Mutfak

119

     Yeryüzünü “Mutfak” olarak nitelemek, neler hatırlatmıyor ki insana. Şöyle bir düşünelim: Mutfak evde olur. Ev insanın barınağıdır. İnsanın yaşayabileceği şekilde yapılmış. İnsana göre hazırlanmış. Bütün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde düzenlenmiştir. Ev insan için, insan düşünülerek, insan tarafından yapılmıştır.

     Demek ki dünya da bir evdir. Mutfak ise evin en önemli bir köşesidir. Öyleyse dünya denen evi, bir yapan var. Bostan denen kazanları mutfağa bir güzel yerleştiren var. İnsanın ağzına lâyık yemekleri bu kazanlarda bir pişiren var. Demek ki her bir bostanın “Bismillah” demesi; kudret mutfağından bir kazan olup çeşitli yemekleri pişirerek bizlere sunması, onların kendi başlarına hareket etmediklerinin göstergesidir. Bu işlerin onların başı altından çıkmadığının belirtisidir.

     Belli ki, sebepler sırf zâhirî olup görünüştedir. Her şeyin Allah adını anıyor olması, her şeyin O’nun adına bizlere hizmet etmesi demektir. Çünkü her bir inek, deve, koyun ve keçi gibi mübarek hayvanlar “Bismillah” der. Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzak / Rızık verici Allah nâmına en lâtif, en nazîf ve âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar.

     Evet, her bir inek, deve, koyun ve keçi gibi mübarek hayvanları; birer süt çeşmesi olarak vasfetmek / nitelemek lâzım. “Süt çeşmesi” deyimi, süt veren hayvanların bu verimliliklerinin tam bir ifadesidir. Zira bu bereketli hâllerini onlara Yüce Allah veriyor. Çünkü “Çeşme” lâfzı, rast gele ortaya çıkması mümkün olmayan bir yapıyı ortaya koyuyor. Düşünerek taşınarak, bir fayda sağlamak maksadıyla yapılan bir imar faaliyetini gözler önüne seriyor.

     Ayrıca, süt veren bütün hayvanlar hareketli birer fabrika gibidir. Üstelik çoğalan birer fabrika. Halbuki insanın bunca aklıyla, ottan yapamadığı sütü, akılsız hayvanların, üstelik eli yetişmediği, gözü görmediği yerde, fışkı ortasında yapıp çıkarması mümkün mü? Elbette değil.

     Nitekim süt sağılan hayvanları “Süt Çeşmesi” olarak nitelememiz; bizleri tekrar tekrar düşünmeye sevketmeli. “Görenedir görene, köre ne?” durumuna bizleri düşürmemeli.

     Süt’ü “âb-ı hayat” gibi, bir gıda olarak dikkat nazarına almak gerekiyor. Çünkü dünya âlem biliyor ki, süt hârika bir gıda. Bütün yavruların her ihtiyacı, bu ak sıvıda depolanmış. Kendi başlarının çaresine bakacak zamana kadar, süt onların en besleyici, en güzel ve en kolay hazmedilen  gıdaları. Hayat verici, hayata bağlayıcı bir âb-ı hayat / hayat suları.

     Kaldı ki, her bir nebat / bitki, ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları “Bismillah” der. Sert olan taş ve toprağı deler geçer. “Allah nâmına, Rahman nâmına” der. Her şey ona musahhar / hizmetkâr olur. Hakikaten ağaç ve otların kök ve damarları ipek gibi yumuşaktır. Böyle yumuşak bir kökün toprağı delip çıkması, toprağı çatlatıp gün yüzüne çıkması; elbette onların gücünden ileri gelmiyor. Belki onlara yol açmaları gerektiği ilham ve emrini alan unsurların gösterdikleri kolaylıklardan kaynaklanıyor.

     Bunun böyle olduğu, bitkilerin hiç umulmadık yerlerde; meselâ duvarların yüzey ve üstünde, beton ve taş aralarından hayata gözlerini açmalarıyla sâbittir. Yalçın kayalarda bile bir tohumun tutunması, orada barınması. Tüm olumsuzluklara rağmen yetişip büyümesi; yalçın kayaların bile tohuma nasıl kol kanat gerdiklerinin müşahhas / somut örnekleridir. Demek İlâhî Emir her şeyi, her şeyin yardımına koşturuyor.

     Evet, havada dalların havaya doğru uzaması ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin tam bir kolaylıkla yayılması, yer altında yemiş vermesi, aşırı sıcaklara rağmen aylarca nâzik, yeşil yaprakların yaş kalması; her şeyi tabiat yapıyor diyenlerin ağzına şiddetle tokat vuruyor. Kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: “En güvendiğin sertlik ve sıcaklık bile, emir altında hareket ediyorlar ki; o ipek gibi yumuşak damarlar birer Asâ-yı Musa (A.S.) gibi ‘Asânı taşa vur.’ dedik. (Bakara: 60) mealindeki âyetin emrine uyarak taşları parçalar. O sigara kâğıdı gibi ince nâzenin yapraklar, birer Hz İbrahim’in uzuv ve organları gibi, ateş saçan hararete karşı, ‘Ey ateş! Serin ve selâmetli ol.’ (Enbiya: 69) mealindeki âyetini okuyorlar.”

     Madem her şey “Bismillah” der. Allah namına, Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz de “Bismillah” demeli. O’nun namına alıp vermeliyiz vesselâm.

Önceki İçerikEski Tas, Eski Hamam Dedikleri…
Sonraki İçerik En çok neyi mi isterdim? Yaşlanmadan akıllanmayı.. Bernard Shaw
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.