Osmanlı’yı birbirine zıt iki akıma karşı korumaya çalışıyoruz. İkisi de Osmanlı’nın bir Türk devleti olduğunu reddediyor. Biri milletten, milliyetten, hele hele Türkçülükten hiç haz etmeyen sağ. Diğeri de Türkçülüklerinden Osmanlı’yı reddetmek gerektiğini sanan “milliyetçi” ekipler. Her ikisinin düşünceleri sonucu aynı yere çıkar: Türkiye Cumhuriyeti bir millî boşluktan, millet sosyolojisi bakımından bir kara delikten doğmuştur. Şu oturduğumuz topraklar üzerinde Türk adı taşıyan bir devlet yoktu! Türk devleti nev zuhurdur, taş çatlasa yüz yaşındadır.
Size – şimdilik – iki kaynak vermek istiyorum. Biri bir yabancı siyaset bilimciden, Azar Gat’ın (Alexander Yakobson’la birlikte) Uluslar Siyasi Etnisite ve Milliyetçiliğin Uzun Tarihi ve Derin Kökleri, (2012, Cambridge University Press). Kitabın Türkçesi 2019’da Bilge Kültür Yayınevi’nden çıkmıştı. Ancak tükenmiş ve tekrar basılmamış.
Çok etnisiteliğin sınırı
Gat şöyle diyor:
Osmanlı İmparatorluğu çok etnisiteli, hoşgörülü ve dinî kimliği temel ilke yapmada müstesna bir devletti. Fakat Osmanlı’daki çok etnisiteliliğin sınırlarını da unutmamak gerekir. Bütün imparatorluklar gibi Osmanlılar da güçlü bir zor kullanımına, bu güç de son tahlilde Türk bileşeninin askerî üstünlüğüne dayanırdı. İmparatorluktaki açık ara en kuvvetli —ve en sadık— bileşen buydu; bütün diğer etnisiteler bu gerçek üzerinde birleşirdi, hemfikirdiler. Türkler hem hassa süvarisini hem de imparatorluğun yarı-feodal süvarisinin çoğunluğunu teşkil ederdi. Elit piyade gücü olan yeniçerilerin kaçırılmış Hıristiyan çocuklarından yetiştirilmiş Müslüman muharipler oldukları meşhur hikâyedir. Fakat onların eğitimleri de Türkçe idi ve Türk kimliğiyle büyütülürlerdi.”
Kaçırılmış Hristiyan çocuklardan yetiştirilmiş muharipler… Tarih karışık bir bilim. Bosna ahalisinin Müslüman olurken, “Ama devşirme almaya devam edeceksiniz.” diye bir talepleri olmuş. Bunu okuduğum – ve şimdi unuttuğum – yabancı kitap, demek ki devşirme kurumunu bir eziyet değil bir devlet bursu gibi değerlendiriyorlardı, yorumunu yapıyordu.
Türk üzerüne verüp
İşte ikinci alıntım, Fatih Kanunnamesi’nin devşirmelerin yetiştirilmesiyle ilgili kısmı. Fatih Kanunnamesi’nin şekli, bugünkü kanun metinleri gibi değil. Padişahın emirlerinin ne gerekçeyle verildiğini açıklayan anekdotlar şeklinde. Okuyalım (Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukuki Tahlilleri, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları Nu: 12, IX Kitap, s 135-136, 1996):
Ve olmağa bâ‘is oldur kim, ol zaman kim, sa‘âdetle İslâmbol’u feth eyledikleri zamanda Eğri Kapu kurbünde [yakınında]Tekfur-ı makhûrun [kahredilmiş tekfurun] sarayına konub Ayasofya Câmii’nin çanların yıkub minârelerin binâ edüb cum‘a namazına azîmet buyurub geri saraylarına döndüklerinde yeniçeri ocağı yoldaşları Padişah-ı cihân-penâh Hazretlerini selâma durduklarında Padişah-ı âlem-penâh Hazretleri sağına ve soluna selâm vericek içlerinden birisi “Aleyküm’üs-selâm Muhammed Beşe”dedi.
Padişâh dahi Saray’a gelicek ol zamanda Düstur-i a‘zamları olan Mahmûd Paşa’yı da‘vet edüb “Lala! Bu oğlan benim selâmımı aleyküm selâm Muhammed Beşe deyü almakdan murâd nedir? Ve bu nasıl selâm almakdır?” deyicek, Mahmûd Paşa bunların kâfirden müselmân olub ümmî olduklarını ve bunların yanında “Beşe” demekden azîm ta’zîm olmaduğunı bir bir beyân edicek Padişah Hazretleri dahi eytti: “Lala, dediğin gerçekdir. Amma kaçan bu denlü Türkçe bilmemek ne âlemi vardır? Bunları bari cem‘ eyledikden sonra Türk üzerine verüb Türkçeyi öğrense ve belâya mu‘tâd olub [sınava sokulup] ba‘dehû ulûfeye yazdırub ve ba‘dehû ba‘dehû kapuya çıkarsalar, dahi sefer-i zafer-âsâra gönderseler olmaz mı? idi”
Tarih ne kadar değişiyor değil mi? Neredeyse Osmanlı’yı bize bir taraf bir etnik çorba devleti, diğer taraf da Türk düşmanı devlet diye anlatacak.
Türkiye neresi?
Tarih siyasetin ve savaşların tarihinden ibaret değildir ama o sınırların ötesindeki tarihi anlatmak, öğretmek kolay değil. Allahtan bunu yapabilen tarihçilerimiz var.
Yazımı bitirirken bir gözlemimi anlatayım. Yabancı kaynaklarda asırlar öncesine ait haritalar var. İşte o haritalarda Anadolu’nun üstüne Türkiye yazmışlar. Bunu biliyoruz. Fakat Türkiye sözü sadece Anadolu’nun üstünde değil. Adriyatik’e kadar, kuzeyde Macaristan’ın ötesine kadar da “Türkiye”. Güneyde Arap Yarımadası’ndan Kuzey Afrika’ya kadar… Birçoğunda Osmanlı İmparatorluğu yazıyor ama birçoğunda da Türk İmparatorluğu… ABD Kongre Kütüphanesi’nden bir harita mesela: https://bit.ly/turkimp – haritanın başlığı, ”TURCICI IMPERII DESCRIPTIO”. Birçoğunda da aynı coğrafya Turcomania – Türkmenya – diye geçiyor. Marko Polo’nun seyahatlerini resmeden bir harita Orta Asya’yı “Büyük Türkiye” diye etiketlemiş. (https://bit.ly/turkmenya İşaretlemeler Sayın Nuray Bilgili’ye ait.)
“Türkiye” bir coğrafyanın değil bir egemenliğin adı. Egemenlik varken Türkiye olan coğrafya o egemenlik kalkınca artık Türkiye olmuyor.