Ortadoğu ve Meseleleri

109

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın 12 Haziran 1959 yılında yani bundan 52 yıl önce Ortadoğu ve Meseleleri başlığı altında bir yazısı “SERDEN GEÇTİ” dergisinde yayınlanmıştır.

52 sene önce yazılan bu yazı bir ibret levhası olduğu için aynen yazıyorum.

İkinci Dünya Harbinden sonra beynelminel siyaset sahasının en önemli ve en tehlikeli mevzularından biride “ORTADOĞU MESELESİ” olmuştur. Aynı zamanda bu mesele Almanya’nın birleştirilmesi, silahsızlanma, Kore ve Çin çekişmeleri yanında soğuk harbin en müstesna mevzularından biridir. Zaman zaman bu bölgede ortaya çıkan ciddi karışıklıklar dünya sulhünü korkulu bir şekilde tehdit etmektedir. Ve bir 3. Dünya Harbi kâbusu zihinlerde endişeyle belirmektedir.

Ortadoğu’da tehlikeli bir muvazenesizlik içinde bulunan devletlerle çok sıkı dini ve tarihi müşterek bağlarımızın bulunması, memleketimizin bu bölgenin en stratejik bir mevkiinde yer almış olması ve nihayet halen milli kaderimizin dünyanın umumi siyasi gidişiyle çok yakından alakalı olması hakikatleri bizi bu bölgenin meselelerini yakından tanımamız neticesine götürmektedir.

Ortadoğu’da ki Arap Devlet ve Devletçiklerinin muvazenesizlik sebeplerini dört başı mamur bir şekilde incelemek ancak geniş bir eser dahilinde mümkün olabilir. Biz bu makalemizin hacmi içerisinde bu muvazenesizliğin en önemli sebepleri üzerinde muhtasar bir şekilde duracağız. Bu sebepler birbiri içine iyice girmiş ve karışmış bulunduğundan aralarında kati bir tasnife girmeyeceğiz.

Birinci Dünya Harbinin başlangıcına kadar Ortadoğu’da ki Araplarla meskün bütün yerler Osmanlı İmparatorluğu’nun fiilen veya hukuken birer parçasını teşkil ediyordu. İmparatorluğu parçalamak için azınlık siyasetini çok mühim bir silah haline getiren düşman devletler Arap Milliyetçiliğini, Türk aleyhtarlığı haline sokmak ve geliştirmekte gecikmediler. Lübnan’da ki Hıristiyanlar vasıtasıyla Arap alemine zerk edilen bu milliyetçilik bilhassa münevverler arasında büyük bir tesir icra ediyordu. İmparatorluk idarecilerinin işledikleri büyük siyasi gaflar ve bir takım Arap Şeyhlerinin menfaatleri Araplar arasında Türk düşmanlığını artıyordu.

Nihayet harpte uğradığımız mağlubiyetler bu toprakların imparatorluğun elinden çıkmasına sebep oldular. Osmanlı İmparatorluğuna karşı açılan savaşın sonunda istiklallerini alacaklarını ümit eden Araplar çok çabuk hayal sukutuna uğramışlardı. Çünkü bunlardan yalnız hicazda yaşayanlar kendilerini yabancı işgalden kurtarabilmiş ve 1932’de müstakil Suudi Krallığını kurabilmişlerdi.

Diğerleri galiplerin harita üzerine koydukları cetvellerle bir çok küçük parçalara ayrılmış ve milletler cemiyetinin verdiği salahiyetle İngiliz ve Fransız mandası haline gelmişlerdir. Bu hal İkinci Cihan Harbinin sonuna kadar devam etti. İşgal Kuvvetleri Zorla ve kendilerine bağlı bir idareci zümresiyle bu memleketleri idare ettiler. Bir arada bazı mevzii kurtuluş hareketleri de (Irakta olduğu gibi) kati neticeler veremediler.

Fakat İkinci Cihan Harbi Batı Milletlerini çok yormuş ve müstemlekeleriyle uğraşmak imkânını zayıflatmıştı. Bu durumdan istifade ederek Lübnan (1946), Suriye (1946) da büyük zorluklara maruz kalmadan, Fransız kuvvetlerinden memleketlerini tahliye ettiler. Diğer Arap memleketleri de tam manasıyla müstakil olmak ve yabancı tesirinden kurtulmak için çareler aramaya başladılar. Fakat Filistin harbi bu hareketi başlangıçta geciktirdiyse de Arap milliyetçiliğinin realiteyi görmesi ve derlenip toparlanması bakımından faydalı oldu.

