Müsrifim… Müsrifsiniz, Müsrifler

114

Müsrif, bizde israf edenler için kullanılan bir sözcük. Kelimenin etimolojisine girmeyeceğim şimdilik. İsraf ise, eylem olarak, ihtiyaç dışında fazla harcamada bulunma işi.

Rabbimiz, bize A’raf Süresi, ayet 31’de şöyle seslenir: “Ey Adem oğulları! Her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.”

“İsraf”ı fazla para harcamaya indirgeyerek kelimenin anlamını daraltmayın ve kelimeye haksızlık etmeyin lütfen. Bu, israfın, belki, yüz türünden biri. Etrafımda ve ülkemde havanda su döven, akıntıya kürek çeken, karanlığa ıslık çalan, Kaf Dağı’nın arkasındaki beyaz atlı prensle evlenmeyi bekleyen o kadar çok insan var ki! Bunların hepsi müsrif!

İsraf, bir sorumsuzluğun neticesidir. Sığ düşüncenin, sağlıksız yaşamanın, özne değil nesneleşmiş bir varlığın eseridir. Akıl sahipleri, neyi, niçin yaptıklarını, niçin var olduklarını, her şeyin bir ölçü ve hesaba dayandığını bilir, buna göre bir yaşam kurar. Bu yaşamda, israfa yer yoktur.

Kapitalist düzen, seküler ahlak, hiççilik (nihilizm veya yokçuluk) felsefesi, çağımızın müsrif insan tipini ortaya çıkardı.

Öyle bir hayat sürer olduk ki, neyi israf ettiğimizin farkında değiliz:

Ne zaman yatıp ne zaman kalkacağımızı, neyi yiyip neyi yemeyeceğimizi bilmiyoruz, bünyemizin kozmoloji ve ekoloji ile dengesini bozuyor; dolayısıyla zamanı ve besin kaynaklarımızı israf ediyoruz.

Niçin evlenmemiz, niçin anne baba olmamız gerektiğini bilmiyor; cinsiyetimizin özelliklerini, cennet meyvesi evlatlarımızı israf ediyoruz.

Her çağda görülen ancak zamanımızda örneğine daha fazla rastladığımız gibi, inancımızdan kaynaklanan zorunlu ibadetleri gündemde tutarak veya dini söylemler oluşturarak bundan siyasi veya ticari rant elde etmeye çalışıyoruz; dini israf ediyoruz.

Hele, büyük bir değer olan, telafisi mümkün olmayan gençliğimizi ve gençlerimizi, fena israf ediyoruz. Onları, insani değerler bahçesi yerine popüler kültürün çöplüğü olan kafelere bırakıyor, sorumsuzca “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra.” tavrıyla hareket ediyoruz.

Beden ve ruh sağlığımız bize emanettir. Hazlarımız, sorumsuzluğumuz, hesapsızlığımız, ihtiraslarımız çok zaman bu emanetleri korumaktan bizi uzaklaştırıyor. Sağlığımızı israf ediyoruz.

Her makam geçicidir ve bir hizmet aracıdır. Makamlara sahip olunca “Makamının kadıya mülk olmadığını”, emanet olduğunu unutuyor, yetki gaspıyla otoriterleşiyor; makamları, dünyevi unvanları israf ediyoruz.

“Aldığın değil, verdiğin senindir.” ahlakına rağmen, servet biriktirdikçe büyüyeceğimizi, zenginleşeceğimizi düşünüyor, buna göre yaşıyor ve ölümümüzden sonra mirasçılar arasında kavga sebebi olacak malımızı, ihtiyaç sahiplerine vermeyerek, israf ediyoruz.

“Faydasız ilimden, Allah’a sığınırım.” paradigmasına ve “Cibilliyetsize ilim öğretmek, eşkıyaya kılıç vermek gibidir.” vecizesine rağmen, ilim adına olur olmaz her şeyi öğrenmeye çalışıyor veya ilmi, nitelik ve nicelik gözetmeksizin, layık olmayanlara da öğretiyoruz; ilmi israf ediyoruz.

“Söz gümüşse sükut altındır.”, “Boğaz, dokuz boğumdur.” ata sözlerimizi çocuklarımıza ilk okuldan itibaren bir kültür olarak öğretiyoruz; ancak varlığımızı ispat adına olur olmaz, bilir bilmez, boş teneke çok öter misali konuşuyoruz; konuşmayı israf ediyoruz.

“İsraf”ın ne, “müsrif”in kim olduğunu öğrenmeden Müslüman ve insan olduğumuzu iddia ediyoruz; Müslümanlığımızı ve insanlığımızı israf ediyoruz…

….

İsraf edilmiş ekonomi, israf edilmiş beden, israf edilmiş ruh, israf edilmiş hayat…

Sizce, böyle bir hayat nasıl, huzurlu mu?

Kaybedilmemiş, kazanılmış bir ömür yaşamak istiyorsak, “çok kişinin eyvah dediği o son anda yaptıklarından pişmanlık duyan insan olmak” istemiyorsak müsrif bir yaşam tarzını bırakmak zorundayız.

Gözlerimizi son defa henüz kapatmamışken…