(İkinci –Son- Bölüm)
Oğuz Çetinoğlu: Çin yönetiminin son yıllarda, Doğu Türkistan’da uyguladığı insanlık dışı uygulamalardan örnekler verebilir misiniz?
Prof. Abdulhâmid Avşar: ‘Çin Halk Cumhuriyeti’nin son yıllarda Doğu Türkistan’da uygulamadığı insanlık dışı uygulama kalmamıştır’ demek yanlış olmaz. Yukarıda da zikredildiği üzere, bu vahşet BM raporlarına bile yansımış, milletlerarası kamuoyunun gündemine girmiştir.
Öncelikle Çin, dünyânın içinde bulunduğu konjonktürden ve kendisinin elde ettiği nüfuzdan yararlanarak Doğu Türkistan Türklerini târihten silmek için altın vuruş yapmaktadır. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren, 11 Eylül saldırılarının dünyâda uyandırdığı Müslüman karşıtlığından da yararlanarak Uygurlar üzerinde zâten süregelen baskısını iyice arttırmaya başlamış ve bugüne kadar da her geçen gün daha da şiddetlendirerek uygulamaya devam etmektedir. 2000’li yılların başında önce genç kızlarımızı zorla Çin’e çalıştırmaya, götürüldükleri yerlerden ayrılmalarına engel olmaya, Çinlilerle zorla evlendirmeye başlamışlar, buna karşı çıkanları ise acımasızca cezalandırmışlardır. Unutmayalım 5 Temmuz 2009 Urumçi Olaylarının başlangıcı Çin’e götürülen genç kızlarımıza yapılanları protesto etmekti. Ancak, bilindiği gibi acımasızca bastırıldı ve binlerce insan dünyânın gözü önünde öldürüldü, idam edildi, ağır hapis cezalarına çarptırıldı.
Yine 2014’te Şi Jinping’in verdiği tâlimatla, Doğu Türkistanlılar mahalle mahalle, köy köy zorla Çin’e taşınmaya, oralarda yaşamaya mecbur edilmeye başlandılar. Amaç, götürüldükleri yerlerde kalabalık Çin nüfusu içinde asimile etmekti elbette.
Bu da yetmedi. Zaten 1949’daki işgalde itibaren devlet politikası olarak uyguladıkları Çinli göçmenleri Doğu Türkistan’a taşımaya daha da hız verdiler. Kadim şehirleri, mahalleleri yıkarak yerlerine gökdelenler inşa etmeye ve buralara da Çin’den getirdikleri göçmen Çinlileri yerleştirmeye başladılar. Türkleri de bu gökdelenlerin içine serpiştirmeye, Çinli göçmenlerle birlikte yaşamaya mecbur etmeye başladılar.
2016’da sıra toplama kampları uygulamasına geldi. O günden bugüne milyonlarla Uygur’u keyfi olarak buralara koydular, hem rûhen hem de fiziken yok etmek, felç hale getirmek için yapmadık zulüm bırakmadılar. Bu kamplarda neler yaşandığının küçük bir örneğini meselâ, Türkiye Türkçesine çevrilmiş olan Gülbahar Hativaci’nin ‘Çin Kampından Nasıl Kurtuldum?’ adlı hâtırâlarda görebilir. İnsanın okumaya bile tahammül edemediği bu toplama kamplarında yapılanlardan Çin zulmünün ne olduğunu, soykırım politikasının mâhiyetini bir nebze de anlamak mümkün olur belki de.
Bunun dışında artık Doğu Türkistan’da Uygur Türkçesi ile eğitim tamâmen ortadan kaldırılmış durumdadır. Çocuklar ana sınıfından itibâren Çince eğitime, Çin örf-âdetlerini öğrenmeye mecbur tutulmaktadırlar. Hatta çocuklar için ihdas edilen özel toplama kampları bile bulunmakta, buralarda âilelerinden zorla alınan çocuklar tam bir Çinli gibi yetiştirilmeye çalışılmaktadır.
Doğu Türkistan’da millî hiçbir emâreye izin verilmemeye başlanmış, gelenekli hayat tam bir denetim altına alınmıştır. Yine Müslüman kimliği ifâde edecek her türlü söz ve davranış da yasaklanmıştır. Bunu Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Urumçi ziyâretinde açıkça gördük. Aslında kurgulanmış bir buluşmada dahi, yaşlı kadın Sn. Fidan’ın ‘selamünaleyküm’ hitabına ‘aleykümselam’ diyememiştir. Çünkü Uygular öylesine büyük bir baskı ve tehdit altındadırlar. Câmilerin büyük kısmı yıkılmış, ayakta kalabilenlerin birçoğu eğlence merkezi, kulüp, Çin restoranı yapılmıştır. Bununla ilgili bir çok görüntüyü de hayasızca yayınlamaktan çekinmemektedirler.