İngilizlerin daha 1917 deki “BALFAUR” beyannamesiyle Yahudilerin bir devlet sahibi olmaları, emelleri resmi bir mahiyet kazanmış ve bir büyük devletin politikası dahiline girmişti. Harbin hemen akabinde (1947) gizli Yahudi tedhiş teşkilatı “İRGUN”nun mücadelesini müteakip, İngilizler Filistin’i tahliye ettiler. Bunun üzerine siyasiler, Filistin Araplarını katliama tabi tuttular. İlk katliam 8 Nisan 1948’de Deryani köyünde çok kanlı bir şekilde cereyan etmişti. Böylece kanlı Filistin harbi başladı.

Binlerce Müslüman kanı Filistin çöllerini suladı. 1949 da harp bir mütareke ile sona ermişti. Fakat 800.000 Filistinli Arap anavatanlarından çıkarılmış, komşu Arap devletlerinin topraklarına sürülmüştü. Sanki Siyonist liderler Hitlerin Yahudi ırkına yaptığı mezalimi Müslüman Arap köylüsünü öz topraklarından sürerek taklit etmişlerdi. Bu muhacirler Birleşmiş Milletlerin himayesi altında kamplarda toplanmış ve bütün dünyanın himmetleriyle beslenmektedirler.

Filistin meselesi böylece Araplar için bir numaralı bir dava haline gelmiş bulunmaktadır. İsrail devleti Dünyanın her yönünden gelen muhacirlerle her gün biraz daha kalabalıklaşmakta ve komşu Arap Devletlerini tehdit eder bir hal almış bulunmaktadır. Yalnız doğu Avrupa dan 1958 yılı boyunca gelen Yahudi muhacirlerin sayısı 100 bine ulaşmış bulunmaktadır. Bir yandan haksız olarak ellerinden alınan toprakları istirdat diğer taraftan da yeni işgallere mani olmak isteyen Arap devletleri İsrail’i düşman ilan etmişlerdir. Böylece İsrail konusu hala çaresi bulunmamış bir anlaşmazlık olarak ortada durmaktadır.

Batılılar İkinci Cihan Harbinin sonunda birkaç Arap memleketini tahliye etmelerine mukabil buralarda ki Nüfuz ve hâkimiyetlerini devam ettirmek istiyorlardı. Halbuki bunu temin edecek kuvvetten artık mahrum bulunuyordu. Çünkü dünyanın kaderi artık 2 büyük devlet (Amerika, Rusya) tarafından tayin edilmek durumundaydı. Bunu 1956 sonbaharında cereyan eden İngiliz – İsrail – Fransızların Mısıra karşı giriştikleri müşterek tecavüz hareketlerini takip eden hadiseler bütün açıklığı ile ortaya koymuş bulunuyordu.

İngiliz ve Fransız nüfuzundan kurtulmak isteyen Arap Milliyetçileri önce bu kuvvetlere işbirliği halinde bulunan dahili idarecileri başlarından uzaklaştırdılar. Ve tam istiklallerini sağlamak için de birleşme yollarını aramaya başladılar. Fakat yabancı kuvvetleri topraklarından uzaklaştırmak bunların tesir sahalarından kurtulmak manasına gelmiyordu. Çünkü Araplarla meskün bulunan sahaların iki blok muvacehesinde iktisadi ve stratejik ehemmiyeti büyüktür. Bu bölgedeki iktisadi zenginliklerin başında petrol gelmektedir.

Yalnız Ortadoğu’da ki petrol ihtiyatlarının bütün dünyadakilerinin ¾ ‘ü teşkil ettiğini bile kaydetmek bölgenin iktisadi kıymetini açıklamaya kâfidir. Her sene Ortadoğu’da bir milyar İngiliz sterlini petrol istihsal edilmektedir. Petrol kuyuları yabancı şirketler tarafından işletilmektedir. Bu gün Amerikalılar bu istihsalin %66’sını kontrol etmekte, geri kalan kısmı ise İngiliz, Fransız, Hollanda, vs. arasında bölünmektedir. Petrol karının muayyen bir kısmı yerli hükümetlere verilmektedir.

İşte bu iktisadı ve stratejik önem Ortadoğu’yu batılılar ve komünistler arasında bir mücadele sahası haline getirmişlerdir. Komünistler Arap milliyetçiliğinin getirdiği garp aleyhtarlığından istifa ederek bölgeye sızmaya çalışmakta, batılılar ise Arapların meşru isteklerine fazla bir önem atfetmeden onları kendileriyle işbirliğine zorlamak istemektedirler. Batılıların bu gayeyi tahakkuk ettirmek için sarf ettikleri gayretlerin hatalarından en mühimi muhakkak ki bölgede halk kütleleri tarafından tutulmayan liderlerle işbirliği yapmak istemelerinde aramak lazımdır.

