Ne Yapsın Türkiye?

92

 

 

Türkiye Cumhuriyeti Dış Politikası;sınırdaş ve dış devletlerce, bâzı yazarlarca kasten ve onlardan etkilenen kimi vatandaşımız tarafından  -maalesef-  şuursuzca, ölçüsüz ve acımasız bir şekilde tenkit edilip durmaktadır. Nitekim:

“Bu nasıl ülke ki, bütün komşularıyla problemi var! Hiçbirisiyle arası iyi değil! Bütün kabahat onlarda da, Türkiye’nin hiç mi suçu yok?” gibisinden lâflar edilmekte.

Türkiye’nin Batı komşusu, kara ve denizde sınırdaşı Yunanistan’dan; fedakârlık / özveri yapmasını istediği ve beklediği hiçbir şey yok! Yunanistan’dan istenen sadece yapmakla mükellef / yükümlü olduğu ve altına imza koyduğu antlaşmalara riayet etmesi / uyması.

Türkiye’den yersiz ve haksız olarak talepde bulunan  Yunanistan’dır. Batı Trakya’da antlaşmaları çiğneyen o! Ege’de denize adım atmamızı  -karasularını 12 mile çıkarmak istemesi suretiyle-  engelleyen o! Ege kıyılarında 10’u aşkın adaya Yunan bayrağı çeken o! Kıbrıs açıklarında Türkiye’yi emrivakiler / olupbittiler karşısında bırakmak isteyen o! İsraille birlikte yaptığı deniz tatbikatıyla Türkiye’ye gözdağı vermek isteyen o! Bırakın denizi, havada bile haddini aşarak uçaklarımıza Ege semalarını dar etmek isteyen yine o! Bu durum karşısında ne yapsın Türkiye?

Dikkat edilirse, Türkiye bir şey istemiyor. Sadece haksız taleplerde bulunan ve harîm-i ismetimize göz diken bir ülke karşısında  -gerektiğinde-  bu vatanın karasını, denizini ve havasını savunmanın  -o da taarruz / saldırı olduğu takdirde-  hazırlığı ve bekleyişi içinde. Soruyorum size, böyle  -düşman başına-  bir komşu ülke Yunanistan ve GKRY karşısında ne yapsın Türkiye?

Ya  “Ver kurtul!”  diyenlerin tuzağına düşerek vatanını peşkeş çekecek  -ki zaten dünyanın istediği de budur-  yahut da  “Hazır ol cenge eğer istersen sulh u salâh.”  hükmünce gözü düşmanda, eli tetikte olacak.

Evet, böyle edepsiz, haddini bilmez ve isteyerek Batı’nın piyonu ve onun şımarık çocuğu  Yunanistan ve GKRY karşısında ne yapsın Türkiye?

Özellikle Türkiye’nin Kıbrıs politikası tenkit edilmekte; bu hususta yapıcı olmamakla suçlanmaktadır!

Ne yapsın Türkiye? Soydaşlarının son anda imdadına yetişerek onları yok olmaktan kurtarmış. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurarak, yıllarca süren sürtüşmeyi ve kan dökülmesini önlemiş. 1974’ten beri Ada’ya barış getirmiş. Kıbrıs’ın tamamı, hem hukuken hem de tarihî kılıç hakkımız iken.  -Çünkü İngiltere tarafından entrika ve oldubitti ile el konulmuştu.-  Kıbrıs Türk’ünün ancak can, mal ve ırz güvenliğini temin edecek kadarıyla yetinmiş. Sadece en tabiî hayat haklarını teminat altına alan, bu bir avuç Kıbrıs-Türk toprağını bile çok görerek, Kıbrıs’ın tamamından  -haksız olduğu halde-  asla vazgeçmeyen ve bunun için olmadık hile ve desiselere başvuran Yunanistan karşısında ne yapsın Türkiye?

Ya Suriye’ye ne demeli? Bütün Suriye üzerinde hak iddia edebilecek tek ülke konumundaki Türkiye,  “Gölge etme başka ihsan istemem!”  hükmünce, Suriye’den hiçbir şey talep etmezken, Suriye’nin gözü Hatay’da olup, yıllarca içimize fitne-fesat tohumları ekmişti.

Bu yetmezmiş gibi, bağrında terör örgütünün başını barındırarak, onlara her türlü desteği verip üzerimize saldırtmaktaydı. Böylece yüzlerce masum Türk vatandaşının kanına girmekteydi.

