(Birinci Bölüm)
Oğuz Çetinoğlu: 07 Ekim 2022 târihinde; Çin’in Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerinin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nde tartışılması talebi, çoğu Müslüman ülkenin ‘hayır’ oylarıyla reddedildi. Bu talep hangi ülkeden gelmişti?
Prof. Dr. Abdulhamid Avşar: Öncelikle Çin’in Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerinin Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilâtı İnsan Hakları Konseyi’nde görüşülmesi konusu, BM İnsan Hakları Yüksek Konseyi tarafından hazırlanan raporun Yüksek Komiser Michelle Bachelet’in 1 Eylül 2022’de kamuoyuna açıklanmasıyla gündeme geldiğini ifâde etmek gerekir. Çin’in 2016 yılın sonlarında başlattığı ve 2017 yılından îtibâren sayısını hızla arttırmaya başladığı Doğu Türkistan’daki toplama kampları uygulamasının deşifre olmasından sonra milletlerarası kamuoyunda büyük bir infial meydana gelmiş ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın bu konuda harekete geçmesi için talepler yükselmeye başlamıştı. Bunun üzerine BM İnsan Hakları Konseyi adına Yüksek Komiser Bachelet bir rapor hazırlamakta görevlendirilmiş, 2022 yılı başlarında rapor tamamlanmasına rağmen hemen açıklanmamış, dört kez ertelenmişti. Bunun üzerine raporun açıklanmaması için Çin’in BM İnsan Hakları Konseyi’ne baskı yaptığı ve Yüksek Komiser’in bu sebeple hazırlanan raporu kamuoyuyla paylaşmadığı iddiaları gündeme gelmişti. Bu arada hazırlanan raporun yayınlanmadan önce Çin tarafı ile de paylaşılmış olduğunun altını çizmek gerekir. Sonunda, rapor, Yüksek Komiser Bachelet’in görev süresinin bitmesine günler kala, -belki de biraz yumuşatılarak- 2022 yılı Eylül ayı başında açıklanmıştı. Buna rağmen raporda, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Doğu Türkistan Türklerini ağır işkencelere mâruz tuttuğu tespitleri yer alıyor; Doğu Türkistan’da insanlığa karşı suç teşkil edebilecek derecede ciddî insan hakları ihlallerinde bulunduğu belirtiliyordu.
7 Ekim 2022’de konunun BM İnsan Hakları Konseyi’nde tartışılması talebi ise burada yer verilen tespitlerin değerlendirilmesi ve gerekirse Çin’in kınanması amacıyla ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batılı ülkeler tarafından gelmiştir.
Çetinoğlu: Talebin reddedilmesindeki etkenler nelerdir?
Prof. Avşar: Talebin reddedilmesindeki etkenlerin başında, kanaatimce, Çin Halk Cumhuriyeti’nin ekonomik ve diplomasi yoluyla târih boyunca devam ettirdiği emperyalist dış politika gelmektedir. Bilindiği gibi, Orhun Âbidesinde ‘Çin’in ipeğine, gümüşüne (yâni ekonomik hegemonyasına), tatlı dilini (yani diplomatik aldatmacalarına) kandın, ey budunum, yok oldun’ sözleri, aslında atalarımızın biz Türklere ve hatta tüm insanlığa bir uyarısı ve vasiyeti hükmündedir. Çin’in ekonomi ve diplomasi yoluyla yayıldığı ve milletleri boyunduruğu altına aldıklarını büyük bir uzak görürlükle gözler önüne serer. Çin, bugün de aynı dış politikayı uygulamakta ve devletleri, hükümetleri etkisi altına almaktadır. Oylamada red oyu veren devletlere baktığımızda her birinde Çin’in ciddî yatırımları olduğu ve borç verdiği ülkeler olduğunu görüyoruz.
Bir diğer etken ise konunun ABD ve Batılı ülkeler tarafından gündeme getirilmesidir. Çin, bu devletlerin Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerini gündeme getirmesini kendisini yıpratmaya yönelik kasıtlı bir politika olduğunu ileri sürmüş, kimi devletler de bu propagandaya aldanarak red oyu vermişlerdir.
Çetinoğlu. Reddedileceği belli olan bir talepte bulunmanın oluşturduğu menfi durumu yorumlar mısınız?