Bunun en acı misalini 14 Temmuz 1958’de cereyan eden feci hadiseler esnasında bizde bizzat görmüş bulunuyoruz. Bölgeye karşı olacak komünist sızmalarını önlemek için kurulmuş olan Bağdat paktı bu acı gerçek yüzünden epey zarara uğradı. Esasen bu paktın en büyük zaafı bünyesine İngiltere’yi almış olmasından ileri gelmiştir. İngiltere bölge dışında bir devlet olduğu gibi Ortadoğu’da geniş halk tabakaları nezdinde iyi şöhreti olmayan bir batılı kuvvettir. Paktın düşmanları İngiltere’nin Paktın azası olmasını pakta karşı en büyük bir silah olarak kulanmışlar ve Bağdat paktının Ortadoğu’da İngiliz menfaatlerini teminat altına almak üzere bizzat İngiltere tarafından meydana getirildiğini ileri sürmüşlerdir.

Nil’den Dicle’ye kadar uzanan Arap devletlerinin istikrarsızlık durumlarında Filistin meselesi ve iki blok’un karşılaşma yeri olması sebepleri yanında bizatihi bu devletlerin iç zaafları yer almaktadır. Dünyanın bu bölgesinde yaşayan insanların hayat seviyesi çok düşüktür. En büyük servet kaynağı olan petrol gelirlerinin en avantajlı mukavelenamelere göre (Suudi Arabistan’da ki “ARAMCO” şirketinin mukavelenamesi) %50si yabancı şirketlere gitmekte ve geri kalan kısımda halkın iktisadi seviyesini yükseltecek yatırımlarda kullanılmaktadır.

Bunun en tipik örneği Suudi Arabistan’dadır. Bu memlekete her sene 200 ile 300 milyon dolarlık petrol geliri aktarmaktadır. Bunun 50 milyon dolar gibi büyük bir miktarı 300 kişilik saray ailesi tarafından sarf edilmekte ve 24 sarayın bakımına tahsis edilmektedir. Ziraate ayrılan miktarsa 1952 ile 1954 arasında yalnız 13 milyon dolardır. Saray mensuplarının Cadillac otomobillerle Ceylan avına gittikleri haberleri modern binbir gece masallarını hatırlatmaktadır. Kuveyt Şeyhi ise senede 200 milyar Frank gelir sağlamakta bunun 1/3’ü yalnız 70 kişilik olan şeyhlik ailesine ayrılmakta 1/3’ü  umumi menfaate hadim işlerde kullanılmakta son 1/3’ü ise Londra’da plasmanlara yatırılmaktadır. Ortadoğu’da ki Arap memleketlerinde ziraate elverişli mahdut arazi de umumiyetle büyük mülk sahiplerinin elindedir. Bu mahzuru önlemek için Nasır rejimi altındaki Mısır ve Suriye’de Toprak Reformları yapılmaktadır.

Ufaklı büyüklü mozaik halinde bir çok devletlerden müteşekkil bu bölgenin istikrara kavuşmalarında en mühim amil dahilde halk iradesini aksettiren normal idarelerin ve bütün bir Arap milletini harekete getiren birleşme idealinin tahakkuku olacaktır.  Normal halk idareleri diktatörlükler değildir. Bunların hiçbir teminatı bulunmamaktadır. Birleşmeden doğacak kuvvet ise batılıları uzun vadeli bir düşünceye endişeye sevk etmektedir. Çünkü komünist sızmalarına karşın en sağlam teminat kuvvetli milliyetçi idarelerdir. Şubat 1957’de Mısırla birleştikten sonra Suriye’de ki komünist partisinin kapatılabilmiş olması bunun canlı bir delilidir. Ancak kuvvetli Arap Devletleri bu bölgede iki blok’un rekabet alanı olmaktan geniş miktarda kurtarabilecektir.

Şimalden büyük bir tehlike ile çevrili olan Türkiye’miz bakımından güneyindeki bölgede istikrar ve güvenliğin teessüs etmesinin arz ettiği önem de gayet aşikar olarak ortadadır.

52 sene önce Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın tespit ettiği Ortadoğu’nun bu meseleleri 52 sene sonrada aynı şekilde devam etmekte olduğu düşündürücüdür.

İki blok’un rekabet alanı Rusya’nın yok olmasıyla tek blok olan ABD’nin Büyük Ortadoğu projesinde Ortadoğu üzerinde oynamakta olan oyunlara çok dikkat etmek zorundayız.