Nar Gibi Kızartan Aydın

90

Burhanettin Kayhan(1945-2002) vefat etmişti. Türkiye’nin en sancılı yıllarında (1969-1971)sorumluluk almış bir gençlik lideriydi, sivil toplum önderiydi, önemli bir aydın ve müteşebbisti bu aziz dostum Burhanettin Kayhan. Söz konusu yıllarda Ankara’da TRT Haber Merkezi’nde yöneticiydim. Eşim ile birlikte önce İstanbul Florya’da oturan Ailesine taziye için evlerine gitmiştik. Başkent’e döndüğümde bir telefon geldi. Burhanettin Kayhan ile ortak dostumuz Yazar ve Muallim Ali Nar arıyordu.

-İslami Edebiyat Dergisi ve ekolu olarak Burhanettin Kayhan ile alakalı bir toplantı yapacağız. Sizin de bu toplantıda görüşlerinizi açıklamanızı istiyoruz.

Oysa böyle bir toplantıyı Birlik Vakfı ve MTTB’nin yapması gerekmez miydi? Yahut Burhanettin Kayhan’ın Kayıhan Yayınları Sahibi olması dolayısıyla Basın Yayın Birliği, üyesi olduğu Türkiye Yazarlar Birliği ve de MÜSİAD’ın? Sonra sohbetlerin vazgeçilmezleri olan İstanbul İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden aziz dostları böyle bir etkinlik yapamazlar mıydı?

Bir bahar mevsiminin üşütmeyen ve ıslatmayan gününde İstanbul Fatih’te İETT otobüs durağı ve Saray Muhallebicisi’nin arkasındaki İslami Edebiyat Dergisi’nin mütevazi genel merkezine gittim. Bir Cumartesi öğleden sonra Ali Nar toplantıyı açtı. Öyle içten ve sıcak bir konuşma yaptı ki konuklar duygulandı böylesi bir vefa karşısında. Hatıralar anlatıldı. İslam coğrafyasının aydınlatılması hareketinin analiz ve değerlendirilmesi yapıldı. Hayrat dağıtıldı. Dua ve Fatihalarla son verildi toplantıya.

Bağımsız Bir Aydının Anatomisi

Ali Nar böylesine bir vefa abidesiydi onca imkânı, kaynağı ve kadrosu olan diğer kuruluşlarımıza rağmen. Bana kitaplarını verdi, imzaladı, yayınladığı dergiye fahri abone yaptı. Bütün ısrarlarıma rağmen hiç birinin karşılığını istemedi. Oysa Ali Nar sabit gelirli biriydi. Üstelik inancının gereği kimseye biat falan da etmemişti, sponsoru da yoktu. Herhangi bir cemaate ve siyasi partiye mensup da değildi. İslami endişeleri olan bağımsız bir aydındı. Böyle olmasaydı imkânları elbette ki çok daha fazla olurdu, yorulmazdı. Ancak tercihi özgür düşünce ve hür bireydi.

Kendisini hep ince kesilmiş sakalı, ışıl ışıl parlayan renkli gözleri, aşırı mütevazı giyimi ve keskin, ancak hoş sohbetleri ve yazılarıyla hatırlayacağım. Küçük çantasında mutlaka yayınladığı dergisi, gazetesi veya yazdığı bir kitabı bulunurdu. Tercihen de gençlere bunu hediye ederdi. Erzurum Hasankaleli miydi, yoksa Kars Sarıkamışlı mıydı? 1938’de mi doğmuştu, yoksa 1941’de mi hiç merak etmedim ve sormadım. Eğitimi akademik miydi, yoksa yıllarca bir hocadan diz çöküp ders mi almıştı?  Ben hep söylediklerine ve yazdıklarına baktım. Ortak dostluklarımızın resmini çektim. Endişelerini gözlemledim. Eserlerini ölçü aldım. “Bana mı?” yoksa  “bize mi?” diyordu onu ölçtüm biçtim.  Kalkıp karış karış ortadoğuyu geziyor, Anadolu’yu dolaşıyor, sonra tespitlerini kaleme alarak kitaplaştırıyor: Ortadoğu ve Anadolu Günlüğü diye.

