Nereye Kadar?

184

Artık öyle bir durumdayız ki; her kim hamasî nutuklarla “vatan, bayrak, șehitlik” diye bağırıyorsa, kim din- iman diye ortalığı inletiyorsa orada bir kușku duymamak elde değil. Altından illa ki ya bir yolsuzluk ya da usulsüzlük çıkıyor. Bu nasıl bir yozlașmadır?. Toplum çürümeğe doğru gidiyor. Bir adım ötesi yokoluşa doğru. Seksenli yılların sonlarında, doksanlarda maneviyat yükselen bir değerdi. Millî değerler de öyle. O yıllarda kișinin onuruna, șerefine dokunmak, kurșun yemek gibiydi. Buna izzeti nefis denirdi ve arınmak istenirdi. Kişiliği hakkında îma bile edilse gururuna yediremezdi. Bu değerler nasıl böyle sahte ve çakma bir forma dönüștü, anlamak zor. Haysiyet ve onur kavramları önemsenmeyen, sıradan sözlere dönüștü. Artık yalan, iftira diz boyu. Yalanı-dolanı kınayan da yok. Onurlu duruș adeta saflık, naiflik gibi görülüyor. Böyle temel değerlerden yoksun ve yapanın yanında kalırcasına bencil, güvensiz bir toplumun yarına umudu olabilir mi?. Gençlerin, böylesi muğlak bir ortamda geleceğe dair hayalleri olabilir mi. Artık her șeyin, bütün kavramların yeniden sorgulanması ve tanımlanması gerekiyor.

Sayısal yöntemlerde veri dağılımının düzenli akışı sırasında rutin olmayan, ani ve sert değişimi önemlidir. Bir süreksizlik ya da kırılma noktası olarak yorumlanır. Ortalama değerlerden uzaklaşılır ve kutuplanmalar oluşur. Bunun gibi her toplumda bazı aykırı ve radikal görüşlü kesimler olabilir. Toplumbilimciler bunun nedenlerini araştırırlar. Kısa zamanda söz konusu aykırılıklar, hızlı ve sert eğilimdeyse bunu endişe verici olarak görürler.  Böyle durumlar, yakın gelecekte birer potansiyel tehlike olup, toplumsal kırılmalara zemin hazırlar. Ayrıca kutuplanmaların da nasıl büyük hasarlar verdiğini yașayan bir ülkeyiz.

Bilindiği gibi, ideolojik bağımlılık insanların davranışlarına yön verir. Hangi politik kimliğe, siyasal inanca sahip olursa olsun, bu kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu yapıdaki insanların hayata bakışında gri alan diye bir kavram olmaz. Yani, “ya bizdensiniz, ya da hiç” duruşu yadırganmaz. Bunların dünyasında; zamana göre yorumlama- güncelleme, yenilik, sorgulamalar da olmaz.  Daha çok itaat geleneği ve muhafazakârlık vardır. Söylemler ezberden ve tekrardan ibarettir. Bu nedenle marjinal-keskin davranışlı kesimin gelişimine katkı sağlamış olunur.

Sonuçta eğer, uygar dünyaya dâhil olarak daha mutlu, refah içinde, daha çok üreten ve paylaşan bir ülke olmak isteniyorsa; hukukun üstünlüğü, adaletin tesisi, akıl, ahlak, bilim gibi evrensel değerlere yeniden yönelmek lazım. Özellikle bunca deneyimden sonra, yeni yeni maceralara girme lüksümüz de artık olmamalı. Ayrıca bilinmelidir ki, temelde ahlak yoksa bir toplumun geleceğe güven içinde bakması beklenemez. O nedenle, toplumsal hayatta ahlak etkili değilse, dinin toplum düzenini sağlamada belirli bir etkisi olmayacaktır. Bireysel ahlakla birlikte, toplumsal ahlakın, iș ahlakının, ticari ahlakın, siyasi ahlakın, kamusal ahlakın da yaşaması lazım.  Bunlar olmazsa, kavramlar içi boș retoriklerden öte olmaz. Mesela muhafazakârlık nedir?. Bu toplumda kim, neyi ve nasıl muhafaza ediyor?. Eğer bunca zaman dini bütün ve muhafazakar bir toplum idiysek, bu toplumsal çürümeler neden oldu?. Aile içinde bilmem hangi sapkınlıkla aylarca TV dizileri olacak boyutta.  Bizler de bu durumda, “hamdolsun bir șeyleri muhafaza ettik” diye nasıl deriz. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Her şeyden önce; çağıyla çatışmayan, bilimi ve toplumsal aklı esas alan, daha çok tahammüllü, daha çok demokrat, hür düşünceli ve makul ölçülerde olmak zorundayız. Selam ve sağlıkla.