Önemli Konular

101

Nevruz

Haftada bir yazdığınız zaman ve hele bazen bunu da geçirdiğiniz zaman ister istemez konular gecikiyor. O halde daha sık yaz diyenler oluyor, ama, o da kolay bir iş değil elbette.  Hep gıpta ederim, her gün gazete yazısı yazan, hele bir de GERÇEKTEN yazanlara.

Bu girişi şunun için yaptım: bu hafta birden fazla konuya girmek zorundayım.

Önce, geç kalan şu NEVRUZ meselesini konuşalım.  Devlet bugüne kadar Nevruz’u bilmiyormuş, bugün kasten sahip çıkmaya çalışıyormuş.

Hayır! Asla böyle bir şey yoktur.

Osmanlı Devletimiz 1826 yılına kadar Nevruz’u kutlamaktaydı. Yeniçeriliğin kaldırılışı ile birlikte bu kutlama yavaş yavaş ortadan kalktı.

1922 yılında Mustafa Kemal ATATÜRK, yeniden çadırda Nevruz’u kutlama başladı. Ancak o kutlamalar da kesintiye uğradı.

Ancak, Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan TÜRK CUMHURİYETLERİNİN ilk yaptıkları işlerden biri Nevruz’u Millî bayram olarak kabul etmek olunca, devletimiz yeniden tarihini ve Türk Milletinin dününü hatırlamaya başladı.

Konunun çok özeti budur.

Şehitlik

Dinimizin ve milli değerlerimizin en önemli özelliklerinden biri ŞEHİTLİK mertebesidir. Bu mertebeyi sulandıran, karıştıran ve önüne gelen herkese uygulamayı düşünen bir kafadan nasıl bir milli ve manevi değerlere uymayı bekleyebiliriz?

Doğrusu ben çok şaşırıyorum.

Kaçakçıya, kutsal değerler uğruna ölmeyen gayrı müslüme ŞEHİTLİK mertebesi vermeyi düşünen kafalarla nasıl uyuşabiliriz?

Ortalama bir Müslüman Türk insanının bu soruları mutlaka sorması gerektir.

 4×3 Geldi

Bir süreden beri Millî eğitimde yapılan değişikliği konuşuyoruz.

Getirenler soruyor; çocuklarımız dinini öğrenecekler, kötü mü?

Ben de cevap veriyorum: Hayır hiç de kötü değil.

Ancak, ben başka bir soru soruyorum.

Kesintisiz 8 yıl yapanlar, yani 28 Şubatı yapanlar bugün nerede? Neden o kararları aldılar? Daha üzerinden 15 sene geçmeden bugün toplumun ve ülkenin geldiği noktayı neden hesaplamadılar? Yoksa, ülke ve toplum bugüne gelsin diye mi yaptılar? 28 Şubat acayipliğinden bugün kim yararlanmaktadır? Dünyayı ve dolayısıyla Türkiye’yi yönlendirmeye çalışan güçler böyle mi istemişti?

Bu soruların da cevabını vermek gerekiyor ve bu cevapları ararken rahmetli ERBAKAN’ın son zamanlarda söylediklerini de göz önüne almak gerektir.

Yoksa, bir danışıklı dövüşle karşı karşıya mıyız?

Şimdi gelelim 12 Eylülü yargılamaya:

12 Eylülü yargılayalım, yargılamasına da, 28 Şubatı – yukarıda sorduğum sorular ışığında – ve hatta 27 Nisan 2007 Muhtırasını yargılamayalım mı?

1982 Anayasa halkoylamasında yüzde 92,5 oy veren bizleri nereye koyalım?

12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan günlerini yaşatanların gerisinde “bizim çocuklar” diyenlerin olduğunu biliyorsak, bunları nereye koyalım?

Fiiliyata geçmemiş darbeleri(!) yapanları sürüm sürüm süründürmeye gücümüz yeterken, yukarıda adı geçen tarihlerin faillerine bugüne kadar neden gücümüz yetmedi?

İşte çok önemli konular bunlar.

Yoksa bütün yapılanlar, TÜRKSÜZ bir ANAYASA yapabilmek ve insanımızın gözünü açmamak için zemin hazırlamak mı?