Bunlar yetmiyor, İslam coğrafyasında sivil toplum ve aydınlarla iletişim kurarak, onları Türkiye ile tanıştırıyor. İstanbul’u da onlarla. 1986’da Dünya İslami Edebiyat Birliği’ni kuruyor, böyle endişeleri olan uluslararası kuruluşların Türkiye temsilciliğini ve sorumluluğunu üsleniyor. İstanbul’da 4 defa İslam Dünyası Edebiyatı Uluslararası Programı’nı gerçekleştiriyor. İslami Edebiyat Dergisi’ni kültür, sanat hayatımıza kazandırıyor.

Peki amacına ulaştı mı? Belki tartışılır. Hatırlarsanız karıncanın biri Hacc’a niyet etmiş. Yolda o’nu bir arkadaşı görmüş. “Bu yürüyüşle mi Hacc’a gideceksin?” diye sormuş. Karınca mutlulukla ve gururla cevap vermiş “Gidemezsem bile yolunda da ölemez miyim?”

“Benim Bugünüm ve Yarınım” Diyebilmek

Ali Nar esasında böyle bir fotoğrafı koydu islam coğrafyasının önüne, “haydi tartışın bakalım” deyiverdi belki de.  Üstelik 40 yakın eser telif ve tercüme etti. Necip El Kıylani, Ahmet Bakesir, Abdülmecid Zindani, Sait Ramadan El Bulti’yi ve eserlerini ülkemize tanıttı. Yerliyi evrenselle örtüştürmeye çalıştı.

Bunları yaparken ne bizim, ne başkalarının edebiyat, sanat, kültür dergileri Ali Nar’dan hiç bahsetmedi. Görmezden geldiler. Ancak Ali Nar bunları bile bile yalnızlığını hissederek yoluna devam etti. Yılmadı, çekinmedi, ürkmedi, beklentiye falan da girmedi.

Bana göre bir ikilemi vardı İslami bilgilerle, islami edebiyatı örtüştürme gayreti. Oysa İslami bilgileri  alimlerimize ve üniversitelere bırakıp kendisi dip not düşseydi belki İslami edebiyat gayretlerinin çıtası dikkat çekebilir, hikaye, roman, şiir ve denemelerde rahat nefes alabilirdi. Okuyanlar da “bu kitapta anlatılan işte benim hayatım, benim endişelerim, benim bugünüm ve yarınım” diyebilirdi.

Ali Nar yıllarca öğretmenlik yaparak insana yatırım gerçekleştirmiş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kültür etkinliklerindeki sohbetleriyle de bunu iyice pekiştirmişti. Bunları gerçekleştirmeseydi hiç kimse kendisine “Niçin bunları yapmadın ?” demezdi. İçinden geliyor, böyle endişeleri içinde kümelenmiş ve sonra da dışa vurmuştu. Halbuki bu programla görevlendirilmiş kamu ve sivil örgütlerin (Kültür Bakanlığı vs) kıllarının kıpırdamadığı bir dönemde Ali Nar aydın sorumluluğu içinde gereğini yapmaya çalışmıştır.

Bunda resmi eğitiminin yanında Mahir İz, Ahmet Davutoğlu, Ömer Nasuhi Bilmen gibi alimlerin yanında Necip Fazıl Kısakürek merhum ile Sezai Karakoç  gibi ustaların öğretileri de etkili olmuştur. İlk önce yazdığı şiirler ve denemelerde bu etkiyi hemen görmek mümkün. Fikrini sanat ile örtüştürme eğilimi daha işin başında vardır Ali Nar’da. Piyeslerini de Fetih, Koro, Dağ Pınarı, Porselen Dişli Demokrat ve Muhtar Kafası’nı bu çerçevede düşünmek gerek.

Cami Avlusunda Alkış

Ali Nar’ın kafasını meşgul eden insan prototipinin ölçüleri Cemalettin Efgani Gerçeği, Kırk Hadiste Müslümanlık,  Tasavvuf Gerçeği ve Üç Şahidi, Müslüman Kadının Kimliği, Din Modernizminin Üç Sosyal Yeri, Ezan Donanması, İslam İnancı ve Müslüman Gökkuşağı çalışmaları olsa gerek. Bu çalışmalar gerektiği gibi okundu ve dersler çıkarıldı mı bilmiyorum. Ama eğer gerektiği gibi okunsa ve dersler çıkarılsa idi  Fatih Camii’ndeki Ali Nar’ın cenazesinde Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Cuma namazı sonrası merdivenlerden inerken sanırım alkışlanmazdı! Cenaze namazına daha saatler varken,  cami içinde safta yerini alması gerekirken Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlar ile maruf zevatın yanında görünmek ve ekrana çıkmak için insanlar protokolda televizyon çekimini beklemezlerdi. Hele hele imam efendinin tabutun başında İstanbul Müftüsüne, cumhurbaşkanı huzurunda konuşma fırsatı verme çabası hiç de etik olmadı. İspatı vücut gerekiyorsa illa konuşma yapması mı gerekti Müftünün?. Keşke cenaze namazını müftü efendi kıldırsaydı orada olduğu bilinecek, insanlar o aşırı sıcakta güneş altında bekletilmezdi. Siz icat etmezseniz hele bir de teknolojinin azizliği olsa gerek, mikrofonların bozulması işin tuzu biberi oldu. Ah okumamak, ah okuduğunu anlayamamak ve yaşayamamak!

