Nasrullah Camii’nin, İstiklal Harbi’mizde önemli bir yeri vardır. O günlere dönüp baktığımızda, vatan yitirilmiş olmasına rağmen halkta bir şaşkınlık ve uyku hali hakimdir.
Mustafa Kemal; bunu yenebilmek ve halkı yeniden özgürlüğe ikna edebilmek için büyük bir faaliyete girişir. Bu çerçevede milli şairimiz Mehmet Akif’i Kastamonu’ya gönderir ve Mehmet Akif, Nasrullah Camii’nde halka vaazlar verir.
Bu vaazlar ve nasihatlerle, Kastamonu halkının çoluk çocuk demeden Milli Mücadele’ye katılımı sağlanır. Şerife Bacılar, Hamamcı Salihler ve daha niceleri ortaya çıkar. İnebolu’nun İstiklal Madalyası almasının altında bu yatar. Kastamonu’nun, İstiklal Harbi’nde en fazla şehit veren bölge oluşu da, bağımsızlık ülküsünün kalplere nakşedilmesiyle gerçekleşir. “Ya İstiklal, Ya ölüm” şiarı buralarda vücut bulmaya başlamıştır.
Bütün bunlarda Mehmet Akif’in ve Nasrullah Camii’nin çok önemli bir yeri vardır. Bizimde yolumuz Türk tarihinin yazıldığı önemli yerlerden biri olan bu Nasrullah Camii’ne düştü. Son Cuma namazını orada kıldık.
Camiye erken gittim. Mehmet Akif’in vaaz ve nasihat ettiği kürsüye, Türk kadınlarına çıplak ayakla vatan için çocuklarını feda ettiren inancı, ateşleyen minbere bakıp, koklayıp, o ruhu yeniden hissetmek istedim. Sanki her şey eskisi gibi aynen duruyordu…
Üstelik Türk’ün zafer ayı Ağustos’tayız. Bozkırlarda dörtnala koşan atların ve yiğitlerin sesleri halen kulaklarımızı çınlatıyor.
Vaaz için hoca kürsüye çıkıyor. Vaazında, zafer dolu Ağustos ayında Türk Milletinin yaşadıklarını ve Kastamonuluların İstiklal Harbindeki rolünü anlatıyor. Arada sırada ağzından çekine çekine de olsa “Türk” sözcüğü çıkıyor. Bir seviniyorum ki; sormayın. Bir din adamının ağzından “Türk” sözcüğü duymayalı o kadar çok oldu ki!
Hoca efendi çok güzel şeyler anlatıyor. Bekliyorum ki; mutlaka Mustafa Kemal’den de bahsedecek. Öyle ya, İstiklal Harbi’nden ve bu harpte Kastamonuluların öneminden bahset, Mustafa Kemal’den bahsetme, herhalde olmaz? Vaaz bitiyor, bağımsızlık mücadelesinin önderi Mustafa Kemal’den ve Türk Ordusunun şanlı komutanlarından tek bir kelime ile laf yok. Hutbe’de aynı mahiyette. Orada da bekliyorum Mustafa Kemal için bir dua ama nafile…
Halbuki biz bile Atatürk’ün Kastamonu’ya gelişinin 87. Yılı dolayısıyla, Şapka Devrimi ve Türk Dünyası Günleri vesilesi ile Kastamonu’ya gelmiştik.
Nerede bu büyük adama ve onunla birlikte kanlarının son damlasına kadar vatan ve din için dövüşen Peygamber Ocağı Türk Ordusunun komutanlarına gösterilmesi gereken vefa? Allah vefasız olanları sever mi?
Gene de vaaz ve hutbe okuyan hocaların, Türkiye’nin büyük coğrafyasında ağza bile alınmayan “Türk” sözcüğünü ağızlarına almalarını memnuniyetle karşıladım. Ancak bu bana Diyanetin her bölgeye nabza göre şerbet verdiğini hissettirdi. Eğer böyleyse, halkın diğer bir bölgede ne olduğunu hissetmesi istenmiyor demektir. Zaten iktidar mensuplarının son günlerde terör, şehitler ve Suriye olayları karşısında dışa vurduğu milliyetçi söylemleri bize bunu gösteriyor.
Türkiye’nin karşılaştığı meselelerin güncel olmadığını anlatmak için, Türk Aydınlarının coğrafyamız üzerinde ve halkın arasında bulunması gerekmektedir. Aynı şey sıradan vatandaşlarımız içinde geçerlidir. Onlarda ancak gözlerini ve kulaklarını dört açarak, coğrafyamız üzerinde gezerek ve halkımız içinde yaşayarak oynanan oyunu görebilirler. Masa başında ahkam keserek içinde bulunduğumuz durumdan kurtulamayız. Öyle olsaydı Mehmet Akif’in Kastamonu’da ne işi vardı?
Bunun yanına bir de organize olmayı ve rahmetli Elçibey’in dediği gibi “Türk’ün Türkle tanış olması gerekir” öğüdünü eklemek gerekiyor.
Kastamonu’da tanıştığım ve adını başına bir şey gelmesin diye yazmadığım Azerbaycan Türk’ü değerli bir kardeşim “Sizin gibi insanlar var mıydı?” diye sorunca, meselenin büyüklüğünü ve iletişimin bu kadar geliştiği günümüzde derin yalnızlığımızı bir kez daha anladım.
Ancak Kastamonu’da öyle insanlar vardı ki; bu bize önümüzdeki zorlukları aşacağımızı ve yine “ATA”sı ile şanlı ecdada hakkını teslim edeceğimizi gösterdi. Türk’e de bu yakışır zaten…