Prof. Avşar: Öncelikle, teklifin reddedileceğinin belli olduğu düşüncesinin doğru olmadığı kanaatinde olduğumu belirtmek isterim. Bildiğiniz gibi teklif, 17’ye karşı 19 oyla, yâni sadece 2 oy farkla kabul edilmemiştir. 11 üye de çekimser kalmıştır. Yani çekimser kalanlardan 3’ü evet oyu vermiş olsa teklif kabul edilmiş ve Çin’in Doğu Türkistan’daki insan hakları sabıkasının BM tarafından ortaya konulması gerçekleşmiş olacaktı. Ki, çekimser kalanlar arasında ABD ve Batılı ülkelerle birlikte hareket etmesi beklenen birçok ülke olduğu mâlum.
Diğer taraftan araştırma talebinin kabul edilmemesinin Çin’in suçlu olduğu, Doğu Türkistan’da insan hakları ihlali yaptığı ve insanlığa karşı suç işlediği kanaatine bir zeval getirmemiş, aksine tüm dünyânın bu tartışma sonucunda gerçeklerden haberdar olmasına vesile olmuştur denilebilir. Yani red kararı, aslında Çin’i aklamamış, vicdanlarda suçlu olduğu gerçeğini ortadan kaldırmamıştır.
Bu gelişmenin gözler önüne serdiği bir başka gerçek de BM Teşkilatı’nın birçok organında Çin’in mâlî destekler yoluyla önemli bir konum elde ettiğini ortaya koymuş; o dönemdeki tartışmalarda bu gerçek de sıklıkla dile getirilmiştir. Bugün BM bünyesindeki birçok kurum ve kuruluşta Çin baskın bir etkiye sâhiptir, çünkü bu teşkilatlara büyük miktarlarda fon aktarmaktadır.
Çetinoğlu: Hangi ülkeler Doğu Türkistan için lehte, hangileri aleyhte oy verdi?
Prof. Avşar: Oylamada ABD, İngiltere, Çekya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Honduras, Japonya, Litvanya, Lüksemburg, Marşal Adaları, Karadağ, Hollanda, Paraguay, Polonya, Güney Kore ve Somali lehte el kaldırırken, Pakistan, Özbekistan, Kazakistan, Endonezya, Sudan, Senegal, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Moritanya, Nepal, Namibya, Kamerun, Çin, Fildişi Sâhili, Küba, Gabon, Bolivya, Eritre ve Venezuela aleyhte oy vermiştir. Brezilya, Gambiya, Hindistan, Meksika, Arjantin, Ermenistan, Benin, Libya, Malavi, Malezya ve Ukrayna ise çekimser kalmıştır.
Bu tabloda acı olan Müslüman ülkelerin tutumudur. Milyonlarca Müslümanın hem fizikî hem zihnî soykırıma, insanlık dışı muameleler, insanlığa karşı suç teşkil eden türlü işkencelere tâbi tutulması karşısında gözleri kör, dilleri lâl olmuş, hakîkat gün yüzüne tüm açıklığıyla çıkmış olmasına rağmen Çin’in yanında yer alma zilletini tercih etmişlerdir. Bunun sebepleri de gün gibi ortadadır. Kazakistan ve Özbekistan, kendileri için Çin’in yakın tehdit olması nedeniyle bu zillete katlanırken, o dönemki Pakistan yönetimi tam anlamıyla Pekin’e teslim olmuş durumdaydı. Hatta Çin bile sözde ‘eğitim kampları’ şeklinde toplama kampları gerçeğini kabul ederken. Pakistan bunu bile söylemekten kaçınıyor, Çin’i gözü kapalı destekleyen açıklamalar yapıyordu. Ve Endonezya, Sudan, Senegal, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Eritre, Moritanya, Fildişi Sâhili… o dönemki yöneticilerini, zâlimin yanında yer aldıkları, hakîkatin üstünü örtmeye âlet oldukları için, Doğu Türkistanlılar olarak Allah’a havâle ediyoruz.