Uzayda Bir Zürra mı Var?

Ali Nar’in cenaze töreni bir miting alanı gibiydi. Cami girişlerinde polis kontrolü dolayısıyla uzun kuyruklar oluşmuştu. Çünkü Ankara devlet protokolü İstanbul’a taşınmıştı. Bunlardan acaba kaçı Ali Nar’ı tanıyordu ve tanıyanlardan kaç tanesi her hangi bir eserini okumuştu veya adını duymuştu? Ali Nar ilk bilim kurgu romanı Uzay Çiftçileri’ni  yazmış ve ufuk gösteriyordu oysa.  Eserlerine gelince Çağdaş Arap Hikayesi, Sonsuzda Gerilim, Kan Denizi, Arılar Ülkesi, Bir Çay Sonrasına Deneme, Bir Demet Yasemen,  Büyük Kavga, Sığamadığım Dünya, İki Sonsuz Gerilim,  Muhtarname hemen akla gelenleri.

Ali Nar İslami diye bilinen özellikle günlük, sonra haftalık, aylık bütün gazete ve dergilerde hemen hemen yazdı. Sanmıyorum ki herhangi biri telif falan ödesin. Çünkü onlar “veren el değil alan el olmayı tercih” ediyorlar. Kusuncaya kadar da almayı sürdürecekler gibi görünüyorlar. Onun için de fikir hayatımızın fukaralığı hızla aşağı çekiliyor. Üstelik her sokakta İslamcı bir holdingin olduğu dönemde.

Ali Nar epeyi bir süre Bezm-i Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tedavi gördü. Cumhurbaşkanının bir fikir emekçisini hasta yatağında ziyaret etmesi her türlü takdirin üstünde olsa gerek. Kemoterapi uygulaması konusunda bugün yarın karar verilecek olan Gazeteci, Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı ve Türkistan Aşevi Yöneticisi, Servet Kabaklı’yı da telefonla arayarak 18 dakika konuşmuş. Geçmiş olsun dileklerini aktarmış. Sonra bir başta saygın yazar hanımefendi Şule Yüksel Şenler de Haseki Hastanesi’nde tedavi görüyor. Huzur Sokağı romanı ve Haftalık Seher Vakti Gazetesi Yazarı Şule Yüksel Şenleri de ziyaret edivermiş Sayın Cumhurbaşkanı. Bunlar önemli ve şık  gelişmeler. İlaç gibi motivasyonlar. Keşke Çağlayan Florence Nightingale’de aylardır yatan 1967- 1972 MTTB kurmaylarından İstanbul İktisat Fakültesi Öğretim Görevlisi Erdinç Beylem için de bir zaman ayırılabilse.

Yerli ve Milli

Ali Nar hiç bir cemaate ve siyasi partiye bağlı değildi. Bu modaya uymadı. Bağımsız bir düşün adamıydı. Cenaze namazına halkımızın gösterdiği teveccüh ve dua ise; dikkat çekecek kadar önemliydi. Ali Nar’ın vefatıyla yeri doldurulabilir mi, endişeliyim. Çünkü mirasyedi bir toplum olduk, yalnızlığı çok sevdik galiba. Mehmet Akif gibi, Necip Fazıl’ın gibi Ali Nar’ın da fikri mirasını yemeye başlayabiliriz bu yapıyla, bu görgüsüzlük ve kabalıkla, kul hakkına tenezzül etmekle ve üretimsizlikle.

Güzel insanlar da ölüyor. Nurlar içinde yatsın Ali Nar, peygamberimize komşu olsun. İyi ki 40 kadar eserin var Ali Nar Hocam. Fikir hayatımızı dibe vurduranlar unutulmasa bile beddua ile hatırlanacak, medeniyet hareketine katkı verenler ise zengin olmasa da olsa minnet ve şükranla.