Neden Pakistan’a Gittim ?

111

Gazeteci ve  Devr-i Alem  Belgesel Tv  program  yapım  ve  yönetmeni  olarak  dünyanın  60’a yakın  ülkesini gezdim. Pakistan’a ilk  kez  2010 yılı’nın kurban bayramında gitmek  kısmet oldu.

Kültür Tarihimiz’de Pakistan

13 Kasım 2010 tarihinde tv 5 televizyonu ve  Cansuyu Yardımlaşma Derneğinin daveti  üzerine, Dubai üzerinden  Pakistan’ın   tarihi  Lahor şehrine gittim. 23 Kasım 2010 tarihine kadar Pakistan’ın Karaçi, İslamabad ve diger şehirlerini gezerek   belgesel  tv programı çekip Kültür tarahimizde Pakistan’ın yeri ve önemini   araştırdım.

Pakistan Ne Zaman Kuruldu?

Müslüman ve milli kimlikleri Hint ve Budist Hindistan’da asimile olmasın diye, 1947’de İngiliz sömürgesindeki Hindistan’la girdikleri kanlı bir mücadele sonrası ayrılarak, 14 Ağustos 1947’de kurulmuştu Pakistan, Adını  eyalet adlarının baş harflerinden  alan Pakistan “Pak insanların ülkesi” anlamına geliyor.

Pakistan’la İlgili  Bilgiler

Pakistan’a gitmeden Pakistan hakkında yapılmış  ilmi araştırmalar ve kitaplar  aradım. Ancak  bu konuda ” Hindistan ve Pakistan’la ilgili Prof. Dr. Azmi Özcan bey dışında  yeterleri araştrma yapılmamış. Bir çok gazeteci ve gezgin Pakistan’ı kötülerken, gazeteci dostum sayın Abdullah Muratoğlu’nun Pakistan  yazısı   ilgimi çekti. Fikret Ertan  ve Tarık  Yalçın gibi   gazetecilerin yazıları da çok  önemliydi. Keşke bu konuda başka gazetecilerde araştırmalar yapsa.

Horasan’dan Pakistan’a

Pakistan aslında bizim kültür  tarihimizin bir parçası. Horasan medeniyetinin günümüze yansıması. Horasan coğrafyasının bir bölümü. Horasan Medeniyeti  konusunda geçen yıl gidip araştırma  yaptığım  Horasan Medeniyetinin Başkenti  Afganistan yazımı (www.belgeselyayincilik.com)’da okuyabilirsiniz.

Pakistan’a gitmeden önce  bir derleme yaptım. Çeşitli  ansiklopedi, gazete ve kitaplardan   derlediğim Pakistanla ilgili yazıları  bir bütün halinde  sizlerle  paylaşıyorum. Amacım   okurlarımıza derli toplu bir bilgi sunmak. Türkiye’nin başı ağrıdığında Pakistan’ın da başı ağrır…

Türkiye ve Pakistan iki başlı bir gövde gibidir, birinin başı ağrısa, öbürünün de ağrır. Bizim de ne zaman başımız sıkışsa kardeş ülke Pakistan’ı hep yanımızda bulmuşuz. Osmanlı-Rus Harbi’nde Pakistanlılar topladıkları 125 bin Osmanlı lirası değerindeki parayı İstanbul’a ulaştırdılar. O dönemde muazzam bir paraydı… Üstelik bu yardımın yapıldığı sırada Hindistan’da kuraklık ve açlık felaketi söz konusuydu.

Pakistanlılar, ziyaret için gelen Türk Başbakanları yahut Cumhurbaşkanlarını coşkuyla ve içten gelen bir samimiyetle, “Pakistan-Turki zindabad” diyerek selamlarlar.”Türkiye ve Pakistan çok yaşa” demektir.
Türkiye ve Pakistan iki başlı bir gövde gibidir, birinin başı ağrısa, öbürünün de ağrır.
Bizim de ne zaman başımız sıkışsa Pakistan’ı hep yanımızda bulmuşuz.
Osmanlı-Rus Harbi’nde(1877-1878), Osmanlı-Yunan Savaşı’nda, Trablusgarp’ta, Balkan savaşları’nda, Birinci Cihan Harbi’nde, Milli Mücadele’de ve Cumhuriyet’te Kıbrıs’ta Pakistanlıların sadece kalpleri değil, elleri de bizimle birlik olmuştur.