Yine, her eve bir Çinli gözetmen atanmıştır. İstedikleri zaman istedikleri Uygur evine gidip orada yaşamakta, evlerde ailenin bir ferdiymiş gibi kalabilmektedirler. Bunu da yine utanmadan halkların kardeşliği diyerek dünyâya açıklamaktan imtina etmemişlerdir.
Bu konuda verilecek daha pek çok örnek var. Büyük şâir Fuzuli’nin dediği gibi ‘Derd çok, hemderd yok, düşman kavi, talih zebun’…
Son olarak şunu da ifâde etmek istiyorum. Bugün Türkiye’de Çin’in beşinci kol faaliyeti her geçen gün artmaktadır. Türkiye’den Türkçe yayın yapan radyolarının yanı sıra destekledikleri birçok başka radyo, çeşitli yollarla etki altına aldıkları kalem sâhipleri, kamuoyunda etkili kişiler bulunmaktadır. Özellikle, gelenekli olarak Doğu Türkistan dâvâsına sâhip çıkan milliyetçi, muhafazakâr kesimlere ulaşmaya ayrı bir önem vermektedir. Bunu yaparken de Doğu Türkistan meselesini ABD çıkarları ile özdeşleştirmekte ve halkın batıya duyduğu öfkeden yararlanmaya çalışmaktadır. Ama unutmamak gerekir ki Doğu Türkistan Türklerin anayurdu, İslam’ın Türkler arasında yayıldığı coğrafyadır. Doğu Türkistan’ı unutmak, Çin’in kara propagandası ile Doğu Türkistan’da yaşananlara kayıtsız kalmak kendini inkâr etmek, târihî hakîkatlere sırtını çevirmek demektir.
Burada şu inancımı da dile getirmek isterim. Şu anki karanlık tablo ne kadar koyu olursa olsun, Doğu Türkistanlıların göğüslerindeki iman, hür yaşama azimleri her zorluğun üstesinden gelecek ve Doğu Türkistan muhakkak bağımsız olacaktır. Tıpkı, 1933’te, 1944’te olduğu gibi…
Prof. Dr. ABDULHAMİD AVŞAR 1964 yılında Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrinden sonraki en büyük şehri Yarkent’te doğdu. İlk ve orta öğretimi Kayseri’de dereceyle bitirdi. 1986 yılında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi (Basın-Yayın Yüksek Okulu) Radyo-Televizyon Bölümünden birincilikle mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyâset Bilimi Anabilim Dalında (SBF) yüksek lisans, Milletlerarası İlişkiler Anabilim Dalında (SBF) doktora yaptı. 2013’te de Uygulamalı İletişim alanında doçent oldu. 2022’de profesör unvanı aldı. 1985–1986 yılları arasında Yeşilçam’da çalıştı. 1987’de Prodüktörlük sınavını kazanarak TRT’de göreve başladı. Çeşitli drama, kültür ve kuşak programlarının yanı sıra birçok belgeselin yapım ve yönetmenliğini üstlendi. Hazırladığı belgesellerin önemli bir bölümünün metinlerini kaleme aldı. Avrupa Yayın Birliği (EBU), Akdeniz Ülkeleri Yayıncılar Birliği nezdinde yapılan çeşitli proje toplantılarında, Türk Dünyâsı Ülkeleri Medyaları İşbirliği Forumu, Şanghay İşbirliği Örgütü Medya Forumu gibi çok sayıda milletlerarası toplantıda TRT’yi temsil etti. Millî ve milletlerarası çeşitli film festivallerinde jüri üyeliği yaptı. TRT Azerbaycan Temsilcisi (2004-2007), TRT İstanbul Bölge Müdürü (2015-2018) ve TRT Kazakistan Temsilcisi (2018-2020) görevlerinde bulundu. 2011-2017 yılları arasında Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak lisans ve lisansüstü dersler verdi, birçok milletlerarası ve millî dergide yayın kurulu üyeliği ve yazarlık üstlendi. Hazırladığı dokümanter filmlerle; çok sayıda ödüle lâyık görüldü. Millî ve milletlerarası çeşitli dergilerde yayınlanmış çok sayıda makalesi, yurtiçi ve yurtdışında basılmış kitapları, bildirileri; yurtdışı ve yurtiçinde faaliyet gösteren çeşitli televizyon, radyo ve gazetede yayınlanmış pek çok röportaj, program ve makalesi bulunmaktadır. İngilizcenin yanı sıra Uygur, Azerbaycan, Özbek, Kazak ve Kırım Tatar Türkçelerini bilmekte, Osmanlı ve Kiril alfabelerini okuyabilmektedir. Sürekli Basın Kartı sâhibi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Sinema Derneği, Türk Dünyâsı Kültür, Sanat ve Sinema Vakfı, Türkiye Spor Yazarları Derneği, Ekonomi Gazetecileri Derneği gibi meslek kuruluşlarının ve aynı zamanda Doğu Türkistan Vakfı’nın Mütevelli Heyet üyesidir. Evli ve üç evlât babasıdır. 