Günümüzde bir ayet hükmünün uygulanmaması gerektiğini söyleyen bir siyasetçi veya bilim adamı çıksa, kâfir ilan edilmekten kurtulamaz.
Öyle ya, mademki Yüce Yaratıcımız Kur’an’da emredici bir cümle ile bir buyruk vermişse biz Müslümanlara düşen o emri uygulamaktan ibarettir.
Fakat kaynaklarda gerek Hz. Peygamber döneminde ve gerekse ilk halifelerin farklı uygulamaların olduğu görülüyor.
“Kâbe yanındaki Hz. İbrahim’in ayak izi olarak bilinen yer ile ilgili ‘Makam-ı İbrahim’i namazgâh edinin’ (Bakara,125) ayeti nazil olmuştur. Kur’an’da emir sigasıyla verilen bu buyruğun Hz. Peygamber tarafından uygulanmaması ve hac farizaları arasına dâhil edilmemesi dikkatle düşünülmelidir.” (Prof. Dr. Mehmet Azimli)
Kur’an-ı Kerim’de, Müslüman erkeklerin Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmesine izin verilmişti. (Maide, 6)
Fakat Hz. Ömer Müslüman erkeklerin Hıristiyan ve Yahudi kadınlarla evlenmesini yasakladı.
Taha Akyol bu uygulamayı “Tıpkı modern çağda Medeni Kanun’la ve Ceza Kanunu ile evlenme yaşlarının belirlenmesi ve çok eşliliğin yasaklanması gibi bir “devlet tasarrufu”ydu bu” diye değerlendiriyor ve şu bilgileri de veriyor:
“İkinci Meşrutiyet döneminde bu konular çok tartışılmış, o zamanki açık fikirli İslamcılar devletin yasama yetkisini savunmuşlardı.
Darülfünun’da fıkıh profesörü olan Mansuri-zade Sait Bey sosyal ihtiyaçları esas alarak ve aynı zamanda fıkıhla birlikte modern hukuktan gerekçeler getirerek “devletin yasama yetkisini” savunanların o devirde öncüsüdür.
Hatta o dönemde “örfe dayalı ayetler”in, örfte meydana gelen değişmeleri dikkate alarak yorumlanacağı bile yazılmış, çizilmişti.”
“Hz. Ömer, yine ‘şartlar değişti’ gerekçesiyle ganimet ayetini de uygulamadı.
Hz. Ömer’in gerekçesinin başka bir ayet ya da hadis değil, ‘değişen şartlar’ gibi tamamen ‘dünyevi’ bir olgu olmasına özellikle dikkat etmek gerekir.”
Günümüzde ise bırakın ayetlerde emir kipiyle bildirilen buyrukların yorumlanmasını, bir kısmının uydurma olduğu açık olan hadisler üzerine bile yorum yapanları ve “değişen şartlar” gibi gerekçe sunanları kâfir ilan ettiği bir atmosferde yaşıyoruz.
*************************************
Riba ve Faiz Farkı
Kur’an-ı Kerim’de yasaklanan “Riba” tercümelerde genel olarak “Faiz” olarak çevrilmektedir. Esasen Riba’nın yasaklanmasının sebebinin zengin olanın fakiri sömürmesinin, adalet ve hakkaniyete aykırı tefecilik uygulamalarının sona erdirilmesidir.
Mustafa Çağrıcı’nın ifadesiyle “ulemanın, şimdiki faiz kavramıyla Kur’an’daki ‘riba’nın nerede birleştiğini, nerede ayrıştığını bilmeden ‘riba’yı mutlak ‘faiz’ anlamında tanımlaması, Müslüman toplumlar için -ayet ve hadiste gösterilen hedefin aksine- bir zulüm mekanizması üretmiştir.”
“Riba/faiz meselesinde din âlimlerine düşen esas görev, konunun teknik yanlarını ekonomi ve para uzmanlarına bırakıp, ilgili ayet ve hadisin dikkat çektiği asıl ilkeye yoğunlaşmaktır. Yani sistemin zulüm ve mağduriyetler doğuracak şekilde uygulanmasına karşı mücadele etmektir.”
“Cahiliye dönemi” denilen İslam öncesi Arap toplumlarında riba bugün tefecilik dediğimiz anlamda bir merhametsiz bir sömürü aracı olarak kullanılıyordu. Bu bakımdan riba ile ilgili ayetlerin de “örfe dayalı ayetler” olduğunu kabul edebiliriz.
Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da bu anlamda “riba/faiz” yasaktı. 1789 Fransız ihtilali sonrasında kanunların belirlediği sınırlar içinde faizli işlemlere resmen izin verildi.
Büyük tarihçi Halil İnalcık, “İslam toplumlarında faizle para işletme ve diğer kredi şekillerinin hem çok eski hem çok yaygın olduğunu, Osmanlılarda gayrimüslimler gibi, Müslümanların ve bu arada din adamlarının ve vakıfların da faizle para işletmede ileri gittiklerini” bildiriyor.
“Kanuni döneminde Şeyhülislam Ebussud Efendi yüzde 12’yi geçmemek kaydıyla para vakıflarının faizle ‘muamele’ yapmasını, ‘kamu yararı’ gerekçesiyle, onayladı.”
Ben ayetlerden ve diğer kaynaklardan günümüz meselelerine dair hüküm çıkarma yetkisini kendinde görmeyen sıradan bir Müslüman’ım. Ancak bu meselenin çözülmemesinin İslam dünyasına ve Müslümanlara zarar verdiğini düşünüyorum.
İnsanın insanı sömürdüğünü görmek ve buna karşı çıkmak için illa da din bilgini olmak gerekmez. Dünyada da buna karşı çıkan temiz vicdanlı ve ahlaklı milyarlarca insan var.
Öyleyse her kesimden insanın temel ilkeye odaklanarak günümüzde bankacılık hizmetlerinden haram/ hukuka ve vicdana aykırı olan ve olmayanların iyice tanımlanması gerekir.
Modern bankacılık cahiliye dönemi tefeciliğinden çok farklıdır ve ekonomik sistem bankasız olamaz hale geldi.
Taha Akyol’un ifadesiyle, “kişiler arası tefecilik ayıptır, günahtır, hukuken suçtur. Genel ekonomideki faiz ise sermaye birikimi, verimlilik, döviz, enflasyon gibi birçok faktörün ‘netice’sidir. Onun için modern devlette faiz oranları piyasada oluşur, kararı bağımsız merkez bankaları verir.”
Öyleyse, bu sistemin olumlu yanlarını göz ardı etmeyelim. İnsan sömürüsü için araç olmayan, bilakis dar gelirlinin sıkıntısını gideren, tasarruf sahibinin birikimini güvenli bir şekilde saklayan veya iş yapanlara kredi sağlayan bankaların bu hizmetlerini inancımıza uygun olarak tanımlayalım ve düzenleyelim.
Bu hizmetlerden yararlanan Müslümanlar sömürülmedikleri ve kimseyi sömürmedikleri halde “günah işledim” korkusu içinde yaşamasınlar.
İnançlı vatandaşlarımızın, “faiz haram” korkusuyla birikimlerini döviz ve altına yatırmasına, böylelikle Türkiye ekonomisi yerine yabancı ekonomilere destek vermesine de bir çare bulalım.