Bir zamanlar… Mazide… Gazetede her ne varsa ömrü 24 saatti. İster haber olsun ister yorum, fikir yazısı, köşe yazısı… Bir gün sonra, bunların hepsinin yerine yenileri gelir ve gazete bazen kesekâğıdı, bazen raf örtüsü olurdu. Gazetenin saltanatı bir günlüktü, hani Cahit Sıtkı’nın Otuz Beş Yaş şiirindeki bir namazdan az fazla.
Beyin teri, göz nurunuzun ömrü daha uzun olsun istiyorsanız daha dayanıklı, daha uzun vakitli mevkuteler seçmeniz gerekirdi. (Mevkute vakitli demektir zaten- periyodik…) Haftalık, aylık, vs. dergi mesela. Tabii en sağlamı kitap. Kitap ölümsüz gibiydi. Hiç olmazsa mevkutelere kıyasla öyleydi.
Bu hâl, gazete yazarı için hem iyi hem kötüydü. Kötüydü çünkü emeği bir gün sonra yok hükmündeydi. Yazısı kupür olarak ceplerde dolaşmıyorsa tavsiye bile edilse onu görmek için kalkıp gazete biriktiren bir kütüphaneye gitmek gerekirdi. İyiydi. Çünkü ne yazarsa yazsın, ne hata yaparsa yapsın her şey ertesi gün unutulurdu. Her gün çıkan bir genel basın affı gibi.
Tekrar etmek veya etmemek
Çok şükür ve maalesef artık öyle değil. İnternet sayesinde, değil bir gün sonra bir yıl, on yıl sonra da yazdıklarımız o bulutta ikamet etmeye devam ediyor. Kolayca da bulunabiliyor.
Bu yüzdendir köşemi yazmaya her oturuşumda, aklımdaki konuyu daha önce yazmış mıyım diye bakmak gereğini hissediyorum. Gerçi tekrar kötü değilmiş. Şakası da var: Et-tekrarı ahsen velev kaane yüzseksen. Ciddisi de… Değerli bir felsefe hocasına tekrara düşme endişemi anlattığımda, “Felsefe tekrarsız öğretilmez, öğrenilmez.” demişti.
Daha önce neler yazdığımı hatırlamıyor muyum? Vallahi hatırlayana aşk olsun. Sadece Karar’ı alalım. İlk köşe yazım 2020 Ocak ayında yayımlanmış. Kabaca 5 yıl; yılda 100 yazıdan 500 yazı eder. Siz olsanız hatırlayabilir misiniz?
Dünyayı gör-me-mek
Öyleyse bir yazdığımı bir daha yazmayayım. Bu da doğru değil. Hem felsefe hocasının tembihinden ötürü doğru değil hem de internette de dursa, kitaba da geçirseniz unutuluyor. Lincoln’ün aldatmak üzerine dediğine benzeteyim: Bir kişi, bir yazınızı, her zaman hatırlayabilir ama herkes bütün yazılarınızı her zaman hatırlayamaz. Ben eski yazılarımı şöyle bir kuş uçuşu gözden geçirdim. Hatırlanmasını istediğim, insanların ciddiye almasını istediğim, ciddiye almazsak iyi bir geleceğe ulaşamayacağımızı düşündüğüm konulardan birkaçı şunlar:
Yöneticilerin dünyayı olduğu gibi görmesi şarttır. Kafasındaki ideolojinin projeksiyonunu değil gerçeğin gözüne yansıyan şeklini görmelidir. Otoyolu uçak pisti zanneden pilot, Antalya’daki kazada olduğu gibi uçağı dağa çakar; 153 kişiyi öldürür. Ekonomi biliminin gerçeklerine değil de ideolojisine göre ülkeyi yönetmeye kalkan lider de ülke ekonomisini dağa çakar; 85 milyonun hayatıyla oynar.
Ahlak – önem – zayıf partiler
Toplumun yaşayabilmesi için ahlak şarttır. Fertle toplumun en geniş ve sık yüz yüze geldiği alanlar ticaret ve siyasettir. Dolayısıyla ticaret ve siyasette ahlak yoksa toplum ahlaklı değildir. Ahlaksız toplumda güven yoktur. Düzen yoktur. Biz maalesef, bu gerçeğin tam aksine, siyaset ve ticarette ahlaksızlık doğaldır diye düşünüyoruz. Güvenin bulunmadığı toplum geri kalmış toplum olmaya mahkûmdur.
Siyasilerimizde, strateji yok. Her şey taktik. İktidarda da öyle muhalefette de. Acil ama önemsiz işlerden, acil olmayan fakat önemli, çok önemli hayati işleri düşünmeye, o işleri planlamaya, o işleri konuşmaya vakitleri kalmıyor. Önemli işler önemsenmiyor.
Partilerimiz zayıf. Başkanlarımız kuvvetli. Partinin her kademesini başkanın tayin etmesi olağan. O tayin ettikleri de dönüp başkanı seçiyor. Buna da demokrasi diyorlar. Bakınız mesela ABD’de mesela Almanya’da, İngiltere’de partiler güçlüdür ve başkanı parti belirler. Başkan partiyi değil. Her şeyi, hatta anayasayı değiştirmeye bayılıyoruz da partiler kanunundan çok mutluyuz.
Soyut ve zekâ – hukuk – demokrasi
Zekâ testleri soyutu kavrama becerisini ölçer. Halkımızın zekâsı, 100 olan ortalamanın altında, 90 civarındadır. Çünkü soyutu öğretemiyoruz. Öğretecekler de soyutu bilmiyor. Dinin değerleri, millî değerler… Bunlar soyuttur. Soyutu kavrayamayan, anlatamayanlar bu değerleri nesillere veremez. Somut kabuk değerlerle uğraşırlar. Din, ölü yıkamak; milliyet birilerinden nefret etmektir.
Hukuk devletinde eylemler kanunlara uymak zorundadır. Hukuksuz devlette kanunlar eylemlere uydurulur. Seçmece kanun adamları, sipariş üzere çıkarılan kanunları kullanır. İktidara menfaatler sağlar, muhalefeti ve demokrasiyi yok ederler.
Dahası var ama şimdilik bu kadarda durayım.
Ne dersiniz, bunları tekrarlamalı mıyız? Peki sizce hangilerini?