Çetinoğlu: 2 Ağustos 1990 târihinde Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, Kuveyt’i işgal etti. Saddam Hüseyin, Kuveyt’in Irak’ın 19. Vilâyeti olduğunu duyurdu. Kuveyt çok sayıda heyetler oluşturup resmî makamlar nezdinde bilgilendirme ve talep görüşmeleri için Türkiye’ye geldi. İstanbul’a gelen heyetler, sivil toplum kuruluşlarını ziyâret ederek kuruluşların yöneticilerini ve üyelerini bilgilendirdiler. İşgalin devamı süresinde heyetlerin ziyâreti 1’er, 2’şer ay ara ile devam etti. Ankara’ya giden heyetler de resmî görüşmelerde bulundular. Ne kadar etkili oldukları bilinmez Fakat Irak, bir müddet sonra; ‘istediğimizi elde ettik’ diyerek işgali kaldırdığını açıkladı.
Çin ile Irak, elbette mukayese edilemez. Önemli olan Kuveyt’in işgal aleyhindeki çalışmalarıdır. Doğu Türkistan’ın Çin işgalinin kaldırılmasını temin edecek gücü ve destekçisi olmadığı da mâlûmdur.
‘Çâresizlik…’ gibi bir durum karşısında mıyız, ‘Yapılabilecek hiçbir şey yok’ diyerek beklemeli miyiz?
Prof. Avşar: Sayın Çetinoğlu üstadım, aslında Doğu Türkistan Türklerinin diaspora faaliyetleri târihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yaygın ve güçlü bir şekilde cereyan etmektedir. BM İnsan Hakları Konseyi’nin Çin’in insanlığa karşı suç olan Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerini araştırmaya karar vermesi de öncelikle dünyânın dört bir yanındaki Uygur teşkilatlarının çaba ve gayretleri sonunda olmuştur.
Diğer yandan Çin, diplomatik girişimlerle Doğu Türkistan’ı terk edecek bir devlet değildir. Çünkü, o bir işgalcidir ve Doğu Türkistan’ı batıya açılacak stratejik bir coğrafya olarak görmekte, zengin yeraltı ve yerüstü servetlerini sömürerek kendi gelişmesi için kullanmaktadır. Târih göstermiştir ki, Çin’in işgali ancak halkın millî direnişi, dînî ve millî kimliklerini muhâfazası ile mümkün olur. Elbette dünyânın Doğu Türkistan dâvâsına desteği de Çin’i zayıflatacak, Doğu Türkistan’daki emellerini sona erdirebilecek önemli bir etkendir. Bu bağlamda daha önce Doğu Türkistan dâvâsına uzak duran, bununla ilgili herhangi bir tavır almaktan kaçınan ABD ve Avrupa devletleri, elbette kendi çıkarları da gerektirdiği için, Doğu Türkistan dâaâasına destek vermeye başlarken, maalesef, Müslüman devletler Çin tarafında geçmiştir. Bu da bizim fâciamız…
Çetinoğlu: Rahmetli İsa Yusuf Alptekin’in 1960’lı yıllarda, Ankara’da, Mehmet Turgut, Ferruh Bozbeyli, Prof. Dr. Osman Turan, Osman Bölükbaşı… gibi şahıslarla ikili görüşmelerle dâvâsını anlattığının yakın şâhidiyim. Rahmetli Rıza Bekin Paşamız da çok gayretli idi.
Günümüzdeki sükûneti nasıl yorumlamak gerekir?
Prof. Avşar: Aslında sükûnet sâdece Türkiye’de söz konusu. Bunda da Doğu Türkistan dâvâsındaki karizmatik liderliğin ortaya çıkmaması başlıca etkendir kanaatindeyim. Diğer yandan, çok sayıda teşkilatın ortaya çıkması ve dâvânın yürütülmesindeki çok başlılık da etkiyi azaltan sebeplerden biri olmuştur denilebilir. Bunun yanı sıra dünyâdaki ve etrafımızdaki gelişmeler de Türkiye’nin dış politikasını etkilemiş, bundan da en çok yararlanan ülkelerden biri Çin olmuştur. Sükûneti böyle de düşünmek sebebin anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Bütün bunların yanı sıra yine de kamuoyu dikkatinden kaçmış olsa da Doğu Türkistanlı teşkilâtlar ve Doğu Türkistan’a gönül verenler elden geldiğince gayret etmekte, dâvâyı her ortamda anlatmaya, hakîkatleri dile getirmeye devam etmektedir. Bunlardan biri de Doğu Türkistan Vakfı’dır.
