Ülkemizin bir olağanüstü hal içinde olduğu şüphesiz. Hukuki statü olarak OHAL şartlarının uygulanması da kaçınılmaz bir sonuç.
Hükümet OHAL kapsamında kendisine verilen Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisi ile bir dizi kararlar alıp uyguluyor.
Bu kararların bir kısmı özellikle FETÖ üyelerinin tespiti, yargılanması ve terör örgütüne medya ve finans desteği sağladığı kanaatine varılan unsurlarının etkisizleştirilmesine yönelik.
Bu kapsamda 80 binden fazla kamu görevlisi açığa alındı, 5 binden fazlası memuriyetten alındı. 19 bin kişi gözaltına alındı, 11 bini aşan kişi tutuklandı. Gazete ve TV’ler kapatıldı, yazarlar tutuklandı, iş adamları gözaltına alındı, şirketlere el konuldu. Özel okullar, dershaneler devlete devredildi. Şirketlere kayyumlar tayin edildi.
Bu kararların hepsinin haklı ve doğru olduğunu söylemek mümkün değildir. Fakat işin büyüklüğü ve hızlı tedbir alma zarureti sebebiyle OHAL yetkisi kullanılması ve KHK’ler ile tedbirler alınması anlayışla karşılanabilir.
Tabii ki, adil yargılama gereğini hatırlatarak, savunma hakkına riayet edilmesi şartı ve masumiyet karinesini unutmadan. Terör örgütüne kaynak aktaran şirketlerin yanında gözdağı vermek için alakasız şirketlere de kayyum atanmasının tehlikelerine işaret ederek.
*************************************************
Devletin Yeniden Yapılanması KHK’lerle Olmaz
Hükümetin KHK’ler ile aldığı bir kısım kararlar devletin temel kurumlarının yeniden yapılanmasına yönelik.
Devletin yeniden inşasını, kurumların yeniden yapılandırılmasını öngören düzenlemelerin OHAL kanunu ile yapılmasını anlayışla karşılamamız mümkün değil. Bu tür düzenlemeler aceleye getirilmeden, etraflıca tartışarak, muhakkak TBMM’de muhalefetle birlikte uzlaşarak yapılmalıdır.
Bu konuda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu haklı olarak “Bu, darbe girişimini fırsatçılık kabul edip parlamentoyu devre dışı bırakmak olur” diyor.
OHAL ülkenin normal hukuk kuralları ile alacağı tedbirlerin yetersiz kaldığı durumlar için öngörülmüş bir düzendir. Anayasa’daki ifadesiyle “temel hakların ve hürriyetlerin durdurulmasıdır.” Yani hak ve hürriyetlerin kaldırılması değil, belli ölçülerde ve sürelerde “bu hakların kullanılmasının durdurulmasıdır.”
Devletin yeniden yapılandırılması OHAL kapsamında düşünülemez.
- KHK’ler ile devletin yeniden yapılandırılması öncelikle hukuki açıdan doğru değildir:
Anayasa Mahkemesinin (AYM) içtihatlarına göre, “OHAL döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler OHAL süresince geçerlidir. OHAL kalkınca yürürlükten kalkarlar.”
AYM’nin diğer önemli içtihadı ise “OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleri ile yasalarda değişiklik yapılamaz.”
Şimdi bu içtihatlara aykırı KHK’ler çıkarılıyor. Bunlar için “anayasaya aykırılık davası açılması” mümkün değil. Fakat alınan kararların OHAL dönemi bittiğinde uygulanması halinde ciddi hukuki problemler çıkar.
- KHK’ler ile devletin yeniden yapılandırılması siyasi açıdan da doğru değildir.
İktidar ile muhalefet arasında 15 Temmuz sonrası çok olumlu bir diyalog süreci başladı. Böyle bir ortamda “her şeyi ben bilirim” diye KHK’ler ile devleti yeniden yapılandırmak ne kadar doğru olur?
Bunun yerine kurumlardaki uzmanların görüşleri de alınarak, Meclis’te ortak aklı harekete geçirerek çıkarılacak kanunlarla yapmak daha doğru olmaz mı?
Böylece hem daha az hata işlenir ve hem de yapılan düzenlemelerin sorumluluğuna muhalefet de ortak edilmiş olur.
Nitekim bazı düzenlemelerde yapılan hatalar muhalefetin uyarıları da dikkate alınarak geri çekildi. Belediyelere kayyum atanması, Hakkâri ve Şırnak’ın il olmaktan çıkarılıp ilçe yapılması, Rektörlük seçimlerinin kaldırılması ve rektörlerin doğrudan Cumhurbaşkanınca atanması gibi düzenlemelerden vazgeçildi.
İyi de edildi.
**************************************************
Devletin Bütün Bilgileri Ele Geçirilmiş
FETÖ yapılanmasına dair bilgiler açıklandıkça devletimizin içine düşürüldüğü vahim ötesi durum açığa çıkıyor.