2022 yılında İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesinde profesör olarak göreve başladı, İletişim Fakültesi Medya ve İletişim Bölüm Başkanlığı ile İletişim Bilimleri ve İnternet Enstitüsü Medya ve İletişim Çalışmaları Anabilim Dalı Başkanlığını üstlendi. 2023-2024 yılları arası rektörlük görevini üstlendi. Halen aynı üniversitede öğretim üyesi olarak göreve devam etmektedir. |
DERKENAR:
GÜNÜMÜZDE, İŞGAL ALTINDA BULUNAN TEK TÜRK YURDU:
D O Ğ U T Ü R K İ S T A N
Dünyânın diğer süper güçleri gibi Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) de kendisine göre yeni bir düzen oluşturmuştur. Çin’in oluşturduğu düzen; kapitalist ekonomi ambalajı içinde komünizm ideolojisinden ve katıksız ırkçı düşüncelerden beslenen şoven ve emperyalist, gayri medenî ve çağ dışı yönetim sistemidir.
ÇHC bu sistemi şimdilik, yönetimi altında bulundurduğu Doğu Türkistan, Tibet ve İç Moğolistan’da uyguluyor. Çok da uzak olmayan bir gelecekte, gücünü yetirebileceği; Pakistan, Keşmir, Afganistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Moğolistan’da da uygulamaya koymak isteyebilir.
Kendi ırkından olmayanlara hayat hakkı tanımayan ÇHC yönetimi, çalıştığı işyerine giden Türklerin öldürülmesini engelleyemediği gibi, can güvenliği olmadığı için işyerine gidemeyen zavallıların işine, sorgusuz-sualsiz, derhal ve tazminatsız olarak nihâyet vermiştir.
ÇHC Yönetiminin yaptıkları bunlardan ibâret değildir. ‘Daha kaliteli bir millet oluşturmak’ düşüncesiyle, kendi insanına karşı giriştiği cinâyetler ve soykırım uygulamaları; insan haklarıyla ilgilenen beynelmilel kuruluşlarda, yüzlerce klasörü dolduran belgelerle tescillenmiş durumdadır.
Doğu Türkistan’ın akıl kamaştıran eşsiz zenginliklerine doğrudan sâhip olabilmek ve Türkleri bölgeden uzaklaştırabilmek için her gün binlerce insanla dolu trenler Doğu Türkistan’a yıllardan beri dolu geliyor, boş dönüyor. Bununla yetinilmiyor; köylerde yaşayan Müslüman Türk âilelerinin 2’den, şehirlerde yaşayanların ise 1’den fazla çocuk sâhibi olmaları yasaklanmıştır. Yasağa uymayıp hâmile kalan kadınlar yakalanıp seyyar kasaphânelerde derhal kürtaj ediliyor. Gayri sıhhî şartlarda ve ehil olmayan kişiler tarafından kürtaj edilen kadınların % 10’u ölüyor, % 25’i sakat kalıyor.
Gelen haberlere göre vahşet bununla bitmiyor. İnsanlar sırf, organları alınıp satılmak maksadıyla öldürülüyor. Deri ve böbrek gibi canlı doku taşıması gerekli organlar ise, kurşunlanan insan henüz can çekişirken, bedeni kesilip alınıyor. Kurşuna dizilen mahkûm âilelerinden kurşun parası tahsil ediliyor. Ödeyemeyenler çalışma kamplarına gönderiliyor.
HAKSIZLIKLAR KARŞISINDA SESSİZ KALAN DİLSİZ ŞEYTANDIR
Yaşanan vahşet karşısında bütün dünyâ sessizdir. Her fırsatta ‘insan hakları’, ‘hukukun üstünlüğü’ adına dünyâ jandarmalığına soyunan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), hak aşığı olması gereken İslâm âlemi, aynı çileleri çekmiş Türk Cumhuriyetleri ve Hindistan ile medeniyet havârisi Avrupa Birliği (AB)… cılız kınama kelimelerinin ötesinde tepki göstermediler. Çünkü her birinin ÇHC ile siyasî, askerî ve ticarî anlaşmaları var.