Yeterince su verdiğimiz hâlde, bunu bahâne ediyordu. Suyu aşağıdan bulandırıp,

147

yukarıdakine  -arsızca-  “Suyu bulandırıyorsun!”  dercesine suçlayarak tehditler

savurmaktaydı. Dikkat edersek, Türkiye’nin istediği yok! -Türkiye’nin isteği yok derken; komşu ülkelerin üzerine düşen ve yapması gereken aslî görevleri yapmamasını istiyor demek değildir. Çünkü bunlar, kendiliğinden yerine getirilmesi icap eden hususlar-. Ama Suriye  -o zamanlar-  Türkiye’nin birlik, dirlik ve düzenine kastediyordu! Soruyorum sizlere, ne yapsaydı Türkiye? Tabiî Suriye’nin bugünkü içler acısı güç durumu ayrı bir konu.

Irak’a gelince  -ne hikmetse-  bütün hıncı Türkiye’ye idi. Bir taraftan Kuzey Iraklılarla problemler yaşıyor; bir taraftan da, aynı insanlara  -Türkiye’ye karşı olmak kaydıyla-  kucak açıyor ve her türlü desteği vermekte hiç tereddüt göstermiyordu!

Kerkük, Musul ve Erbil’de yaşayan Türkmenler; hiçbir  zaman ülkelerine karşı menfî bir hareket içinde olmadıkları; bilâkis ülkelerine münevver / aydın ve seçkin birer yurttaş olarak hizmette bulundukları hâlde  -üstelik Türkiye’nin, Türkmenleri Irak aleyhine çevirmek gibi bir düşüncesi olmamasına rağmen-  varlıkları Irak’ı hep rahatsız etmiş. Her fırsatta onları katliâma / toplu kıyıma tâbi tutmuştur. Son saldırı ise  -14 Temmuz 1959’da yapılan katliâmın bir benzeri olarak-  …yaşandı! (K. Irak’ta Barzanî Yağması; Zaman, 13 Ağustos 1998 s.5. Ankara’nın Türkmen Girişimi; Zaman 13 Ağustos 1998 s.5. Kerkük’te Katliâm Hazırlığı Var; Zaman, 13 Ağustos 1998 s.5. Türkmenlerden Acil Yardım Çağrısı; Zaman, 14 Ağustos 1998, s.4. Kuzey Irak’ta Türkmen Katliâmı; Ortadoğu, 14 Ağustos 1998, s.4.) Irak’ın da bugün içinde bulunduğu üzücü vaziyet; şüphesiz ayrı bir mevzu.

Böylece Irak’ın ve katliâmlarına göz yumduğu Barzanî’nin Türkler hakkında her fırsat buldukça nasıl davranacakları, bir kere daha tescîl edilmiş / kanıtlanmış oldu.

Komşularını endişelendirecek bir tutum ve davranış içinde olmazken; bütün bu şer cephesi karşısında ne yapsaydı Türkiye?

İran ise ayrı bir âlem! Sûreta hep yüzümüze gülmüş, ama saman altından su yürüterek, yâni el altından daima Türkiye’ye köstek olmuş; Türkiye’ye gâile / belâ olanları desteklemiş ve hâlen de desteklemekte.

Türkiye’yi  -tarih boyunca-  kendisine rakip görmüş. Batı’dan Batılılarca yapılan tazyiklere; Doğu’dan da İran katkıda bulunmaya çalışmış; “Siz Batı’dan biz Doğu’dan, şu Devlet-i Ebed-Müddet’i yok etmenin yoluna bakalım!” dercesine menhus / uğursuz siyasetini asırlarca devam ettirmiş ve ettirmekte.

Türkiye, İran’da hâlen otuz milyonu aşkın soydaşı bulunmasına ve onlar üzerinde hiçbir hak talep etmemesine rağmen; İran, yersiz bir rahatsızlığın zebûnu / düşkünü olarak uykusunu kaçırmanın huzursuzluğu içinde; çareyi Türkiye aleyhdarlığında görmekte.

Bu yersiz kuruntular sebebiyle, işgalci ve gaddar Ermenistan’ı her bakımdan  -ne yazık ki-  desteklemekte; ayrıca sırasında ülkesinde teröristleri barındırmaktan çekinmemekte. Halbuki Türkiye ile İran’ın el ele vermesinde; her iki taraf için sayısız faydalar var.  Böyle bir İran karşısında ne yapsın Türkiye?

