Oku da, ne okursan oku derler. Oysa bu, ye de ne yersen ye ve nasıl ve ne zaman yersen ye gibi bir şey. İnsanı, mide fesadına götürür. Neyi, ne zaman nasıl yemek çok önemli olduğu gibi, neyi okumak lâzım geldiğini bilmek de o nisbette mühimdir. Manevî midemiz için o kadar ehemmiyetlidir.
Üstelik bir adet maddî midemize karşılık; akıl, fikir, dimağ, hâfıza, düşünce, tefekkür gibi bir çok manevî midelerimiz de var. Kaldı ki bunlar doymak bilmez. Bu da insanın, ebede namzet oluşuna, bir işaret olsa gerek. Neyse, bu başka bir mes’ele.
Yenen şeyler, nasıl bütün vücûdu alâkadar ediyorsa; okunanlar da, o nispette, tüm işlerimizi ilgilendiriyor demektir. Fakat iş, bu kadarla bitmiyor. İşin içinde, bir de okumayı okumak var. Evvelemirde, okumayı öğrenmek ve bilmek zorundayız.
Kâinatta her şey, küçük büyük, birer kitaptan başka bir şey değil. Kâinatta her şey, küçük büyük birer mektûptan ibaret. Demek ki bütün bunları okuyacak, okuması gereken biri var.
Kendisi de çok yönlü, içiçe bir kütüphâne hükmünde olan insandan başka kim olabilir bu? Her mânâ, birer zarf içinde. Âdeta görünmez mürekkeple yazılan mânâ yâni mazrûf; maddenin mânâsını teşkil edip, maddenin oluş keyfiyetini meydana getiriyor.
Nitekim kâinattan bahseden tüm ilimler; küçük büyük maddelerden oluşarak somutlaşmış ve yoğunlaşmış olan kâinat kitabının mânâlarından başka nedir?
Peki, nedir öyleyse derseniz, okumayı da okumak?
Okumanın okunmasıdır, ona nice mânâ dokumak.
Seyir de okumadır. Tefekkür etmek / düşünmek de bir okuma.
Sonunda, bir anlam kazandıran her şey, okumaya girer. Okunmuş yâni anlaşılmış olur.
Demek ki anlamış olmak, okumuş olmanın bir sonucudur. Öyleyse anlamak; o şeyin okunması, okunmuş olması sayılır. Fakat bununla da okuma bitmiş olmuyor.
Kâinat sayfasında fiil var. İş var. Hareket var. Vasıflanma / nitelenme var. İsimlenme / adlanma var.
Bu durumda fiil, fâili; iş, yapanı; hareket, harekete geçireni; vasıflanma, vasıflandıranı; isimlendirme isim vereni gösteriyor.
Böylece rastlantı ve tesadüf ortadan kalkıyor. Bir köyün muhtarsız, bir iğnenin ustasız olamıyacağı gerçeği anlaşılıyor. İşte bu çeşit fikir yürütüş, mantığı çalıştırır; asıl okumanın ta kendisi olur. Çünkü bu; okumayı okumadır.
İşte, bu şekil oluşumlardan mânâya geçişler, asıl okumadır. İşte madde; bilen, irade eden / isteyen ve bunun için güç / kuvvet kullanan birinin; isim ve sıfatlarının somutlaşmış olarak görünüşe geçmesi, görünüş hâlini almasıdır.
İşte bunu idrâk ve derk etmek yâni bunun bilincine varmak; gerçek okuyuşun ta kendisidir. İşte bu tarz düşünüş; asıl okumadan murad ve maksadın ne olması lâzım geldiğini de ortaya koymaktadır.
X
Aslında kâinat kütüphanesinde bulunan kitaplardan biriyiz sadece. Ama şâheser / başyapıt olarak. Öteki kitapları da okuyan olarak. Hem kendi, hem diğer kitapların varlığından da haberdar olarak. Onları bir yazan olduğu düşüncesine vararak; varlık kitapları arasında baş köşeye kurulmuş olarak be canlar! İşte işin püf noktası da zaten bu be dostlar!
2011
Kitapların farkında olan; şuurlu, bilinçli bir kitabız be dostlar! Gören, duyan, bilen, anlıyan, üstelik hareket eden bir kitap. Tabii kâtibi yâni yazanı da unutmaması gerektiğini bilen kitabız be canlar!
X
Ama ne kitap; vasfına kelime bulunmayan tek kitap
Her şey, binbir yüklü kitap olan insana, ediyor hitap
Daha ne duruyorsun ey kardeş, bununla bitmiyor bu hesap
Ey Ademoğlu, kendine gel, çünkü muhatapsın sen muhatap
Bu başkalık sende çağrıştırmıyor mu hiç, asîlce bir his?
Gelmiyor mu aklına hiç, Hak katından İlahî bir bahis?
Zaten kitaplar, söze dönüşmüş, her çeşit hayat ve eşya
Bu durumda, maddeyle harf, elbette birbiriyle kardeş ya