Dünya’nın yaratılışından bu yana, insanların çoğu Allah’ı tanımamışlar ve inkâr etmişler!
İnsanlar taştan çeşitli putlara, bazı hayvanlara tapar olmuşlar!
Bu uğurda Piramitler, sayısız tapınaklar inşa etmişler!
İnsanlar; gönderilen nice peygamberleri öldürmüşler, nicelerini yerinden yurdundan etmişler!
Yüzyıllarca insanlar; hemcinsleri tarafından yapılan zulümler altında, inim inim inlemişler!
İnsanlardan yalan söyleyenler, birbirini kandıranlar, birbirine küfredenler, birbirinin kuyusunu kazanlar, birbirine iftira edenler, birbirine köstek olanlar; bu gibi daha nice İlahî kanunlara uygun hareket etmeyenler, hak hukuk tanımayarak keyfince yaşayanlar var!
Bütün bunlara rağmen, Yüce Allah; böyle yolsuz ve ahlâksızcasına hayat süren kullarının; geçimlerini sekteye uğratmıyor. Onları mevki ve makamlarından etmiyor. İşlerini aksatmıyor.
Tabii ki, tüm bu fenalık ve aymazlıklarını hoş görmüyor. Tabii karşılamıyor. Memnun olmuyor. Bir an önce kendilerine gelmelerini, kendilerine bir çeki düzen vermelerini, kendilerine yapılmasını istemediklerini; onların da başkaları için istememeleri gerektiğinin şuuruna varmalarını istiyor. Kısaca kendilerine gelmeleri; iyi bir kul ve iyi bir insan olmaları için, büyük bir sabır gösteriyor; İlahî bir bekleyişte bulunuyor!
“Allah, ihmal etmez, imhal eder.” “Allah, görmezden gelmez. Düzelmeleri için zaman tanır. Hemen silip atmaz.” Hükmünce, insanların hayatları son bulmadan, silkinip kendilerine gelmesini hep ümit ediyor ve bu dönüşü kullarından hep bekliyor.
Çünkü “Merhametim gazabımı geçmiştir.” mealindeki hükmü gereğince, yaptıklarını hoş görmüyor. Fakat o büyük merhameti gereği onlara zaman tanıyor; fakat yine de aklı başına gelmeyen âsî ve günahkâr kullarının yaptıklarından ötürü; en ince ayrıntısına kadar hesaba çekileceklerini; hak ettikleri cezaya muhakkak çarptırılacaklarını, Yaratana yakışır düşündürücü bir üslûpla, yani kutsal kitapları ve peygamberleri ile biz kullarını ikaz edip uyandırıyor.
Yüce Allah, şayet suç ve günah işleyeni hemen cezalandırsaydı; yeryüzünde insan kalmazdı. Çünkü insan hata yapmaktan ve günah işlemekten, ister istemez uzak kalamaz. Tıpkı, zayıf alan öğrencileri, öğretmen hemen sınıfta bıraksaydı; sınıfta öğrenci kalmayacağı gibi. Nitekim öğretmen kararını ancak ders yılı sonunda verir. Bu arada nice kötü not alan öğrenci çalışarak durumunu düzeltme imkânı bulur. Şüphesiz, çalışkanlık durumunu sürdüremeyen birçok öğrenci de sınıfta kalmaktan kurtulamaz.
İşte bizler de, içtimaî ve sosyal münasebetlerimizde, çeşitli müspet-menfî durum ve sözler karşısında, hemen kesin kararlar vererek; konuşup görüştüğümüz insanlardan selâmı sabahı keserek; ne bizim onlardan, ne de onların bizden uzaklaşmalarına fırsat ve imkân vermeyelim.
Zaman en iyi müfessir ve yorumcudur. “Hüsn-ü zan, adem-i itimat.” Şiar ve düsturumuz olmalı. Yani herkes için, güzel ve lehinde düşünmek asıl olmalı. Fakat muhatabımız olan o kişi hakkında, tedbiri de elden bırakmamalı. Her şeye rağmen dikkatli olmaktan vazgeçmemeli.
İnsanların yapmak istedikleri; sözde kalıp fiile geçmedikçe, bu durumlarda bazen kör, bazen sağır, bazen dilsiz olmak; en güzel hareket, en güzel cevaptır.
Çünkü hasmın cevabını, cevapsız bırakmak ona en büyük cevaptır.
Kaldı ki, hasmın sitemini sitemsiz bırakmak, ona en büyük sitemdir.
Ahmaka en iyi cevap; karşısında sükût etmek; onu cevapsız bırakmaktır.
Velhasıl, Yüce Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmalı.
Bu ise Kur’an ahlâkıdır.
Bu da elimizdedir.
Fıkhî ahkâm kesmemek şartiyle,
Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmalı.
“Doğrudan doğruya Kur’andan alıp ilhâmı;
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâmı.”
( Mehmed Âkif Ersoy)