1789
Fransız İhtilâli’nin dünya gündemine getirdiği kavramların başında “milliyetçilik”
gelir. Kısa sürede bütün Avrupa’yı etkileyen bu kavram, feodal ve monarşik
yapıları sarsarak millî devletlerin oluşumuna zemin hazırladı. Ondokuzuncu
yüzyılın ilk yarısında Yunanistan’ın ayrılmasıyla bu rüzgârdan etkilenen
Osmanlı İmparatorluğu, ikinci yarıda bütün Balkanların bu etki alanına
girmesiyle siyasi yapısında büyük sarsıntılar yaşamaya başladı. İşte Ömer
Seyfettin (11 Mart 1884- 6 Mart 1920), Balkan kavimlerinin milliyetçilik ve
bağımsızlık mücadelelerinin doruk noktasına çıktığı ve Balkan komitacılarının
Türk ve Müslümanlara en ağır zulümleri reva gördüğü bir dönemde dünyaya geldi.
Ömer Seyfettin’in 1884’te Gönen’de
başlayan hayat macerası, 1903’te başlayan askerlik hayatıyla yeni bir mecraya
kavuştu. 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra önce III. Ordu’nun
Selânik’teki nizamiye taburlarından birine, ardından da, iki yıl kalacağı
Makedonya hudutlarındaki Yakorit Bölüğü’ne komutan olarak görevlendirilmesi,
Ömer Seyfettin’in ruhunda var olan milliyetçilik duygusunun gelişip
serpilmesine yol açtı. Dilde sadeleşme cereyanına gönül veren yazar Ali Canip’e
1910 yılında yazdığı bir mektupta “Geliniz Canip Bey, edebiyatta, lisanda bir
ihtilâl vücuda getirelim” diyerek dil ve edebiyat alanında açacağı milli
çığırın sinyalini veriyordu.[1]
Ömer Seyfettin, Türk toplumunca
millî, tarihî ve sosyal temalı hikayeleri ile usta bir hikaye yazarı olarak
tanınır. Fakat o, sadece bir hikayeci değil, aynı zamanda şair, eğitimci,
orijinal görüşleri olan bir sosyolog, bir fikir adamı ve bir dil inkılâpçısı idi.
Onun bütün eserlerinde ve düşüncelerinde temayüz eden, milliyetçi kimliğidir.
Onun milliyetçiliği, Türk milletini bütün özellikleriyle tanıyan ve kucaklayan,
gerçekçi ve ölçüleri sağlam bir milliyetçilik anlayışıdır.
Ömer Seyfettin’in milliyetçiliğini
üç ayrı bölümde inceleyebiliriz: Dil milliyetçiliği (Türkçeciliği), Edebî milliyetçiliği,
Siyasi ve fikrî milliyetçiliği.
Biz bu
yazımızda özellikle Ömer Seyfettin’in Dil milliyetçiliği (Türkçeciliği) ve
Edebî milliyetçiliği üzerinde duracağız. Tanzimat’la birlikte güçlenen dilde
sadeleşme faaliyetlerini sistemli ve somut bir biçimde fikrî platforma taşıyan
Ömer Seyfettin’dir. 11 Nisan 1911’de Genç Kalemler Mecmuası’nın 2. Cilt 1.
Sayısı’nda yer alan “Yeni Lisan” makalesi, millî dile dönüşün manifestosudur. [2]
Yeni Lisan Hareketi’nin ilkeleri şunlardır:
a. Yazı
dilini konuşma diline yaklaştırmak;
İstanbul Türkçesi ile yazmak; yani konuşma dilinden yeni bir yazı dili
meydana getirmek,
b. Dilimizdeki
Arapça ve Farsça gramer kurallarını kullanmamak, bu kurallarla yapılan isim ve
sıfat tamlamalarını-bazı istisnalar dışında-kullanmamak;
c. Dilimizde
kullanılan Arapça ve Farsça kelimelerle kurulan isim ve sıfat tamlamalarını
Türkçe kurallarına göre yapmak,
d. “Şayed,
amma, lâkin, hemen, henüz, yani” gibi konuşma diline geçmiş olan Türkçeleşmiş
edatlar dışında Arapça ve Farsça edatlar kullanmamak,
e. Arapça
ve Farsça kelimeler içinde halk dilinde telaffuzu değişmiş olanları, yazı
dilinde bu değişik şekilleriyle kullanmak; “kalabalık, hoca” gibi. Buna
karşılık “güneş” varken “şems”, “ay” varken “kamer” kelimesini kullanmamak,
f. Arapça
ve Farsça kelimeleri Türkçede söylendikleri gibi yazmak; ilmî terimler dışında
Arapça ve Farsça kelime kullanmamak,
g. Bu
ilkelerden hareketle millî bir dil ve millî bir edebiyat meydana getirmek.
Edebiyat mahfillerinde büyük tartışmalara sebep olan “Yeni
Lisan” makalesindeki fikirler, kısa bir süre sonra geniş bir taraftar kitlesi
bularak Millî Edebiyat çığırının açılmasında öncü rolü oynadı. Ömer Seyfettin,
millî bir edebiyat meydana getirmek için, önce millî bir dilin ortaya çıkması
gerektiğini belirtmiştir. Ona göre, eski dil hastaydı ve bu hastalığın sebebi
de içindeki lüzumsuz ve yabancı kaidelerdi.
