmât Hareketi’ başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı. Çeşitli akademik (Gazi Türkiyat, Türklük Bilimi Araştırmaları, Asos Journal -Akademik Sosyal Araştırmalar-, Türk Kültürü İncelemeleri, Kültür Araştırmaları…) ve popüler dergilerde (Kırklar, Hece, Derkenar, Türk Edebiyatı, Temmuz, Muhayyel, Ihlamur, Mahalle Mektebi, Şiraze…) yazıları yayımlandı. Yeni Türk Edebiyatı’nın çeşitli dönem ve meselelerine dâir kitap bölümleri ve kitaplar yazdı; sempozyum, kongre ve panellere katıldı. |