Çin; Birleşmiş Milletler Teşkilatı bünyesindeki Güvenlik Konseyi’nin dâimî üyesi sıfatıyla önemli bir siyasî güçtür. Nükleer silahlara sâhip olması hasebiyle kendisinden çekinilmektedir. Dünyâ ticâretinde 2,5 trilyon dolardan daha fazla bir payı olduğu için aynı zamanda etkili bir iktisadî güçtür. Ve hepsinden önemlisi ÇHC; güçlü olduğunun farkındadır. Kendisini; değil alt edebilecek, kendisiyle mücâdeleyi göze alabilecek bir gücün bulunmadığı kanaatindedir.
Sergilenen vahşet karşısında, yetersiz ve kısa süreli olmakla birlikte, en ciddî tepkiyi Türkiye göstermektedir. Göstermekte haklıdır. Çünkü Doğu Türkistan Türkleri… soykırıma mâruz kalan mazlum ve mağdur insanlar; aynı târihi paylaştığımız, aydı dili konuşup aynı dine inandığımız, aramızda kopmaz bağlar bulunan öz kardeşlerimizdir.
DOĞU TÜRKİSTAN’DA *Milattan Önce 209 yılından Milattan Sonra 216 yılına kadar Türk asıllı Hun İmparatorluğu, *552-630 yılları arasında Birinci Göktürk İmparatorluğu *680-745 yılları arasında İkinci Göktürk İmparatorluğu *745-840 yılları arasında Uygur Devleti. *850-920 yılları arasında Kırgızlar *950-1212 yılları arasında Karahanlılar *1212-1759: Seyidiye Hanlığı *1759-1863: Çin Hâkimiyeti *1863-1876: Bağımsız Doğu Türkistan (Yakuphan Ba Devlet dönemi) 1876-1882: Çin yönetimi 1882-1944: Çin Genel Valiliği 1944-1949: Bağımsız Doğu Türkistan (Üç Vilayet Rejimi) hüküm sürdü. 1949’dan günümüze: Çin işgali devam ediyor. |
YÜZSÜZLÜK
TC Başbakanı’nın Doğu Türkistan’da Müslüman Türk milletine uygulanan soykırımın durdurulması isteği, Çin Hükümeti tarafından ‘iç işlerine müdâhale’ olarak görüldü ve geri alınması istendi. Diğer taraftan ÇHC’nin soykırım olaylarını protesto etmek maksadıyla, sivil toplum kuruluşlarının İstanbul Valiliği’ne başvurduğunu öğrenen Çin’in İstanbul Konsolosluğu yetkilileri; İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yazı göndererek, gösteriye izin verilmemesini talep etmişlerdir. İçişlerine müdâhale, asıl bu yazı ile vuku bulmuştur.
Çin, böyle yüzsüz ve küstah bir yönetim anlayışına sâhiptir.
Doğu Türkistan’da yaşanan insanlık dışı dramın önlenmesi için insan hakları ile ilgili kuruluşları, insan haklarına saygılı ülkeleri harekete geçirmek mümkündür. Bu vecibeyi, mazlum ve mağdur Filistin halkını kurtarmak için meseleyi Milletlerarası Adâlet Divanı’na intikal ettiren Güney Afrika Cumhuriyeti’nden bekleyemeyiz. Türkiye bunu yapabilir. Hatta yapabilecek ve de yapması gereken tek ülkedir.
Çin’in, medenî dünyâ ile ilişkilerini geliştirdikçe bencillikten, şovenizmden ve barbarlıktan uzaklaşması, insan haklarına saygılı bir konuma erişmesi… tahammülü mümkün olmayan bir uzun süreçtir. O sürecin, milletlerarası kapalı ve gürültüsüz diplomasi yollarıyla çabuklaştırılması mecbûriyeti vardır.
Milletlerarası strateji uzmanları, ÇHC yönetimini daha ılımlı hareket etmeye yönlendirecek asimetrik mücâdele yöntemini belirleyebilir.
Çâresiz olmadığımıza inandığımız anda, çözüm mümkündür.
Unutulmamalı: Zulüm üzerine kurulu yönetimler kalıcı olamazlar. Olabilselerdi, Sovyetler Birliği dağılmazdı. Günün birinde Çin Halk Cumhuriyeti de mutlaka dağılacaktır. İnanmış insanların kararlı mücâdelesi karşısında eritilemeyecek beşerî güç yoktur.
Diğer taraftan Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın ve dindaşlarımızın da beklemeye tahammülü kalmamıştır.
Oğuz Çetinoğlu: Akçakoca Kültür Platformu, 25 Şubat 2024 Pazar
(BİTTİ)