Ömer Seyfettin’e göre milli mefkûre (ülkü) üç sevginin
birleşmesinden meydana gelir: Dil sevgisi, millet ve din sevgisi, vatan
sevgisi. Yazar, Türk milletinden olmayı da şöyle tarif eder: ”Türkçe konuşan
bütün Müslümanlar, Türk milletindendir.” Milleti de “aynı dili konuşan ve
dinleri bir olan bütün insanlar” diye tarif eder.[3]
Ömer Seyfettin, dili manevi bir vatana benzetir. Bu vatan
bozulursa ne milet kalır, ne devlet… Ona göre, “Milliyetimiz nasıl Türklük,
vatanımız nasıl Türkiye ise, lisanımız da Türkçedir. Türkçe bizim manevi ve
mukaddes vatanımızdır. Bu manevi vatanın istiklâli, kuvveti, resmî ve millî
vatanımızın istiklâlinden daha mühimdir.[4]
Ömer Seyfeddin “Yeni Lisan” makalesinde “milli dil” kadar
“millî edebiyat” ve “edebiyatın milliliği” meselesi üzerinde de durmuştur. Ona
göre, bu makalenin yayınlandığı tarihe kadar (1911) millî bir edebiyatımız
yoktur. “Olanlar da muharebe ve tasavvuf tasvirlerinden ve iptidaî şarkılardan
ibarettir. Görülüyor ki, şimdiye kadar millî bir edebiyat vücuda
getirememişiz…”
Ömer Seyfettin Türk milletinin yavaş yavaş “ yeni bir
hayata ve yeni bir intibah devresine” girdiği kanaatindedir. Bu sebeple, “Biz
bütün bu karanlıklardan uzak, hür ve müstakil, ilim ve edebiyat için
çalışacağız. Gayemiz millî lisan, millî bir edebiyat vücuda getirmek
olacaktır.” [5]
“Millî edebiyat şekilce, lisanca, manaca bizim hususiyetlerimize hâiz
bulunacaktı. Milli veznimiz hece usulü idi. Milli lisanımız bütün Türklüğün
dimağı olan İstanbul’da her gün konuştuğumuz lehçe idi. Edebiyatımızın başka
milletlerin edebiyatlarına benzemeyen hususiyetleri ancak bize ait
sayılabilirdi”. [6]
Ömer Seyfettin, “milli edebiyat” oluşturabilmek için üç
unsuru esas alıyordu:
a) Dil ve
anlatımda, milli dil ve sade üslûp kullanmak,
b) Konuları
millî tarih ve milli coğrafyadan seçmek.
c) Şiirde
millî ölçü olan heceyi kullanmak.
O, “edebiyatsız edebiyat yapmak” istiyordu. Yani edebî
eserleri; lüzumsuz söz, şekil, mecaz ve hayal sanatlarıyla süslemeden, parlak
cümleler kullanmadan yazmak düşüncesindeydi. Bunu da başardı. Ahmet Midhat
Efendi’den sonra Türk halkına okumayı en çok sevdiren yazarlardan biridir.
Çünkü o, dilini konuşulan halk Türkçesinden, konularını millî tarihimizden ve
toplum hayatımızdan alıyordu.
Ömer Seyfettin, hikâyeciliğimizde bir dönüm noktasıdır.
Ondan önce de hikaye yazan yazarlarımız vardı, ama dilleri sürçüyordu ve edebî
endişelerden arınamıyorlardı. Dili, deyişi, konuları “Türk” olan hikayeyi Ömer
Seyfettin’e borçluyuz. O, sanatıyla ülküsünü birleştirmiş bir sanatçıydı. Onun
ülküsü, milliyetçilik ülküsüydü. “Mademki Türküz, o halde Türk gibi görür, bir
Türk gibi düşünür, bir Türk gibi duyarız ve bir Türk gibi yazarız.”
Ömer Seyfettin, otuz
altı yıllık kısa ömrünü, Türk milletinin kaderini değiştirecek, dil, edebiyat
ve siyaset alanlarındaki düşünceler ve eserlerle doldurmuştur. O, bu
özellikleri ve hassasiyetleri ile milli dilden sonra, Millî Edebiyat’ın da
temelini atan kişidir. Milli Edebiyat akımının diğer yazarları ile birlikte
Milli Mücadele’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin manevi mimarları arasında yer
almıştır. Milli dil ve Milli Edebiyat’ın kurucusudur. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
[1]
Ali Canib Yöntem, Ömer Seyfeddin ,
İst. 1947, s.11
[2]
“Yeni Lisan” makalesinin tam metni
için Ali Canip Yöntem’in adı geçen eserine bakınız.
[3]
Ömer Seyfeddin, Türklük Ülküsü (Hz. Sakin Öner), 2. Baskı, İstanbul 1977.
[4]
Ömer Seyfeddin, “Türkçeye Karşı
Enderunca” Türk Sözü dergisi, yıl 1, S. 4, 1 Mayıs 1330/1914
[5]
Ömer Seyfeddin, Bütün Eserleri Makaleler I, Dergah Yay, İst 2001, s. 111
[6]
Ömer Seyfeddin, age., s.369