Mustafa Kemal Atatürk’ü Neden Aşamıyorlar

56

1990-2000 arasında dünya basınında öyle haberler yer aldı ki, ben bunları birçok konuşmamda açıkladım ve birçok yazımda da yazdım.

Neydi bu haberler?

Türkiye, tıpkı SSCB, Yugoslavya gibi dağılmalıdır ve İran(1979 Humeyni darbesi) gibi şekil değiştirmelidir. Haberlerin özeti budur.

Gösterilen haritalar, ülkemizde satılmışların ağır yazı ve sözleri, tam işbirlikçi ortamın kurulması, dinamik güçlerin çökertilmesi, ele geçirilmesi ve benzeri kamuoyunun bildiği her şey bunun için olmuştur. Yani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin parçalanması veya şekil değiştirmesi için olmuştur ve hatta olmaktadır.

Bu parçalanma ve şekil değiştirmenin bir tek şartı vardır.

Egemen güçler, bu işlerin gerçekleşmesi için tek bir yol ileri sürmüşlerdir.

Nedir o yol ve şart?

Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü ve onun Türk Milleti adına kullandığı iradesi ile oluşan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ilke ve felsefesini terk ettirmek!

İnanın, ülkemizin parçalanması veya kabuk değiştirmesi için yazılar yazanların, fikirler dile getirenlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin bir tek hedefleri vardır; Mustafa Kemal ATATÜRK ve onun kurucu iradesini bize, toplumumuza sevdirmemek, unutturmak ve sonuçta o gerçekliği reddettirmek.

Hatta dış basında ve egemen güçlerin sözcüleri arasında ülkemizin parçalanması veya kabuk değiştirmesinin, yani Mustafa Kemal ATATÜRKSÜZ hale gelmesinin tarihini – aşağı, yukarı – verenler bile vardı: 2015. Evet bu tarihte ülkemiz dış güçlerin baskısı ve yerli işbirlikçilerin gayreti ile istedikleri kıvama gelmiş olacaktı.

Hayal ettikleri tarih geldiğine göre, bir değerlendirme yapmak için de zaten bu yazıyı yazıyorum.

Şu gerçeği itiraf etmeliyim ki; dünya egemen güçleri ve onların her türlü yerli işbirlikçileri – birbirine düşman gibi görülüp aynı merkezlerin emri ile hareket edenler – bütün gayretleri sonucu bir takım mesafeler almışlar ve bir takım işleri başarmışlardır. Elbette bu başarılarında, ülke insanımın bir kısmının toplum mühendisliğinin algı yönetimini başarılı bir şekilde uygulaması sonucunda konuları doğru değerlendirememesinin, yaşananları doğru okuyamamasının rolü olmuştur ve hatta olmaktadır, bu ayrı bir konu.

Ancak, meselenin esas ele alınması gereken bir yönü vardır ki, işte düğüm noktası da budur.

Başarmış oldukları veya başarmış gibi göründükleri her konu, zor da olsa, uzun zaman da alsa, geri dönüşü olabilecek konulardır ve işlerdir. Çünkü, Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşadıklarımız, bugünkünden daha ağır idi. O günler nasıl, Millî devlet ve güçlü iktidar ile son buldu ise, yürekten inanıyorum ki, bugünkü ağır ve zor günler de yine daha güçlü bir Millî devlet ve daha da güçlü bir Türk iktidarı ile sona erecektir.

Benim asıl varmak istediğim, içeriden ve dışarıdan son dönemlerde iyice artan, dayanılmaz boyutlara ulaşan baskı ve zorlamaları yapan dünya egemen güçleri ve onların yerli işbirlikçilerinin, çok istemelerine rağmen başaramadıkları bir konu vardır:

Mustafa Kemal ATATÜRK ve başta Kâzım KARABEKİR, Fevzi ÇAKMAK olmak üzere onun silah arkadaşlarının Türk Milleti’nin gönlündeki yerini silememişler, atamamışlar ve onları unutturamamışlardır. Hatta bütün saldırılara rağmen, Türk Milleti’nin üzerindeki etkileri, Türk Milleti’nin bu kadroya karşı bağlılıkları daha da artmıştır.

İşte! Mustafa Kemal ATATÜRK ve silah arkadaşlarına olan bu bağlılığın devam etmesi, ülkemiz ve milletimiz üzerinde oynanan oyunların, diğer bir ifade ile dünya egemen güçleri ve onların her türlü yerli işbirlikçilerinin kâbusu olmaya devam edecektir.

Yerli işbirlikçilerinin içine düştükleri panik hali, travmatik görüntüleri, telaşlı şekilleri hep bu kâbusu yaşadıklarının çok açık ifadesidir.

Peki, bütün bu saldırılara rağmen, Kuvvay-ı Milliyeci anlayış neden yıkılmamakta ve unutulmamaktadır?

Esas üzerinde durulması gereken temel nokta bu olmalıdır.

Kuvvay-ı Milliye kahramanları, samimi idiler, yürekli idiler, inançlı idiler, dava adamı idiler, fedakâr idiler, nefislerinin kölesi değil, Türk Milleti’nin hizmetkârı idiler, aydın idiler, bilgili idiler, bir günde ve emperyal güçlerin ortaya sürüvermeleri ile ortaya çıkmadılar, aksine kendi gayret ve mücadeleleri ile beslenerek büyüdüler.

Kısacası onlar Türk Milleti’nin kurtuluş çarelerini arayan samimi Müslüman Türk Aydınları idiler.

Yoksa, hem o dönemin en büyük dünya egemen güçlerine ve hem de o egemen güçlerin muhibbi (sevdalısı, âşıkı) olan yerli işbirlikçilerine meydan okumak başka türlü nasıl olur?

Daha başka ne söyleyebilirim ki?

İşte örnek, işte moral, işte güç.