Çetinoğlu: Müslüman ülkelerin Doğu Türkistan meselesine uzak durmalarının sebeplerini azaltmak mümkün olabilir mi, nasıl?
Prof. Avşar: Elbette, mümkün ama zor bir meseledir demek isterim. Niçin böyle dediğimi Müslüman ülkelerin Kıbrıs ve Karabağ’da nasıl bir politika izlediklerine baktığımızda daha iyi anlamak mümkün olur. Maalesef, Müslüman ülkelerin çoğunun bir Müslümanlar politikası, Müslüman derdi yok. Ama buna rağmen, buyurduğunuz gibi, bıkmadan, usanmadan Doğu Türkistan dâvâsını Müslüman ülke yönetimleri resmî-gayrı resmî seviyelerde anlatmak, Müslüman ülke kamuoylarına ulaşmak, onları olan-bitenden sürekli olarak haberdar etmenin çok önemli olduğu açıktır. Ama burada şunun altını çizmeliyim ki, esas belirleyici tutum Türkiye’nin olacaktır.
Çetinoğlu: Doğu Türkistan meselesi hakkında kamuoyunu bilgilendiren sosyal medya kanalları hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Prof. Avşar: Çok şükür Doğu Türkistan meselesi hakkında kamuoyunu bilgilendirmeye yönelik faaliyet gösteren çok sayıda sosyal medya hesabı olduğunu görüyoruz. Bunları hayata geçirenleri yürekten kutluyor, teşekkür ediyorum. Meselâ bunlardan biri de Doğu Türkistan Vakfı’nın sosyal medya hesaplarıdır. Bunun dışında Doğu Türkistan, Uygur Haber, Mavi Kelebek, Uygur Platformu, Uygur Hareketi, Dünyâ Uygur Kurultayı Vakfı, Milletlerarası Doğu Türkistan STK’lar Birliği, Toplama Kamp Mağdurları gibi sivil toplum teşkilatlarına âit hesaplar olduğu gibi Doğu Türkistan Dâvâsı ile ilgilenen kişilerin şahsî sosyal medya hesaplarından da Doğu Türkistan’daki gelişmeler paylaşılmakta, yazı ve yorumlara yer verilmektedir.
Çetinoğlu: Millî meselelerimizle bağlantılı yazar ve entelektüel şahısların bir kısmı, Doğu Türkistan’ı ‘Sinkiyang’, ‘Sincan’ gibi isimlerle anıyorlar. Onları nâzik ifâdelerle uyaracak bir ekip oluşturulmasında fayda mülâhaza eder misiniz?
Prof. Avşar: Maalesef, en çok yüreğimizi yakan meselelerden biri budur. Öncelikle şunu ifâde etmek isterim ki Doğu Türkistan’a Çinlilerin verdiği isim ‘Sincan’ değil, ‘Şincan’dır. Yani ‘Ş’ ile başlar ve yeni kazanılmış toprak, yeni sınır anlamına gelir. Sincan ise kadim bir Türkçe kelimedir ve Türk dünyâsının birçok yerinde yer adı olarak hâlen kullanılmaktadır. Nitekim Türkiye’de Ankara ve Afyonkarahisar’da ‘Sincan’ adlı yerleşim yerleri varken Azerbaycan’da da ‘Sincan’ ve ‘Sincan Bayat’ adında yerler bulunmaktadır. Ne var ki, Türkiye’de Türk Dünyâsı ile yakından ilgili olan kimi insanlar da dahil olmak üzere pek çok kişi bundan habersizdir ve bu farkı bilmemektedir. Çin de bundan yararlanmakta ve sanki Doğu Türkistan’a Türkiye’de ve Türk Dünyâsında var olan bir ismi verilmiş algısından yararlanmaktadır.
Diğer taraftan özellikle son yıllarda devlet televizyonu ve haber ajansının da Doğu Türkistan demekten kaçınarak ‘Şincan’ kelimesini kullanmaya başlamasıyla neredeyse ülkenin târihî adı unutulur bir duruma gelmiştir.
Bu konuda en azından bilmeyerek bu ifadeyi kullananlara ulaşılarak gerçeğin ne olduğunun anlatılması elbette faydalı olacaktır.
(İkinci –Son- Bölüm Yarın Yayınlanacaktır)