Müspet Hareket

42

İçtimaî / toplumsal ve sosyal hayat bakımından, inat ve tarafgirlik / taraf tutmak son derece zararlıdır. Eğer denilse: Hadis’te “İhtilâfu ümmeti rahmetün.” / “Ümmetimin ihtilâfı (anlaşmazlığı, görüşlerinin farklı farklı oluşu) rahmettir.” denilmiş. İhtilâf / fikir ayrılıkları ise tarafgirliği, taraf tutmayı iktiza ediyor / gerektiriyor.

Hem, tarafgirlik / taraftarlık ve taraf tutma marazı / hastalığı; mazlum / zulme uğramış avamı / halkı zalim havassın / üst tabakanın şerrinden / kötülüklerinden kurtarıyor. Çünkü bir kasabanın ve bir köyün ileri gelenleri birleşseler mazlum halkı ezerler.

Taraf tutma olsa, mazlum bir tarafa sığınır, kendisini kurtarır.

Hem, fikirlerin çarpışmasından, akılların farklı ve değişik düşünmesinden hakikat tamamiyle ortaya çıkar.

Hâlbuki Hadis’teki ihtilâf / anlaşmazlık ise, müspet ihtilâftır. Yâni, her biri kendi mesleğinin tamir ve revacına / itibar kazanmasına çalışır. Başkasının tahrip ve iptaline değil. Belki eksiğini gidermeye ve ıslahına çalışır.

Fakat menfî ihtilâf / anlaşmazlık ise -ki kin güdercesine, düşmanlık edercesine birbirinin tahribine ve aleyhine çalışmaktır. – Hadis’in nazarında reddedilmiştir.

Çünkü birbiriyle boğuşanlar, müspet, yapıcı ve olumlu hareket edemezler.

Tarfgirlik, eğer hak namına olsa, haklılara sığınak olabilir. Fakat, şimdiki gibi kin güdercesine, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara melce’ ve sığınaktır ki, onlara dayanak noktası olur.

Çünkü kindar bir şekilde tarafgirlik eden bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, o adam o şeytana rahmet okuyacak. Eğer karşı tarafa melek gibi bir adam gelse, ona -hâşâ- lânet okuyacak derecede bir haksızlık gösterecek.

Hak namına, hakikat hesabına olan fikirlerin çarpışması ise, maksatta ve esasta ittifak / birlik oluşturmakla beraber; vesile, usul ve metodlar ihtilâf eder / farklı farklı olur. Hakikatin her köşesini gösterir. Hakka ve hakikate hizmet eder.

Fakat tarafgirane ve garazkârca firavunlaşmış, kötülüğü çok emreden nefis hesabına, kendini beğendirmeye çalışan ve övünen, şöhretsever bir tarzdaki fikirlerin çarpışmasından; hakikat parıltıları değil, belki fitne ateşleri çıkar.

Çünkü maksatta ittifak / birleşme lâzım gelirken, öylelerin fikirlerinin dünyada dahi kavuşma noktası bulunmaz. Hak namına olmadığı için, son derece ölçüsüz ve aşırı gider. İyileşmesi mümkün olmayan bölünmelere sebebiyet verir. Âlemin hâli buna şahittir. Kısaca: “Allah için sevmek.” “Allah için buğzetmek.” “Allah için hüküm vermek.” olan yüksek, yüce prensipler takip edilecek temel prensipler olmazsa, nifak / bozgunculuk, şikak ve ayrılıklar meydan alır.

Evet, “Allah için buğzetmek, Allah için hüküm vermek” gibi düstur ve temel kurallar nazara alınmazsa, adalet ederken zulmedilir. Kaldı ki Allah’ın rızası, sırf O’nun için yapmakla yani ihlâsla kazanılır. Tâbi olanların çokluğu ve başarılar ile değildir. Çünkü onlar, İlâhî vazifeye aittir. İstenilmez. Belki bazen verilir. Evet, bazen bir kelime kurtuluş sebebi ve rızaya sebep olur. Sayı çokluğunun önemi, o kadar da dikkate alınmamalı. Çünkü bazen bir tek adamın irşad ve aydınlanması, bin adamın irşadı kadar Allah’ın rızasına sebep olur.

Hem ihlâs / içtenlik ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifade edip yararlanmalarına taraftar olmaktır. Yoksa “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar!” düşüncesi nefsin ve benliğin bir hilesidir.

Ey sevaba hırslı ve âhiret amellerine kanaatsiz insan! Bazı peygamberler gelmişler ki, birkaç kişiden başka kendisine uyanları olmadığı hâlde, yine o peygamberlik gibi mukaddes yüce hizmetin sayısız ücretini almışlar.

Demek hüner, uyanların çokluğu ile değildir. Belki hüner, Allah’ın rızasını kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin!” diye, görev ve vazifeni unutup, İlâhî vazifeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenabı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın işine karışma.

 

Önceki İçerikAhlaklı Olmayan Dindarlar!
Sonraki İçerikİslamcıların Şatafatlı Mağlubiyeti
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.