Mutluyduk Biz Çocukluğumuzda, Gençliğimizde ve Halen Mutluluktan Bir Şeyler Anlamaktayız…
Doğduğumuzda toprağa belenmişiz, Amerikan bezinden dikilmiş ilk donumuz-gömleğimiz… Özel karyolamız olmamış ama, ilk kardeş için yapılan veya yaptırılan beşiğe monte edilmişiz sırayla…
Üç-beş yaşımıza geldiğimizde, üç-beş hayvan katılırdı önümüze, üç-beş kilometrekarelik bir alanda turlar dururduk… Soğuk-sıcak demez koştururduk. Çamurlara batardık bazen, doludan kaçmaya çalıştığımız ve kaçabildiğimiz zamanlar, bazen de kaçamadığımız için kafamızın dolu taneleriyle şiştiği de olurdu…
İliklerimize yağmurun, hücrelerimize soğuğun işlediği anlar da yaşardık. Gök gürültüsü ardından çakan şimşeğin yere yöneleceği endişesiyle titrediğimiz zamanlar olmuştur; yıldırım en korktuğumuz doğa olayıydı… Bütün korkularımızın bittiği akşam gaz lambasının fitilini indirip üflerdik camının tepesinden, erken saatte yatağa girerdik. Renkli rüyalarımızdı “aman parmağını uzatma çarpılırsın” tehdidiyle mezarlık korkularımız…
İstisnadır, köy odasına gittiğimiz… Eğlencenin en güzelini köy odasında iyi bir anlatıcının anlattığı hikayelerde bulurduk… Hayvan kıllarından yaptığımız toplarla oynardık.
Gurbet zamanıydı, yaşadığımız o günler; “ölüm ile ayrılığı tartmışlar, iki dirhem fazla gelmiş ayrılık” türküsünün gerçek olduğu zamanlardı… Ayrılığın anlamı o zaman bir farklıydı. 3,4,7 yıllık askerlik serüveninden sonra eşi evine dönmeyecek ihtimaliyle haneyi terk edip, babasının evine dönen gelin hikayeleri anlatılırdı. Her ailede bu hikayelerden gerçekler yaşanmıştı mutlaka…
Ekim mevsiminde boyundurukta, harman zamanında gemlerimizdeydik. Döner dururduk harman yerinde atın peşinden koşan gemimizde, samanlar savrulurdu yüzümüzde, gözlerimiz çapak çapak olurdu… Bazen savrulurduk gemimizden, samanlardan kayar giderdik. Toz-toprak-ter içinde kalırdık. Zevkin ağrıya, acıya dönüştüğü anlar da yaşardık.
Kar -kış-kıyamet okula giderdik. Atkılarımızın ağzımıza gelen kısmında küçük buz sarkıtları, kaşlarımızda kırağı oluşurdu. Parmaklarımız soğuktan uyuşurdu zaman zaman… Yattığımız odanın köşesinden aşağıya doğru inen kırağının lamba ışığında şavkımasını seyrederdik üşüyen gözlerimizle… Çalışkan olanlarımız yorganımızın altına ışık aktararak ders çalışmaya çalışırdık.
Ve bütün bunlara rağmen mutluyduk… Hayatın sac ayağında; yeme, içme, barınma ihtiyaçlarımızı giderebiliyorsak en mutlu bizdik işte, o teknolojinin olmadığı zamanlarda…