Ermenistan zâten malûm. Batı’ya sırtını dayayarak yersiz bir Türk düşmanlığını kendisine şiar / düstur edinmiş. Halbuki Batı’ya istinat ederek / güvenerek yaptığı ihanetler sonunda; en iyi şartlarda efendi ve sâdık teb’a olarak yaşadığı Anadolu’dan mahrum kaldı! Pirince giderken, evdeki bulgurdan oldu!

Şimdilerde yine  “Büyük Ermenistan”  tasavvuru ile tekrar Batılı dostlarına itimat ve istinat edip dayanarak ham hayaller peşinde. Soykırım yalanına yapışarak, bir bardak suda fırtınalar koparmakta! Bu da maalesef Batı’nın işine gelmekte; yangına körükle gitmekte.İşte Batı’nın bu yanlış tutumundan cesaret alan Ermenistan; bu haksız ve yersiz davası uğrunda terörist örgütleri

148

 

barındırmaktan çekinmek ne kelime, hattâ onların saflarında yer almakta.

Oysa bu gidişatıyla, eğer haddini bilmezse Ermenistan’dan da olacağı uzak bir ihtimal değil. Çünkü ava giden avlanır! Güvendiği Rusya’nın ise, artık kendini bile müdafaadan âciz bir ülke olduğunu görmeli!

Böyle gâfil, fakat cüretkâr ve saldırgan bir Ermenistan karşısında ne yapsın Türkiye?

Rusya ise Komünizm’in yıkılmasıyla arslan postuna bürünmüş kof bir ülke. Asıl yıkılışının

gecikmesi, sıradan bir ülke hâlini almasının ertelenmesi, yine Orta Asya Türk Âlemi’nin varlığı

sayesinde.

Türkiye’nin sağına İslâm Âlemi’ni, soluna Türk Dünyası’nı alarak, cihânın enerji merkezi

Orta Doğu’da seçkin yerini almasının önlenmesi gerekiyordu. Ayrıca Türk Dünyası’nın kendisine gelmesine mâni olacak  -hiç olmazsa-  geciktirecek tek devletin Rusya olabileceği bilinen bir gerçekti.

Bunun içindir ki başta ABD ve Avrupa; Rusya’nın varlığının  -eskisi gibi-  devamına inanmışlar ve onu en zor zamanında kredilerle destekleyerek, biraz daha ayakta kalmasını sağlamışlardır.

Ama bu, ne zamana kadar sürer? Taşıma su ile değirmen döner mi! Binaenaleyh Rusya’nın işi bitik ve bu durumu uzun süre devam ettiremeyeceği ise meydanda. Çünkü Kafkasya’nın bahadır evlâtlarının şahlanması çok yakın. Emare ve işaretleri ufukta görünmeye başladı bile.

İşte böyle bir devlet, kuvvetli bir Türkiye’nin Akdeniz yolu üzerinde karşısına dikilmesine tahammül edemez! Boğazlardan geçemeyeceğinden, İskenderun’dan Akdeniz’e çıkmayı plânlamakta. Bu gibi maksatlarla, bölücü teröre destek olmakta. Nitekimgerektiğinde Moskova yakınlarında kamp yeri tahsis etmekte; bu hususta, bir an bile tereddüt göstermemektedir.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi Kıbrıs’a yerleşmeye çalışarak, Akdeniz’e tepeden inmeye kalkışmakta.

Şimdi soruyorum: Böyle bir Rusya karşısında ne yapsın Türkiye?

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir komşusundan ve hattâ diğer Dünya Devletleri’nden kendisi için  -tek taraflı olarak-  yapmasını istediği ve onların da yerine getirmekte zorlanacağı siyasî, iktisadî ve idarî herhangi bir talebi yoktur ve olmamıştır da.

Türkiye sadece komşusu olsun veya olmasın; tüm dış devletleri, asla ilgilendirmeyen ve onların da aleyhine olmayan, Türkiye Cumhuriyeti olarak var oluşunun ve tarihî bir netice olarak doğan  KKTC’nin dünyaca iyi karşılanmasını-haklı olarak-  istemekte ve beklemektedir.

Şüphesiz bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin en doğal hakkı. Kısaca demek lâzımsa, Türkiye bir şey istemiyor; Türkiye’den hep bir şeyler isteniyor!

Türkiye’nin ise bütün dünyadan tek bir isteği var:

“Yurtta sulh, cihanda sulh.”

İşte Türkiye’nin ancak bu amaç için ve bu uğurda gözü ufukta ve eli tetikte.

 

 

 

149 – 153

 

 

Önceki İçerikEğitimde En Büyük Görevden Alma Operasyonu
Sonraki İçerikRağmen Başarılı Olanlar
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.