Ne demişti hadsizin biri: “Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi,
dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir.”
Ya Türklük
düşmanı Pervin Buldan’ın Cumhuriyetimizden bahsederken yaptığı hezeyanlar: “Cumhuriyetin 99. yıl dönümünü geride
bıraktık. Kuruluşundaki ademi merkeziyetçilik ve demokrasi fikrinin terk
edilerek, yerine Kürtler ve Aleviler başta, tüm farklılıkların ret ve inkarına
dayalı tekçilik sisteminin devreye sokulmasıyla yaşanan 100 yıllık bir yıkım
sürecinden bahsediyoruz”
Seçme
seçilme ve bu şekilde konuşma haklarını dahi Cumhuriyet’in kazanımlarından alan
bu hainlerin aslında tek hedefi Türk Milletinin bizatihi kendisidir.
Her
fırsatta Cumhuriyeti ve Türk milletini hedef tahtasına oturtanlar, yeri
geldiğinde kaçış merkezi olarak Osmanlıya sığınıyorlar. Sormak isterim Türklük düşmanlarına; Osmanlı döneminde bu ve buna benzer sözleri size söyletirler miydi? En
hafifinden ya Malta adasına sürülür, ya da böylelerinin kelleleri kılıç
darbesiyle uçurulurdu.
Son
yirmi yılda devlet veya devletin kurumlarına yapılmadık hakaret kalmadı ama bu
hakaretler her seferinde karşılıksız kaldı.
Oysaki
kişiye yapılan haksızlıklar, hakaretler veya suçlar affedilebilir ama dünyanın
hiçbir yerinde devlete karşı işlenen suçlar ve hakaretler asla affedilmez, affedilemez.
2004’ten
itibaren Türk yargısını FETÖ’ye teslim eden, FETÖ’cü savcının altına zırhlı
araç verip aynı zamanda davanın savcılığına soyunanlar yüzünden Türk Ordusuna
kurulan Ergenekon kumpasları neticesinde Silivri de tutsak edilen, ordudan
atılan, iftira ve suçlamalardan dolayı canına kıyan subayların hesabını kimler
verecek?
Adına
çözüm süreci dedikleri ama aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin çözülme süreci
olarak tarihe geçen ve bu arada sayıları sekiz yüzü aşan şehitlerimizin herhalde
sorumluları olması gerek. Peki kim bunlar?
Bu
suçlamalar zincirini daha fazla uzatmak istemiyorum. Yalnız Avrupa ülkelerinin
bazı devlet adamı ve liderlerinden bazı örnekler verip, acaba bizim
liderlerimizle aralarında ne gibi fark var dilerseniz onlara bir bakalım.
1960
ve 70’li yıllarda Başbakanlık yapmış Almanya’nın efsane Başbakanı Willy Brandt,
1974 yılında özel kalem müdürünün Doğu Almanya casusu olduğu iddia edilince
Başbakanlık görevinden istifa etti.
Bizde ise uyuşturucu çeteleriyle
boy boy resimler çektiren bakanlar, para kutularından çıkan dolarlarıyla
ünlenen Büyükelçiler, beyt-ül mala çöken Milletvekilleri…Maşallah hepsi yerli
yerinde hiçbir şey olmamış gibi halâ görevlerinin başındalar.
1982
Yılında Arjantin Falkland adalarını işgal edince İngiliz başbakanı Margret Thatcher,
adaların geri alınması için İngiliz ordusuyla birlikte oğlunu da asker olarak
Falkland adalarına gönderdi.
Bizimkiler bırakın evlatlarını savaşa
göndermeyi, askere gitmemeleri için çocuklarına çürük raporu alıyorlar.
İngiltere
eski Başbakanı Boris Johnson, Pandemi döneminde Başbakanlık ofisinde kendisi
için verilen doğum günü partisine katıldığı için gelen yoğun baskılar
neticesinde istifa etmek zorunla kalıyor. Ayrıca Kendi hükümetinin koyduğu
sosyal etkinlik kurallarını çiğnediği için polis tarafından para cezasına
çarptırılıyor.
Boris
Johnson’dan sonra Başbakanlığa gelen Bayan ise yüksek gelir guruplarına %5’lik
vergi indirimi uygulamasından bahsedince gelen tepkiler üzerine o da istifa
etmek mecburiyetinde kalıyor.
Sanmayın
ki bütün bu örnekleri zevk alarak yazıyorum, aksine içim kan ağlıyor. Türk
Milleti’nin çok güzel hasletleri, devlet olarak kurumlarımız ve kurallarımız
vardı. Her şey, “Çalıyorlar ama
çalışıyorlar” söylemiyle kanıksandı. Hatta bir başbakan: “Nereden buldun yasasını meclise sunalım.”
Dediğinde zamanın Cumhurbaşkanı: “Partinizde
ilçe başkanlığı yapacak adam bulamazsınız.” Diye önergeyi engellemiştir.
Sağlıklı
kalın