O Kedi Buraya Gelecek!

104

Geçen yazılarımızda, IŞİT denilen terör örgütü bahanesiyle başta PKK olmak üzere diğer terör unsurlarının Ortadoğu’da bir güç haline getirilmeye çalışıldığını, Irak ve Suriye’de Türkmenlerin sindirilerek ve yerlerinden – yurtlarından edilerek yok edilmeye çalışıldığını ve bu yolla Türkiye’nin bölgeden silinmeye çalışıldığını belirtmiştik.

Son tahlilde de IŞİT’le savaşıyor bahanesiyle terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD’ye, başta Almanya ve ABD olmak üzere, Batı ülkelerince hafif silahlar, çeşitli mühimmatlar, ağır silahları artık açıktan vermeye başladığına; hatta askeri ve siyasi eğitimleri de PYD adı altında PKK’ye verdiklerine şahit olduk.

Devletimiz ve hükümetimiz bu konuda gerekli uyarıları yapıp, PYD ve PKK’nın aynı şey olduğunu söylemesine rağmen Ayn-el Arap ya da nam-ı diğer Kobani kentinin güya IŞİT’e karşı savunulması için havadan PKK’ya yardım edilmeye devam edildi.

Eee, şimdi düşünelim…

IŞİT’i kim kurdu?

Batı.

PKK’ya güya IŞİT’le savaşması için silahı kim veriyor?

Batı.

Peki PKK kiminle savaşıyor?

Türkiye ile.

Sonuç?

* * *

Eskiden kış geldiğinde PKK’lı teröristler dağlardaki inlerine çekilir, yazın gelmesini beklerlerdi. Yeterli araç, gereç ve donanımları olmadığı için kışın saldırı pek düzenleyemezlerdi. Ama ABD ve Almanya başta olmak üzere Batı ülkelerinin göstere göstere ve Türkiye’nin uyarmasına rağmen yaptığı yardımlar cesaret vermiştir.

Daha dün 3 askerimizi şehrin ortasında kalleşçe şehit edip, bir köy korucumuzu               da elektrik direğine asarak, kurşuna dizip hunharca şehit ettiler.

Sözüm ona şehitlik adını verdikleri maşatlıklarında da açılış yapmaya kalkarak Tunceli’yi de karıştırdılar.

* * *

Bir gün fareye arkadaşları, “Niye kediden bu kadar korkuyorsun ki; sen güçlüsün, kuvvetlisin, çeviksin, zekisin. Kedi sana bir şey yapamaz. Çık dolaş, rahat et, kendini göster”, deyip gaz vermişler…

Bu garibim de onlara inanmış, saklandığı delikten çıkmış ve açıkta gezinmeye başlamış. O köşe senin, bu köşe benim mahallenin orasını, burasını gezmiş, etrafı talan etmiş. Sağı – solu kemirmiş… O sırada bir aslan kükremesi duymuş sanki. İrkilmiş!

Başını kaldırdığında bir de ne görsün? Mahallenin kedisi kendisine doğru koşarak geliyor!

“Sen güçlüsün, kuvvetlisin, çeviksin, zekisin; kedi de neymiş” deyip kendisine gaz verenlere küfrede ede, kaçmaya başlamış. O kaçmış, kedi kovalamış, o kaçmış, kedi kovalamış.

Artık kedinin nefesini ensesinde hissediyormuş.

O sırada karşı köşede duvar kıyında bir aralık görmüş. Son bir gayret ile canını dişine takmış kendini içeri atmış.

Kedi ise dışarıda bekliyor, miyavlaması fareye adeta bir canavar kükremesi gibi geliyormuş.

Gözleri karanlığa alışınca bir de bakmış içeride Alman, İngiliz, Fransız, Rus, Amerikalı ve Çinli fareler ona bakıyor.  Bizimkisi konuşmaya çalışmış; “Ke, ke, kedi. Dış, dış, dışa, dışarıda.” diyebilmiş.

Fareler bakmış garibim korkudan konuşamıyor bile, kalbi sanki yerinden fırlayacak, güm güm atıyor. Amerikalı fare, “Al şu rakıyı iç, rahatlarsın” deyip bir kadeh uzatmış. Farecikte bir dikişte içmiş. Biraz sakinleşir gibi olmuş.

–          Gel demişler, ne oldu hele bir anlat…

Bu, oturmuş bir masaya anlatmaya başlamış. Bu arada kadehlerin bir doluyor, biri boşalıyormuş. Bir, iki, üç derken farecik iyice sarhoş olmuş. En sonunda şişeyi de kafaya dikmiş. Ardından ön patisini masaya vurmuş. Cılız sesiyle bağırmış:

–          O, kedi buraya gelecek!