Osmanlı-Hindistan ilişkileri üzerine çalışmalarıyla bildiğim Prof. Dr. Azmi Özcan, “İkbal’in torunları yardım bekliyor” başlıklı bir yazısında bakın Pakistanlıları nasıl anlatıyor:
“O Pakistan ki nice yüzyıllardır tarihi paylaştığımız, ecdadımızın dilini Urduca konuşan bir ülkedir. Ve halkı en sıkıntılı günlerimizde hep bizimle olmuş, gün gelmiş yürekleri kendi dertlerini unutup bizim için çarpmış, gün gelmiş kendilerini Türkiye’nin bir vilayeti olarak takdim edecek kadar bizimle olmuş, hatta belki de yeryüzünde eğer varsa bizi bizden çok sevebilmiş, dostluğun, kardeşliğin, kadirşinaslığın, vefanın, fedakarlığın dünya durdukça parlayacak en mümtaz misallerini sergilemiş çilekeş bir halktır.”
Prof. Azmi Özcan boşuna konuşmuyor.

Kendileri Aç İken Bize Para Gönderdiler

Osmanlı-Rus Harbi’nde Pakistanlılar topladıkları 125 bin Osmanlı lirası değerindeki parayı İstanbul’a ulaştırdılar. O dönemde muazzam bir paraydı. Üstelik bu yardımın yapıldığı sırada Hindistan’da kuraklık ve açlık felaketi sözkonusuydu. Yapılan fedakarlığa bakar mısınız, var mıdır bir örneği daha?

Hint Müslümanlar aynı fedakarlığı Osmanlı-Yunan savaşı sırasında da gösterdiler. İstanbul’a çekilen telgraflarda “Bütün servetimiz, evlerimiz, mülklerimiz feda olsun” diyorlardı.

1911’de Trablusgarp’ta İtalyan işgalcilere karşı Libya’yı savunan Osmanlı subaylarına destek için İtalyan mallarını boykot edenler de Pakistan’lılar dı. Bu boykotun İtalyanlara faturasının yıllık en az 5 milyon sterlin olduğu ifade edilir.

Balkan Savaşları sırasında Osmanlı için açılan yardım sandıklarına Pakistanlılar ellerinde ne varsa yetiştirmişlerdir. Prof. Azmi Özcan’ın aktardığı belgeye göre bir İngiliz görevlisinin tuttuğu raporda yardımların nasıl toplandığı şöyle anlatılıyor: “Herkes elindeki her şeyi Osmanlı’ya yardım için getirip bırakıyordu. Bir ara kalabalık telaşlandı, bir hareketlilik görüldü. Kucağında bebek bulunan fakir bir kadın can havliyle sağa sola koşuşturuyor, ‘Yok mudur bir hayırsever, Allah rızası için bu çocuğumu satın alsın, bedelini Osmanlı’ya göndereyim’ diyordu. Herkes şaşkın, herkes perişandı. Yürekler parçalanmıştı sanki. Hemderd olmanın bu derecesi mümkün müydü? Neyse ki bir hayır sahibi kadın adına istediği meblağı yardım sandığına, çocuğu da annesine bıraktı.”

İstanbul’da tam teşekküllü bir hastane kurdukları gibi, okudukları üniversiteleri bırakarak Osmanlı saflarında gönüllü olarak savaşmaya gelen Hintli gençler de vardı.

Birinci Cihan Harbi sırasında İngiliz hükümetinin resmi tarihçisi Theodore Morison’un gözlemleri ise şöyledir: “Peşaver’den Argot’a bütün Müslümanlar Türkiye üzerine yoğunlaşmışlar. Evlerine kapanmış kadınlar bunun için gözyaşı döküyorlar. Artık başka hiçbir şey konuşulmuyor ve düşünülmüyor.”