Devletin bütün stratejik kurumlarında, özellikle bilgiye erişim yetkisi olan birimlerde, sistemli bir kadrolaşma gerçekleşmiş.
Benim tüylerimi ürperten tespitlerden en önemlisini Hanefi Avcı dile getirdi. Devletin bütün arşivi, geçmişi ile birlikte bugüne dair bütün bilgileri FETÖ’cülerin elinde imiş. Hiçbir devlet görevlisi bu bilgilerin bütününü göremez ama FETÖ yöneticileri bu bilgilerin tamamına vakıf imiş.
FETÖ mensubu olduğu açığa çıkanlar görevlerinden alınmadan, kopyaladıkları mahrem bilgileri devletin arşivinden silmişler. Mesela PKK içine yerleştirilmiş ajanların listesi silindiği için devletimizin bu bilgi kaynakları ile bağı kopmuş.
Yaveri ifadesinde açıkladı: Genelkurmay Başkanının bütün konuşmaları kayıt altına alınmış.
Bugün devleti yönetenlerin de ifade ettiği bir başka gerçeği, FETÖ’nün ABD istihbaratının bir maşası olduğunu dikkate alalım.
Bu demektir ki, devletin savunmadan, enerjiye, dış politikadan eğitime, sağlıktan istihbarata, adaletten nüfus politikalarımıza, terörle mücadeleden dini teşekküllere kadar her türlü bilgisi ABD’nin eline geçmiş.
Bir devleti yönetmek veya dışarıdan manipüle etmek için en önemli silah bilgidir. Bizim devletimizin sahip olmadığı bize dair bilgilerin, ABD’nin (ve belki de başka devletlerin) elinde olması kadar vahim bir durum olamaz.
*************************************************
Devleti FETÖ’ye Teslim Eden “Devlet Adamları”
İçişleri Bakanı Efkan Ala‘nın 81 il emniyet müdüründen 74’ü, 7 bin istihbaratçıdan 6 bin 500’ünün Fethullahçı olduğuna ilişkin açıklaması içinde bulunduğumuz vahim durumun sadece bir parçası. General ve amirallerin yarısından fazlası, savaş pilotlarının yüzde 70’i, Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanının yaverlerinin, kuvvet komutanlarının emir subaylarının FETÖ’cü olması da büyük resmin bir parçası.
Bunun için tehlike geçmiş değil. Bu bilgilere sahip olan, bunca devşirilmiş ajanı olan yabancı devletler Türkiye’de iç karışıklık çıkartmaktan, ekonomimizi çökertmeye kadar birçok imkâna sahip demektir.
Demokratik bir ülkede işin bu noktaya gelmesine yardımcı olan veya en azından engelleyemeyenlerin hesap vermemesi söz konusu olabilir mi?
Hesap vermeyi bir yana bırakın, bu zat-ı muhteremlerde hala devlet adamı vasfı vehmedilmesini anlamakta güçlük çekiyorum.
***************************************************
Topyekün Saldırı
Elazığ’da, Van’da, Urfa’da alçakça saldırılarda 12 şehit, 251 yaralı, arkasından Cumartesi günü Gaziantep’te bir düğüne yapılan 51 vatandaşımızın ölümüne, 14’ü ağır 91 kişinin yaralanmasına yol açan canlı bomba saldırısı.
FETÖ darbe teşebbüsünün ardından kimisi PKK, kimisi IŞİD tarafından yapılan saldırılar. Merkezi bir planın parçaları izlenimi veren seri eylemler bunlar.
Özellikle;
saldırıların, Elazığ ve Gaziantep gibi, Güneydoğu’da olup da teröre yüz vermemiş illerimizde olması anlamlı.
FETÖ, PKK, IŞİD. Bu örgütlerin hepsinin üstünde bir üst akıl olduğunu, bu üst akılın da Amerika olduğunu hem iktidar ve hem de muhalefet partileri temsilcileri direkt veya dolaylı olarak ifade ediyorlar. Bu ifadelerin bilgiye mi, algıya mı dayalı olduğunu bilmiyoruz.
Ancak Türkiye’nin dış politikadaki eksen değişikliği ile terör saldırıları arasında bir bağ olduğu muhakkak. Ama hangisinin sebep, hangisinin sonuç olduğu tartışmalı.
*****************************************************
Cevabını Bulamadım
15 Temmuz Darbe Teşebbüsü sonrası askerin kışladan çıkamadığı, polisin en güçsüz kaldığı bir dönemdi. Bir ay kadar süreyle Türkiye’nin her yerinde devletin çağrısıyla ve büyük katılımlarla “demokrasi nöbetleri” yapıldı. Çok şükür herhangi bir olay olmadı.
- Terör örgütleri neden bu toplantılara bir saldırıda bulunmadılar?
- Terör karşısında bu kadar riskli bir ortamda iken devletimizi yönetenler bir ay boyunca milyonlarca insanı meydanlarda toplamaya nasıl cesaret edebildiler?
Bu sorulara henüz mantıklı bir cevap bulamadım