Eser bırakma dürtüsü insanın fıtratında var. Doğurma özelliğinden yoksun bir kadının, doğum yapamayarak bir eser bırakamama sıkıntısı, bir ömür boyu cehennem azabı yaşatır ona. Ürünüyle, kendi varlığını kanıtlamak, onunla övünmek, her canlıda mevcut. Evlat gibi bir eser bırakmayan insanlara birtakım yaralayıcı sıfatlar kullanıyor bu toplum.
Karşılaştığım insanlardan bazılarının bugünlerde, bir şeyler yapmak adına, projeler ürettiklerine, zihin çalışması yaptıklarına şahit oluyorum. Kişilerin her biri, samimi. Ortaya getirdikleri teklifler, bir ıstırabın nedeni, bir boşluğun sonucu. Şüphesiz, boşluğu doldurmak, ıstırabı dindirmek istiyor bu insanlar, borçlu hissettikleri toprağın kendilerine yüklediği sorumluluk duygusuyla. Dillendirilen tekliflerin bazıları kısa, bazıları uzun vadeli; bazıları olabilirlik özelliği taşırken bazıları oldukça uçuk.
Değişik meslek dallarından, kültür gruplarından gelen farklı yaş seviyesindeki insanların önerileri, kişilerin kendileri ve ülkesi adına hissettikleri ıstırabın şiddetini, samimiyetini yansıtıyor. Kişilerin belki kendi adına beklentileri de var. Ancak mahalle yanarken kişinin kendi evindeki eşyalarının derdine düşmesi doğru olmaz. Bir süre sonra yangın onun evine ulaşacaktır veya ulaşmıştır da onun haberi yoktur. Yapılacak işte zaman, birikim, konjonktür, finans; önemli enstrümanlardır. Bütün bunlar, doğru tespit edilip doğru değerlendirilirse doğru ve etkin sonuçlar alınabilinir.
Sivilleşme, eğitimdeki eksikleri giderme; sağlıktaki, şehir mimarisindeki yanlışlıkları ıslah etme adına faaliyetler yapılabilinir. Biz beğenelim ya da beğenmeyelim, bunları yapan insanlar, örgütler var. Bizim temel eksiğimiz, nitelikli insan yokluğudur. Bu eksiklik kendini her an hissettirdiği halde bunun farkında değiliz. Yetenekli nice insan, bu eğitim sistemi içinde, medya bombardımanı altında yok olup gitmektedir. Temiz duygular, üstün yetenekler, fıtratımızdaki insani değerlerimiz; kuşatıldığımız anaforda tersyüz olmaktadır. Gençler, bitmeyen türbülansta, şaşkın ördekler durumuna düşürülmektedir. Güvensizlik, çevresine karşı sevgisizlik ve saygısızlık, gününü ve yarınını önemsememe, dününü küçümseme, boş vermişlik, sözünde durmazlık; gençlerimizin karakteri haline gelmiş. Bunun farkında değiliz, ne kadar acı.
İnsan, her şeyin merkezidir. Sanayinin, turizmin, sağlığın, çevrenin, geçmişin ve geleceğin merkezi de mimarı da insandır. Eksantriği bozuk bir dünyada sadaka-i cariye hükmünde bir şeyler yapılmak isteniyorsa işe insanla başlanmalıdır. Eksiğimiz; model insan, kurucu insan yokluğudur. Liyakati yüksek bir insanın, toplumlar üzerinde ne kadar etkili olabildiğine tarih şahittir. Peygamberler, toplumlarda büyük değişimlere imza atan örnek şahsiyetlerdir.
Derse giriş ve dersten çıkışları zilin yönlendirdiği, bir sürü yaklaşımıyla toplu eğitimin yapıldığı mevcut sistemde, çağı yönlendirecek, çağlar üstü insan yetiştirmek mümkün değildir. Her insan bir dünyadır, değerdir. Sürü içinde kaybolan cevherler, insanlık adına kayıptır. Suç, kaybolan cevherin değil, onu kaybedenindir. İnsanlık adına taşıdığımız kaygıda samimiysek, var olan cevherleri keşfedip değerlendirmeyi kutlu görevimiz kabul etmeliyiz. Devlet ideolojisiyle, devletin insana yaklaşım tarzıyla çağların mimarı olabilecek, kurucu insan yetiştirmenin mümkün olamayacağı artık anlaşılmıştır.
Yetiştiği çevreye karşı vefa duygusu hisseden, gelecek nesillere karşı borçlu olduğuna inanan, samimi, duyarlı kişilerin yapması gereken öncelikli iş, insana yatırımdır. İnsanımızı önce kurtarmak sonra değerlendirmek, değişmez ülkümüz olmalıdır. Düşünceler bunun üzerine yoğunlaşmalı, zaman ve imkanlar bunun üzerine harcanmalıdır. Yol haritaları, ihtiyacımız olan insanı yetiştirme üzerine çizilmelidir. Her türlü bağnazlıktan uzak, ideoloji bataklığına düşmemiş, özgün ve özgür düşünebilen, zekasını akla dönüştürebilen, aklını emanet eden değil onun sorumluluğunu taşıyan, seciyesi yüksek insana, hem bu ülkenin hem insanlığın acil ihtiyacı vardır. Bu insan profilini Necip Fazıl, Gençliğe Hitabe’sinde şöyle çiziyor: “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik… Kökü ezelde ve dalı ebette bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik… ‘Kim var? ‘ diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ‘ben varım! ‘ cevabını verici, her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur! ‘ fikrini besleyici bir dava ahlâkına kaynak bir gençlik… Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispetle usule, stratejiye uygun bir gençlik..
Böyle bir nesil ve insanlık, hayal de olsa güzel. “Hayali cihana değer.” demiş şair.