Okuma Vakti, Her Zaman

107

Kafanızın durduğu, bakışlarınızın donuklaştığı, hareketlerinizin kontrolünüzden çıktığı zamanlar olur. Seyredersiniz uzakları boş gözlerle. Baktığınız yerlerde ne gördüğünüzün farkında değilsinizdir. Söyleneni duymazsınız, okuduğunuzu anlamazsınız. Yediğinizden, içtiğinizden bir tat alamazsınız böyle zamanlarda. Tuttuğunuzu hissetmez, üşüdüğünüzü fark etmezsiniz. Ne gök mavi ne ağaç yeşil ne bayrak kırmızıdır. Her şey fulüdür.


Bir sevgi, bir öfke sözcüğü; bir yakınma, bir sitem, bir hayıflanma cümlesi, bir şey anlatmaz size. Bütün sözcükler, bütün cümleler, birer mırıldanma, birer gürültü kirliliğidir.


Yılgınlıktır, bezginliktir, usanmışlıktır, ruh halinizin adı. Umutlarınız tükenmiştir, hayalleriniz kırılmıştır, beklentileriniz gerçekleşmemiştir. Dostlarınız anlamaz sizi. Size karşı bakışlar, başka anlamlar yüklenmiştir. Doğan gün, kaybolan günden farksızdır artık. Geçen zaman, beyhude akan su gibidir size göre.


Olayların içinde kaybolmamayı biliyor, inancınızı kaybetmiyor, okuyarak birikiminizi artırıyorsanız, esiri olmaktan kurtulabilirsiniz yaşadıklarınızın. Sürekli okumak, okuduklarını derinlemesine tefekkür etmek gerek, böyle durumlardan kurtulabilmek için. Baharda açan sarı çiçek, “Benim açmama gerek yok, nasıl olsa üzerime basacaklar.” demez hiçbir zaman. Üzerine basılacak olsa da bir kış boyu kendini baharın ılık günlerine hazırlar. Üzerine basılsa da o yine yandan, kenardan, köşeden büyümeye çalışır toprağından, fıtratından aldığı güçle. Bir inançtır, varlığını ispattır, ibret alınacak eylemdir onunki.


Lokman Hekim’i duymayanımız yoktur. O, hem hekimdir hem bilgedir. Bilgece sözleri, nükteleri, tavsiyeleri dilden dile dolaşmaktadır yaşadığı dönemde. Kendisi, siyahîdir. Avamdan Hekim’in şöhretini duyan, kendisine hayran bir kişi gelir bir gün ziyaretine. Ziyaretçi, bakar ki gördüğü, eciş bücüş siyahî biridir. Nutku tutulur adamın. Adamın şaşkınlığını anlayan Lokman Hekim, “Ne oldu, boyayı mı beğenemedin, boyacıyı mı?” der. Ziyaretçi mahcubiyetten bir şey sormadan ayrılır, gider.


Bu öykücüğü duyduğumda uzun süre düşündüm. “Ne derin hikmet, ne büyük söz ustalığı!” dedim kendi kendime. Hangi inançtır, hangi birikimdir ki insanı ancak bu kadar veciz konuşturur, kişiye haddini bildirir? Söylenen sözün beslendiği kaynak nedir, dünya görüşündeki doğruluk ne kadardır? Bu bilgeyi besleyen toprak nedir, iklim hangisidir ki Lokman Hekim’in önerileri asırlardır tazeliğini koruyor, sözleri, nükteleri insana hayat veriyor, derinliğe götürüyor?


Bir pratik zekâ örneği de Mark Twin’de yakaladım. Okuduğum öykücük şöyle: Ünlü yazar bir gün, güzel bir bayanla karşılaşır. Ona, “Ne kadar güzelsiniz, yeryüzü sizin kadar güzel bir hanımefendiyi henüz ağırlamamıştır.” der. Bu sözlerdeki samimiyetsizliği ve abartıyı hisseden bayan: “Aynı şeyleri ben sizin için söyleyemeyeceğim.” deyince Mark Twin, “Hiç önemi yok, zorlanmayınız, siz de benim gibi yalan söylersiniz, olur biter.” diyerek onurunu kurtarmaya çalışır.


Lokman Hekim ve Mark Twin, ikisi de pratik zekâlı insanlar. Hazırcevap olmaları insanı kendilerine hayran ediyor. Birinde uzun uzun düşünüyorsunuz, diğerine tebessüm edip geçiyorsunuz. Bir derinlik yok son öykücükte. Taş atılan sudaki daireler gibi. İz bırakmıyor dalgalar. Lokman Hekim, tam bir Doğu bilgesi. Amacı, güldürmek değil kişiyi; uzun uzun sorgulatmak. İşin künhüne vakıf olmalarını istiyor insanların. Taşı gediğine koymakla kalmıyor o, aynı zamanda “sözün kılıçtan keskin” olduğunu anlatıyor, anlayanlara. Twin, söz cambazı; Hekim, söz mimarı. Dil, Hekim’de, düşünceleri anlatan, kişiyi hakikate götüren araç; Twin’de bir hokkabazlık gereci.


Ruh halimiz ne olursa olsun, okumak lazım. Okuyunca, anlamlı bulduklarınız sizde derinleşiyor, sizi boğanlar sizden uzaklaşıyor. Kendinizi tedavi ediyorsunuz, insan olmanın hazzına varıyorsunuz. Okuma vakti, sadece şimdi değil, her zaman!