“Nefsini bilen, Rabbini bilir

116

Her şey bağlandığı şeye göre değer kazanır. Her şey neye mensup, kime aitse; o nispette kıymetlidir. Yani bağlı olduğu, ilgili bulunduğu kaynak derecesinde kıymetlenir.

Bunun gibi, bir âletin parçası da, âletin değeri nispetinde değer taşır.

Tıpkı bir eve, bulunduğu yere göre değer biçilmesi gibi.

Tıpkı bir dükkânın, caddedeki konumuna göre kiraya verilmesi gibi.

Tıpkı bir arsaya, kapladığı yörenin muhitine göre fiyat istenmesi gibi.

İnsanın da kıymeti, Allaha nispetinden dolayıdır. Yani insan Allahın kuludur. Allah’a bağlıdır. İşte bu mensubiyet ve aitlik; insanı baha biçilmez bir konuma getirmektedir.

İnsan Allahın kulu olduğunu bilir, bunun şuuruna ererse; nasıl bir kıymet ifade ettiğinin de bilincine erer. Kıymetini anlar, değerini bilir. Sevincine son olmaz.

Kâinat sahibinin, evren hâkiminin, yeri göğü yaratanın göz bebeği olduğunu farkeden insan; saadetten ve mutluluktan uçar. Başı döner. Dili tutulur.

Her bir uzuv ve organı, bu nispetten ötürü katrilyonlar derecesine çıkar. Paha biçilmez birer hazine hükmünü geçer.

Bilirsiniz, esere ustasına göre değer biçilir. Esere, yapıcısına göre kıymet verilir. O nispette itibar kazanır.

Evet “İnsan, iman ile insanda tezahür eden (görünen) sanat-ı İlahiye (İlahî sanat) ve nukuş-u esma-i Rabbaniye (Rabbanî, Rabba ait isimlerin nakışları) itibariyle bir kıymet alır.”

Şüphesiz insan, inkâr da etse, kabul de etmese Allahın kuludur. Gözünü kapayan güneşi yok edemez. Ancak, kendine gündüzü zindan etmiş olur o kadar. Yoksa o görmek istemese de, gözünü yumsa da, güneş dünyayı aydınlatmaktadır. O sadece kendi dünyasını karartmış olur.

Evet küfür / inançsızlık, Hakkı görmezlik; insan için felakettir. İnsanın kendisini, kendi isteğiyle karanlığa mahkûm etmesidir. Kendisini kendinde ve kendi önünde bulunan Allahın sanatından mahrum etmesidir.

Bile bile, Allahın sanatı olan her bir uzuv ve organı görmezlikten gelmesidir. Koca koca harfleri okuyamaz hale düşmesidir. İnsanın kendi kendisini cahil bırakmasıdır. Başını kuma gömen deve misali, gerçeklerden yüz çevirmesidir. Daha doğrusu, insanın kendisini, inadî bir tutum ve davranışın içine sokmasıdır.

Bu durumdaki bir kimse; kendisini Rabbiyle bütünleştiren, tüm bağlardan koparmış olur. Artık her türlü korku, endişe ve tehlikeye açık olur. Ortada tek başına kala kalmış olur. Hem de sahipsiz, hakimsiz ve kimliksiz olarak.

Çünkü “Küfür (yani inançsızlık, Allahı tanımazlık), o nisbeti (o bağı, Allahın kulu olduğu gerçeğini) kat’ eder (keser atar).”

İnancını kaybediş, Allahın varlığına karşı bigâne kalış, Allahın mevcudiyeti karşısında aldırmazlık; insanı hiçe indirir. Vücudunu Rabbin eseri olmaktan çıkarır!

Bu durumda Rabbin sanatı gizlenir, görünmez olur! Daha doğrusu kul, kendi kendisini, kendi üstünde görünen İlahî sanattan mahrum eder!

Kıymeti de yalnız eti kemiği, yani maddesi bakımından olur. Madde ise sanat eseri değilse, hiç hükmündedir.

Evet “O kat’dan (o kesilişten yani Allahın kulu olduğu gerçeğine göz yummaktan ibaret olan inançsızlıktan ötürü) sanat-ı Rabbaniye (Rabbanî sanatlar, Rabbin sanatları, her şeyi Allahın sanatla yaratmış olduğu gerçeği) gizlenir. Kıymeti dahi yalnız madde itibariyle olur.”

“Madde ise, hem fâniye (fena bulucu, fani olucudur) hem zaile (yok olucudur). Hem muvakkat (geçicidir. Geçici) bir hayat-ı hayvanî (hayvanca bir hayattır). (İşte madde böyle) olduğundan, kıymeti (ve değeri) hiç hükmündedir.”

X

Aziz okur! İnsan nazarında, insanın gözünde; maddenin kıymeti başka, sanatın değeri başkadır. Bazan madde ile sanat birbirine eşit, bazan madde daha kıymetlidir. Bazan olur ki demir gibi bir parça madde üstünde milyarlık sanat harikaları bulunur. Böyleyken demirciler çarşısında, bu demir parçasının maddî değeri belki hiç hükmündedir. Ama antikacılar çarşısına götürüldüğünde, kıymeti kat be kat artar.

İşte insan, Allahın böyle antika bir san’atıdır. İnsan Allah’ın kudretinin mucizesidir. İnsan, Allah’ın bütün isimlerini aksettiren Âyîne / Ayna’dır. İnsan, Allah’ın Esmaü’l-Hüsnâsı’nın / Allah’ın Güzel İsimleri’nin nakışlarını yansıtan İlâhî bir alan, İlâhî bir ekrandır.

Dahası Allah insanı kâinata küçük misal suretinde yaratmıştır. İnsan büyüse büyüse kâinat şeklini alır. Kâinat küçülse küçülse insan şeklini alır.

Demek ki insan küçük bir kâinat; kâinat büyük bir insandır. İnsanın maddesi kâinattan haber verir. İnsanın manası gayb  alemlerinden; gizli, görünmez, örtülü âlemlerden haber verir.

Bunun içindir ki, insanı tanıyan; kâinatın hem maddesini hem manasını tanır. İşte kendinden kendine yol bulanlar; bu keyifli, bu maceralı çok zevkli yolun yolcuları olmaktan dolayı mest  olurlar. Anlatılamaz bir hazzın atmosferine dalarlar. Kul olmanın doyumsuz tadına varırlar.

İşte bu suretle “Men arefe nefsehu. Fekad arefe Rabbehu.” Yani “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” hakikati gerçekleşir.

Yoksa “Kendini bilmek.” “Ahmet oğlu Mehmet olduğunu bilmek.” demek değildir.

 

 

 

Önceki İçerikAlevîler Hakkında Dr. Abdulkadir Sezgin İle Konuştuk.
Sonraki İçerikCumhuriyet Döneminin İktisadî Arayışlar Tarihi – III
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.