Milli Mücadele’de Orduyu Tahkim Ettiler

Milli Mücadele’de Türkiye’ye en büyük desteği de yine Pakistanlılar verdi.
Pakistanlılar(Hint Müslümanları) kurdukları cemiyetlerle Türkiye’yi savundular hep.
İngiliz mallarını boykot edeceklerini, gerekirse ayaklanacaklarını ifade ettiler.
Amerika ve İngiltere’ye Ankara’ya destek heyetleri gönderdiler, İzmir ve İstanbul’un asla Müslümanların elinden çıkmasına razı olmayacaklarını bildirdiler.

Hindistan, İngiltere’nin en büyük müslüman sömürgesiydi.. Bu yüzden Hint Müslümanların tepkileri İngiltere açısından büyük önem taşıyordu. Hint Müslümanları İngiltere’nin Ankara Hükümetine karşı düşmanca davranmaya devam etmesi halinde İngiliz sömürgesinden ayrılacaklarını da bildirmişlerdi, bunun için ayaklanmayı bile göze alacaklardı.
Hindistan Müslümanlarından Mustafa Kemal adına Hükümete veya Kızılay’a gönderilen maddi yardımlar büyük çaptaydı. Bu paralarla Hem Yunan işgalinden zarar görmüş ailelere destek veriliyor, hem de orduya silah ve mühimmat sağlanıyordu.
Bazı zavallılar bilmek istemeseler de, Pakistanlılar budur.

Pakistan büyük bir sel felaketi yaşadı, elbette yardım elimizi uzatmak mecburiyetindeyiz.
Allah göstermesin, bizim de başımıza bir felaket gelse, Pakistanlı kardeşlerimiz yanımızda olurlar, bundan hiç kuşkumuz yok.

Keşke Türkiye’mizin imkanları dünyanın bütün muhtaçlarına yetecek genişlikte olsaydı.
Pakistan’ın Milli Şairi İkbal, gecenin karanlığında yolunu kaybeden bir bülbülle, onu evine ulaştırmak için ışığını saçan ateşböceği arasındaki diyalogu anlatan “Yardımlaşma” başlıklı şiiri de şu dizeyle bitirmişti: “Dünyada gerçekten mutlu olanlar Ancak başkalarına yardım elini uzatanlardır.”

İş Bankası, Pakistanlıların parasıyla kurulmuştu!
Hindistan alt kıtasında yaşayan Müslümanların Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdikleri paraların bir kısmı Büyük Taarruz’dan önce Batı Cephesi Komutanlığı emrine verilmişti. Atatürk’ün Çankaya’daki Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak anılarında bu paradan geri kalan üç yüz seksen bin küsur liranın Atatürk’e iade edildiğini belirtir. Soyak bu paranın ne olduğunu anılarında şöyle anlatmıştır: “Atatürk bu paranın memleket hesabına en hayırlı, en faydalı şekilde nerede ve nasıl kullanılabileceğini düşünüyordu; bu sıradan kendisine bir Milli Banka’nın kurulması zaruretinden bahsedilmiştir… Binaenaleyh derhal kararını verdi; elindeki paranın 250 bin lirasını temel sermaye olarak bu işe tahsis etti.”

Atatürk ayrıca, bankanın 2 numaralı hesabına da 207 bin lira yatırmıştı. Böylece Atatürk’ün bankaya yaptığı toplam katkı 457 bin 400 lirayı bulmuştu. Bu banka Türkiye İş Bankası’ydı, kurucusu ve ilk genel müdürü de Celal Bayar idi. Pakistanlı Müslümanlardan gelen para sayesinde bugünlere geldi İş Bankası. Atatürk, İş Bankası’ndaki hisselerini, geliri Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’na verilmek üzerece Cumhuriyet Halk Partisi’ne bırakmıştı. Bu hisseler sayesinde CHP, İş Bankası Yönetim Kurulu’nda temsil ediliyor.
Bugün pek çok büyük şirketin kökünde de İş Bankası’nın verdiği krediler yer alıyor. Dolayısıyla hem İş Bankası’nın, hem bu bankanın kredileriyle büyüyen şirketlerin, hem de İş Bankası’ndaki Atatürk’ün hisselerini kontrol eden ve bu sayede bir parça da nemalanan CHP’nin Pakistan’a özel vefa borçları var. Onları da Pakistan’a yapılan yardımlarda ön saflarda görmek isteriz.

