Bir gurup lise talebesi bahar mevsiminin bir hafta sonunda, edebiyat hocalarının nezaretinde piknik yapmak, kır havası almak, hoşça vakit geçirmek, şehir dışındaki, şehre nazır bir tepenin eteklerinde baharın tadını çıkarmaya başladılar.
Güldüler, oynadılar, yoruldular, ağaçların gölgeleri altında dinlenmeye çekildiler.
Edebiyat hocası dağınık olarak oturan talebeleri bir bir dolaşarak, bir şeye dikkatlerini çekmeye başladı.
Ellerinde herhangi bir kitapları olmadığı hâlde, samimî bir üslûpla, yumuşak bir ses tonuyla, onları okumaya teşvik etti.
Talebelerin; tabiatın güzel, renkli ve hareketli manzaralarını seyretmelerini isterken; onları intibaha getirip uyarmaya, dikkatsizlikten kaçınmaya, OKUMAMA GAFLETİNDEN uyandırmaya çalıştı.
Liseliler, hocalarının bu gayretkeşliğini bir türlü anlayamadılar! İkide bir okumaktan bahseden hocaları, piknikte olduklarını sanki bilmezden gelerek, ha bire ‘Gençler! Okuyun da okuyun!’ deyip durmasına bir mânâ veremediler.
Öğretmen, talebelerinin ne demek istediğini anlamamaları karşısında, onların, kendi etrafında kümelenmelerini ve toplanmalarını istedi. Ve şöyle bir konuşma yaptı:
“Arkadaşlar! Dedi. Okumak sadece bilinen kitapları okumaktan ibaret değil.
İçinde bulunduğumuz kâinatta; tabiatı teşkil eden canlı cansız tüm varlıkların seyrini de, bir çeşit okuma bilmeli.
Sadece, rûhsuz kuru bir bakıştan zevk almak sanmamalı.
Çünkü, sırf bununla yetinmek; sadece biraz malûmat sahibi olmak demektir.
Fakat yapılandan yapana, fiilden fâile / fiili yapana, nakıştan nakkaşa / nakşı işleyene geçildiği takdirde; onlara sadece kendileri için değil de, delâlet ettikleri mânâlar için bakıldığı vakit; işte asıl o zaman onları da okumuş, onları da okunacak kitaplar arasına katmış oluruz ki, işte bu ilimdir.
Evet değerli gençler! Okumaktan asıl kastımız işte ancak bu olmalı.
Zaten okumak deyince, işte bu ince keyfiyet anlaşılmalı değil mi be gençler?
Yoksa, böyle bir akıl yürütmeden mahrum kalırsak; bakış ve seyirden, ancak küçük bir malûmat edinmiş oluruz ki, hepsi o kadar!
Evet sevgili gençler! Kâinat koskoca bir okul. Bizler de öğrenci. Kâinat ve içindeki küçük büyük sayısız varlıkları; küçük büyük birer kitap ve kitapçıklar olarak algılamalıyız.
Aynı zamanda varlıkların her birini,
Bizler için fahrî birer öğretmen olarak kabul etmeli.
Bizlerin eğitimini sağlayan gönüllü birer eğitim neferleri olarak görmeli. Kısaca:
Eserde ustayı,
Yapıda mimarı,
İnsanda rûhu,
Varlıkta;
Her şeyin yaratıcısı olan
Yüce Allah’ı;
Görmek,
Bilmek,
Anlamak ve
İstediği şekilde olmanın;
Sırrına ermeyi;
Gayelerin gâyesi,
Hakîkatlerin mâyesi;
Bilmek gerektir.
Vesselâm.”