Mehmet Akif, İkbal’i kendisine benzetirdi. İkbal’in Trablusgarp, Balkan savaşları ve Milli Mücadele için yazdığı şiirleri hiç unutabilir miyiz? Milli Mücadele’nin başkomutanı için “Atın nereye kadar giderse oraya atıl, düşünme” diye seslenen İkbal değil miydi?
1922’de yazdığı “Tulu-i İslam” adlı manzumesinde Anadolu’nun verdiği kurtuluş mücadelesini “İslam’ın zaferi” diye alkışlayan da yine İkbal idi sevgili okurlar.

Bakın Pakistanlı aydınlardan Zafer Hasan Aybek ne anlatıyor:
“Sene 1912.. Trablusgarp Harbi’nin getirdiği felaketten sonra Balkan Harbi’nin faciaları Türk ve İslam dünyasını kan ağlatıyordu. Pakistan’ın Lahor şehrini çevreleyen “Gül bahçe”sinde bir toplantı yapılacağı, Türkiye’ye Hind-Pakistan yarımadasının Müslüman halkı tarafından bir Kızılay heyeti gönderileceği ve bir çok meşhur şahsiyetlerin şehir ahalisine hitap edecekleri haberi üniversite muhitinde duyulunca, sınıf arkadaşlarımla birlikte ben de bu mitingde bulunmak üzere talebe yurdundan yola çıkmıştım. Halk, şehrin caddelerinden toplantı yerine doğru sel gibi akıyordu. Meydanda zor yer bulduk. Uzun boylu, beyaz tenli ve sağlam yapılı bir zat kürsüye çıktı. Alkış tufanı arasında “İkbal zindebad (Yaşasın İkbal) sesleri duyuldu. İşte Dr. Muhammed İkbal’i ilk defa burada gördüm. Otuz beş, otuz sekiz yaşlarında olgun bir zat idi.

Burada Trablusgarp harbi hakkındaki manzumesinde İkbal, kendisinin Peygamberin huzuruna çıktığını ve Hazreti Peygamberin kendisine ümmetinden ne gibi müjdeler getirdiğini sorması üzerine, elinde bulundurduğu şişeyi göstererek sualine şu cevabı verdiğini belirtiyordu:
Ben Efendimize ancak bu şişeyi getirdim. Fakat bu şişenin içinde bulunan şey cennette yoktur. Bu şişenin içinde senin ümmetinin şeref ve haysiyeti bulunmaktadır. Zira burada Trablus’taki Türk ve Müslüman şehitlerinin istiklalleri uğrunda döktükleri kandan birkaç damla var.”

Akif’in de, İkbal’in de mısraları sanki aynı kalpten dökülmüş gibidir. Akif ne için gözyaşı dökmüşse, İkbal de aynı şeyler için gözyaşı dökmüştür. Ankara’da Milli Mücadele için vaaz verirken Akif, İkbal de binlerce kilometre öteden mısralarıyla destek veriyordu.

Akif meğer kendisini İkbal’e benzetirmiş.. Şahsen tanışmamışlar ama İkbal, Akif’e “Peyam-ı Meşrık(Şarktan Haberler)” kitabını göndermiş, Akif de İstanbul’daki Hintliler aracılığıyla Sahafat’ı İkbal’e göndermiş. Akif, “Zamanın Mevlana Celaleddin Rumi’si” dermiş İkbal için. Yakın dostu Mahir İz Hoca ile birlikte Peyam-ı Maşrık okurlarmış. Hatta Akif, Mısır’dayken Mahir İz’e yazdığı bir mektupta şöyle bir ricada bulunmuştur: “Kuzum Mahir Bey, Hindli şair İkbal’in birlikte okuduğumuz Peyam-ı Meşrık adlı eseri acaba sizde mi kaldı? Eğer sizde bırakmışsam, lütfen onu bizim Ömer Bey’e verin ki bana buraya göndermeleri için eve yazmıştım.”

İkbal’in Mısır’lı aydınlar arasında tanınmasında Akif’in büyük rolü olmuştu.